Veysi Sarısözen
Hükümet, Gezi Direnişinin kazandığı “meşruiyeti” ve bu “meşruiyet” nedeniyle bu direnişin kazandığı muazzam kitlesel desteği, bu “kitlesel desteğin kitlesinde” hiçbir kayda değer gücü olmayan bir takım “grupların hazırlıklarını” zamanında tesbit etmiş olmalı ki, dün “esaslı” bir taktik planı uygulamaya koydu…Alana “pankartları indireceğiz, operasyon yapmayacağız” gibi sahte ve gülünç bir gerekçeyle girdi. Bu girişle birlikte, Taksim alanındaki “herkesin”, öyle yalnızca hükümetin tabiriyle “marjinallerin” değil, kim varsa hepsinin, TKP'den,ÖDP'ye İP'ten HDK'ye kadar polise direneceğini adı gibi biliyordu. Adı gibi bildiği diğer şey ise, kimisi ciddi, kimisi “çocukça”, kimisi “akılsızca” olan “hazırlıkların” da devreye gireceğiydi. Soyadı gibi bildiği ise, tüm bu çatışma hazırlıklarının, kendi “hazırlıklarının” yanında hiçbir caydırıcılığının olmayacağı idi. Çünkü Vali “can güvenliğiniz yok ve farklı bir tutum takınacağız” dediği zaman, “ateşli silah kullanmayı" bile göze aldığını zaten göstermişti. O nedenle “karşı tarafın hazırlıklarıyla” çarpışmayı bilerek kışkırttı. Bu yolla "Gezi direnişine değil, marjinallere saldırıyorum" diyebilmek için böyle yaptı. Bu öyle bir tehdit idi ki, eğer Gezi Direnişinde gerçekten "darbe kışkırtmak" isteyen ciddi bir provokasyon iradesi olsaydı, sıkılacak tek el silah alanı kana bulayabilirdi. Hükümet, böyle bir provokasyonu göze alarak, şiddeti bizzat kışkırttı.
Hükümet bunu istedi
İstanbul Valisi Hükümetin taktiğini açıkladı; “alanı kitlelerden arındırmak ve marjinal dedikleriyle hesaplaşmak…Ve bu yolla elde edilecek ‘zaferle’ birlikte, ‘can güvenliği’ kalmayan direnişçileri Gezi Parkı’ndan uzaklaştırmak ve Taksim alanını zapt etmek…”
Sonra?
Sonra “ne çıkarsa bahtına…”
Çünkü bu Taksim Alanı ya da Gezi Parkı dediğin “muhkem bir kale” değil. Allahın açık alanı. Sen bu alandan gösterici kitleleri “sürdüğün” zaman, o kitleler yine Allahın açık alanlarının bir başka yerinde toplanacak…Toplandılar da. Dün neredeyse yirmidört saatlik çatışma, Taksim Alanında olmadı, ana caddelerde, sokaklarda oldu.Yani "yerleşim yeri olmayan, 'gezi' yeri olan yerde" değil, "yerleşim yeri olan yerde" oldu. Daha beter oldu...
Yani Erdoğan’ın Valisi ve Polisi, Gezi direnişçilerine de,"marjinal" dediklerine karşı da her hangi bir zafer kazanamamış. Hükümran olduğu Allahın açık alanlarının bir kısmındaki kitlenin, kendisiyle Allahın bir başka alanında kapışması dışında bir sonuç alamamış. Ve belli ki, bu kapışma daha da sürecek. Çünkü Hükümetin kitlelere yönelik her saldırısını daha geniş kitleler protesto edecek. Onlar protesto ettikçe, hükümet onlara saldırdıkça, bir de bakmışsın bu kitlenin kendisi "muazzam bir marjinal güce" dönüşecek..."Çadırda uyuyanların" eyleminden, Sırrı Süreyya'nın "iş makinasına isyanına", oradan milyonluk gösterilere dönüşen direniş, kimbilir hangi "aşamalara" yükselecek... Bu bir kısır döngü Hükümet açısından…
Kısır döngü şu: Deniyor ya, “bu iş üç-beş ağaç” meselesi olmaktan çıktı…Elbette çıkar. Sen “üç beş ağaç için direnini” uykuda bastırıp, ezersen, bu defa başkaları “üç beş ağaç” için değil, ezdiğin “üç-beş insan” için “üç-beş bin” insan olarak sokağa dökülür. Onları ezdiğinde de daha büyüğü karşına, bu defa onları ezdiğin için dikilir. Kepçe önüne yatan, bakarsın "TOMA'nın üstüne" çıkar...
Korkutabilirsen ne ala…Şimdi olduğu gibi korku duvarı aşıldığında, işler işte bu hale gelir. Gelince “borsan yere serilir”, “ekonomik mucizenin” çürük temeli ortaya çıkar, dış politikanın güçsüzlüğü yüzüne vurulur. Başlarsın “dış güçler güçlü Türkiye istemiyor” demeye…Sana sorarlar, “sen güçlü Yunanistan ister misin?”, “İran’ın şimdiki gücünü korumasını, nükleer silahla donanıp yenilmez hale gelmesinden hoşlanır mısın?” Esad Suriyesinin güçlenmesine ne dersin? Ya İsrail’in? Rusya’nın? Demagog zor durumdadır…
PKK önderinin “kapitalist modernite” dediği sistem, Hobbes’un sözünden uyarlarsak, “sermaye sermayenin kurdudur” kanununa bağlıdır. Bu “orman kanunuda” düşeni “yerler”, sen istediğin kadar “yedirmem” diye bağır…
Şimdi gelelim, asıl konumuza…
Hükümet 15-16 Haziran’da her biri “iki milyonluk” dev mitinglerle, “evlerinde zor zaptedilenlerin” kapısına vurduğu “zinciri” açmaya hazırlanıyor. Onları “evlerinden salacak”…
Neden?
Kime karşı?
Eğer, Taksim’deki, Kızılay’daki, Gündoğan’daki protestoculara karşıysa, durum şu: Hükümet bu sayılanları bastırmak için devlet güçlerine sahip ve onları kullanıyor. Bu durumda ne diyor? Devlet güçleri başa çıkamıyor, onlarla “evinde zaptedilemeyenler” başa çıkacak mı diyor? “Sokak savaşına” mı hazırlanıyor? Neden? “Sokak savaşını” göze alacak kadar önlemenez bir tehlikeyle mi yüz yüze? Başbakan, yüzde elli oyuna, bırakın “marjinalleri”, Yargı Erkinin bir parçası olan “Savunmayı” bile tutuklatacak, onları Adliye Sarayından kelepçeleyerek derdest edecek kadar amansız bir polis gücüne, “edebe” getirilmiş, “emre amade” orduya, herkesi fişlemeye hazırlanan bir istihbarat örgütüne, yandaşıyla, sindirilmişiyle muazzam bir medya ağına, MÜSİAD'ına, "yeşil tekellerine" rağmen “düşürülmekten” mi korkuyor? O nedenle mi, devleti Taksim’e, Kızılay’a, Gündoğan’a sürdüğü yetmiyormuş gibi, vatandaşı vatandaşın üzerine sürmeye kalkışıyor? “Sokak savaşlarının” ortamını mı hazırlıyor?
"Abartıyorsun" diyeceksiniz. Deyiniz. Ama ben size, öyle “kafası ayrandan kıyak”, badem bıyıklı,top sakallı, kafa tokuşturan, maço bir AKP yandaşından değil, ismi çok bilinen bir köşe yazarından tezimi doğrulayan şu satırları izninizle aktarmak istiyorum. Buyurun okuyun:
Nihal Bengisu Karaca, Hükümetin “bana karşı darbe girişimi var” tezini, tehlikeli şekilde “derinleştirdi”…TGRT’de şöyle dedi:
“"Eylemcilerin mutabakat halinde attığı tek slogan Erdoğan istifa. Ama Erdoğan'dan vazgeçmeyecek bir kitle var. Erdoğan çok önemli bir irade. Eylemcilerin kendi devrim kurgularını yaşatarak bir Başbakan'ın düşürülmesine halk izin vermeyecektir. Bunun sonu sokak savaşlarına çıkar. "
Demek ki, hem Başbakan’ın “düşürülmesi” yani “darbe” tehlikesi var, hem de “sokak savaşları” tehlikesi…Bu öyle bir "tehlike" ki, Karaca'ya göre, "eylemcilerin kendi devrimlerini yapmasına" bile gerek bırakmadan, sadece o "eylemcilerin devrim kurgularını yaşatmalarıyla" ortaya çıkıyor; "devrim kurgusunu yaşatarak Başbakanı düşürmek" nasıl bir "tehlikedir"?
Neyin nesidir bu?
Aklı başında insanların inanacağı bir şey mi?
Çalınan bu kışkırtıcı “tehlike” kampanaları, “üç-beş ağaç için” başlayan eylemleri “terörize” etmek için mi uyduruluyor? Yoksa ortada gerçekten böyle bir tehlike mi var? Ve gerçekten de, Başbakan’ın iddia ettiği gibi bu “darbe” tehlikesi ve Karaca’nın iddia ettiği bu “sokak savaşları” tehlikesinin arkasında bu Gezi Direnişi ve onu “kullanmaya çalışan iç ve dış güçler” mi var?
Eğer amaç Başbakan’ın “kibri” yüzünden bir direnişi ezmek için böyle tehlikeler uyduruluyorsa, AKP başına büyük iş açar; çünkü gün gelip, böyle bir tehlike belirdiğinde “yalancı çobanın” lafına inanan çıkmaz.
Ama yok, eğer bu “tehlikeler” gerçekse, herkes şu soruyu sorar:
Madem ortada “Başbakan’ı düşürmek” amacıyla, işin içine Obama’nın, Merkel’in, bu arada Cem Boyner’in, Özel Bankaların, Soros’un filan karıştığı, Türkiye’nin “güçlenmesini” istemeyen, Türkiye’nin başarılarını “kıskananlar”ın arkasında olduğu bir “darbe ve sokak çarpışmaları” tehlikesi var;
Madem Gezi Parkı direnişi bu amacın üstünü “örtmek” için kullanılan bir “örtü”, madem, bu korkunç güçler “üç-beş ağacın kesilmesini, Taksim’e Topçu kışlası yapılmasını, Gezi Parkının bozulmasını” bahane ederek bu “darbe”ye hazırlanıyor…
Ve madem, bu direnişçiler, yukardaki amaçlarından vaz geçmiyor, onlar vazgeçmediği için, senin onlara yaptığın zulme başkaldıranlar da, bu zulme başkaldırmaktan vazgeçmiyor...
Madem tehlike bu kadar büyük...O halde?...
O halde sen “Gezi Parkı işinden” ve bu işi önlemek isteyenlere yaptığın “zulüm”den vazgeçsene…
Sayın Başbakan “darbe girişimini boşa çıkarmak ve sokak savaşların önlemek mi önemli?” Yoksa “darbe girişimini ve sokak savaşlarını göze alarak Taksim Gezi Parkına milleti biber gazına boğarak kışla yapmakta ısrar etmek mi?”
Söyle ki, biz de şu “Başbakanı düşürmek için darbe yapmak ve memleketi sokak savaşlarına sürüklemek” isteyenlere karşı zat-ı Ali’nizin cephesinde yerimizi alalım…
Söyle ki, düvel-i muazzamanın Türkiye’deki Hollanda’lı temsilcisi de sizin yanınızda daha önce aldığı gibi, yerini alsın. Zaman yazarı Joost Lagendijk ‘in yazısından şu parçayı aktaralım:
“ Bazı ciddi ‘Erdoğanolog’ların bir araya gelip Başbakan’ın Gezi Parkı politikalarını anlamlandırmaya çalışmasının artık vaktidir (…) Bazılarının iddia ettiği gibi, Erdoğan, bu stratejisinin gelecek yılki seçimlerde işe yarayacağını hesap ederek kutuplaştırmayı daha da artırma senaryosunu mu devreye soktu? Yoksa bu meselenin içinden zorbalıkla çıkamayacağını ve uzlaşıyla varılacak bir çözümü dikkate almaya razı bazı işgalcilerle istemeyerek de olsa anlaşma yapmak zorunda olduğunu mu anladı? Bu al-verin neye benzeyeceğini bilmek için roket bilimci olmaya gerek yok: Gezi Parkı’nı koru ve genişlet, kışla inşaatını iptal et, polis vahşetinin sorumlularını görevden al ve gelecekteki inşaat projeleri için toplumu daha kapsayıcı bir politika formüle et. AKP liderinin hangi yöne gideceğini ve Gezi Parkı işgalinin, Türkiye tarihinde kutuplaşmayı azaltan ve demokratikleşmeyi artıran yeni bir dönemin başlangıcı mı yoksa güçler ayrılığınca kısıtlanmaksızın daha otoriter bir liderliğe doğru yönelimin teyidi mi olacağını zaman gösterecek.”
Ve akla şu soru geliveriyor: Böyle bir “gidiş” demokratik olmadığına göre, acaba Başbakan “danışmanları” şöyle bir cinliğe mi başvuruyor? Yapay kutuplaşmayı kışkırtarak, şöyle bir “mazeret” mi icat ediliyor? “Darbe tehlikesi altındayız, sokak savaşları eşiğindeyiz, o nedenle ‘çözüm sürecinin’ ikinci aşamasının görevlerini yapamayacağız, kusura bakmayın, ama, biz böyle tehlikelerle yüz yüzeyken hükümetimizi zorlamayın, ‘ikinci aşamaya’, yine yüzde on barajlı bir seçim ‘zaferinden’ sonra bakarız, otuz yıl beklediniz, biraz daha bekleyin” demek için mi “tehlikeler” icat ediyor ve Gezi Direnişini, bu yüzden mi, bilerek, isteyerek “ulusal çapta” bir krize dönüştürüyorlar?
Eğer Başbakan, Gerilla’nın çekilmesiyle elde ettiği ve şu son Gezi Kriziyle birlikte, hayati önemini derinden gördüğü avantajın, imkanların, nimetlerin üzerine ‘yatmak’ için böyle bir “tehlike” stratejisi izliyorsa, çok büyük bir hata yapar.
Ben hükümetin dikkatini, son İmralı görüşmesinde Öcalan’ın “beni kandıramazlar” sözüne çekmek isterim…
Hükümet, BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın dediği gibi, en kısa zamanda, “ikinci aşamayla” ilgili atacağı adımların inandırıcı işaretlerini vermelidir….
Bilinmeli ki, "darbeciyi, Gezi direnişçisinden" ayıracak biricik yöntem de budur...
Demokratikleşmedir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder