14 Haziran 2012 Perşembe

Üstü Açık Hapishanede Seçmeli Dil Dersi

Kimse, kendi ülkesinin işgalcisi, özgürlüklerinin katilini seçme hakkına sahip değildir. Kimileri vampir Drakula’nın ruhuna çatıp, tarihi süreç boyunca belayla boğuşuyor, şanslı olanlarınsa karşısına, her şeye rağmen daha medeni yüzlü, insan olan işgalci çıkıyordu.
Ajanslar dün, güney Atlantik'teki Falkland adacıkları Başbakanı Gavin Short’un, Britanya’dan kopma kararı için, halk oylamasına gideceklerine dair açıklamasını duyuruyordu.


Toplam büyüklüğü 12 bin kilometre kare olan adalar, 1600 yılında keşfedilmiş ve ilk yerleşmecileri de Britanyalılardı. En son 1983 yılında da işgale kalkışan Arjantin’le savaşarak geri alınan adalarda, bugün 2 bin 500 insan yaşıyor. Hapisteki Kürtler, yaklaşık bu nüfusun yirmi katıdır.


Adalar yönetiminin kararı üzerine, Britanya ırkçıları "şehitler ölmez, vatan bölünmez" naralarıyla ayağa kalktı mı diye baktım. Hayır, insan kanı döktükçe yandaş toplayıp, güç kazanan zamane vampiri Drakula’yı andıran "kim Ahmet, kim Mehmet ayırımı yapacak halimiz yok" naralarıyla öne fırlayan yok, İngiliz ordusu da yakıp, yıkmak ve önüne çıkana bomba yağdırmak üzere taarruzda değildi.


Demek ki, insana benzeyen işgalciye çatmak da şansmış…


En korkuncu, Kürtlerin payına düşen işgalcinin, Sudan’ın vampiri Beşir’i bile aratacak şekilde, bütün çözüm yollarını kanda araması, Kürtleri zorla tutmak için, bugünkü dünyada hala yalan, dolan üstüne kurulu zalimleşmeyi, tek geçerli seçenek saymasıydı.
Bu amaçla, Kürdistan, tel örgüsüz, ama namluların kuşatması altında, üstü açık esir kampıydı. Ülkenin adı yasak, dağlarının, köy ve kasabalarının ismi kağıt üzerinde gasp edilip, çalınarak kendilerine benzetilmişti.


Bir yanda demokrasi var yalanıyla tozu, toprağı havaya savuruyor, öte yandan seçilmiş 6 tane Kürt milletvekilini, 38 tane belediye başkanını hapsediyor, 8 tanesini parlamentodan hapishaneye sürüklenmek üzere dosya düzenliyor, öbür yandan "hapishanelerde size de yer var" demeye getirerek, gerillayı teslim olmaya çağırıyor, aynı anda Leyla Zana’ya 10, Aysel Tuğluk’a da 14 yıl, 7 aylık hapis cezası kesiyorlardı.


Dillerini konuşma, annelerin bebeklerini uyutma "na na"sı izinle, insan kanı bir mermi fiyatı kadar ucuz, hayatlar, katillere sunulmuş avlama zevkiydi. Can alma ve yaşamaya dair kararlar, sabah erken kalkan işgalci efendinin anlık insafına bağlı.


Çağdaş Drakulalar, kendilerine yakışan insaniyetle övünürken, ana yurtlarının insanlarına "onlar" diyorlardı. "Onlar  hapishanelerde kendi dillerini konuşacak kadar özgürdürler."


AKP rejimi, budur. Bir ayağı dincilik, öteki ırkçılıkta olan, Faşizm tanımının yetersiz kaldığı bir zalimlik heyulası...


Roboskî örneği, bunların kimlik ve vicdan belgeleridir. Katliamla yürek soğuturken, öldürülmüşleri "dolap beygiri" diye aşağılayıp alay eden, katillerin peşine düşenleri, aleni bir utanmazlıkla suçlu ilan eden bunlardır.


Kalleşliğe şal çeken, gasp edilip, çalınmış yurdunu, üstüne oturulmuş insanlığını geri isteyen Kürtlere, "kalleş" diyecek kadar insanlıkla tersleşenler…


Avrupa’ya ihraç edilmiş köle işçi çocukları için, ana dilleriyle eğitim hak, fakat, yurdu işgal ve talan edilmiş Kürtlerin çocuklarına, ana dilleri ilk okulun beşinci sınıfından sonra, "yabancı dil tertibinden" seçmeli ders…


Bunu, gönüllerinden kopan iyilik, insani vicdan borcu gibi sunan işportacı, hemen ardından, imkanı imkansızlaştıran "ama" ile verdiğini geri alan tuzaklar kuruyordu. Ama on kişi bir araya gelip ana dilinden ders ister, buna karşılık, İngilizce ve benzeri herhangi bir başka yabancı dilin öğretilmesini talep etmez ve de öğretmen imkanı varsa…


Biz bu "ama"ları daha önce Kürtçe kurs olayında da gördük. Kürt çocuklarının kurslara devam ederek dillerini öğrenmeleri serbest, fakat polise havale edilmiş "ama"ları kapıda hazırdı. Polis, kurs yerlerinin kapılarını çerçevelerini santimlemeye başlayınca, bir türlü alan ölçüsü bulunamamış, sonra kursun kendisi gitmiş, geride sadece adı kalmıştı.  


Bunların kafaları almıyor, vicdanları anlamıyor, ama yine de anlatmaya devam edeceğiz. Kürtler temel insani hakkı olarak kendi yurdunda özgürce yaşamak ve kökleriyle bir bütünlük olan diliyle eğitim görmek istiyor.


Kürde, soyunun dilini yabancı dil öğretimi gibi sunmak, onun insanlık arayışını kalleşlik diye tanımlamakla eş değer, katledilmişlerini dolap beygiri diye nitelemek kadar aşağılamadır.
Dolandırıcı kurnazlığıyla, temel sorunlarından biri olan ana dilde eğitim hakkına seçmeli ders seçeneği, utanç verici bir haysiyetsizlik dayatmasıdır.


Satın alınıp, boynuna tasma takılmış, başına yular geçirilmiş, önüne yem konarak yandaş yapılmış kendi Kürtleri, bu sadaka ile tatmin olacaklar mı bilemiyorum, ama haysiyetli Kürtler, "ya hep, ya da hiç” diyorlar. Çünkü, 30 bin kişinin kılıçtan geçirilmesi, kurşuna tutulması, 4 bin köyünün haritadan silinmesini, 4 milyon kişinin mültecileşmesini, seçmeli ders için göze almadılar.


 Kandırmaca, dolandırmaca dönemi bitti. Kürtler, kendi yurtlarında yer yüzünün onurlu her halkı gibi hayatlarının efendisi olarak yaşamak istiyorlar. Zalimle düelloya girmeleri bu yüzdendir.
Kölelik kader değildir. Azla yetinme günleri gerilerde kaldı. Gerilla lideri Cemil Bayık’ın deyimiyle, gaspçının ayakları altındaki yurtları ve insanlıklarını kurtarana kadar direnmeye devam edeceklerdir.


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: