İnsan hakları esaslı demokrasinin, birkaç ayrılma prensibine dayandığı
oranda daha iyi geliştiğini biliyoruz: Siyasetin ve dinin, karşılıklı
olarak kendi öznel ideolojik düzenlemelerinden muhafaza edilmesi;
kamusal ve özel yaşamın birbirlerine karışmaması; ve nihayet, yasama,
yürütme ve yargı kuvvetlerinin, ve ilaveten, medya ve finansal
kuvvetlerin dengeli bir biçimde birbirlerinden ayrılması.
İktidar, meseleler üzerine düşünce şantiyeleri açmak, medya frekanslarının tahsisinin yenilenmesinin sistematik olmamasını veya bu tahsislerin bazı ortak karar alma etiği şartına bağlı kılınmasını istemek, Medya da gazetecilere karar mercilerinde daha çok yer verilmesi doğrultusunda itici önlemlerde bulunmak yerine, konuyla olan ilgisinin, yaptığı ilk iş olarak, Medya'yı baştan aşağı kontrol eden imkanlarının güçlendirilmesinde odaklandığını görüyoruz.
Medya alanında, bugün yeni bir hedef belirmektedir; yurttaşlar demokrasinin daha kesintisiz olmasını arzulamaktadırlar; bunun için örneğin siyasi egemenliğin beş senede bir (Fransa'da ) yenilenmesini istediler; bu ise daha çok tartışma ve daha çok çoğulcu olmayı gerektiriyor.
Demokrasinin kesintisizliğinin güçlendirilmesi fikrini takip edersek, medyanın bu süreç içerisinde önemli bir rol oynayacağını söyleyebiliriz; bunu ya çok arzulanan tartışma paradigmasını pekiştirerek, ya da tam tersine göstermelik bir kopyasını düzenleyerek yapacaklardır.
Herkesin medyayı bir nevi 'karşı-iktidar' (contre-pouvoir ) olarak gördüğü zamanlar geçti artık. Haklı olarak, düşünür Marcel Gauchet buna, mütemadiyen politika faaliyetlerini şartlandırdığı, alt ve üst yapılarını oluşturduğu için 'iktidar-ötesi'( méta-pouvoir ) diyor.
Bununla beraber, iktidar-ötesi medya, gözlemleyip, kontrol edip, eleştirip izah edeceğine, iktidarla içli dışlı bir şebeke olmaya devam ediyor. Aynı zamanda bu medyadan bize ulaşan haberlerin ekonomik modelinin giderek metalaşma olgusuna bağlı olduğunu gözlemliyoruz.
Sosyal ağlar ve yeni medya, haber sektörünü demokratikleştirseler, amatör ve profesyonel haberciliği birbiriyle karıştırsalar, hatta sektörü daha çoğul kılsalar da, hala doğruluğu denetlenemeyen dedikodulardan ileri gidememektedirler.
Bu yüzden gerçekten çoğulcu, bağımsız, bedava, aydın ve özgür bir haberciliğin geleceği pek parlak gözükmüyor.
En son, Huffington Post olayı, konu ile ilgili ilginç bir belirti oldu: Bir araya getirdiği meşhur kalemlerle isim yapan bir web sitesi bu; iştirak eden kalemlere ödeme yapmasa da belirli bir profesyonel görünürlülük ve sosyal bir tanınma kazandıran bu site AOL tarafından 225 milyon euroya satın alındı.
Arka planda, bu katma değere el koyanlar kimler?
Eğer medyanın demokrasiler içerisinde temel bir rolü varsa, bu şüphesiz yurttaş ile kaliteli ve bedava enformasyon arasındaki bağları müdaafa ettiklerinden olduğu kadar, sosyal antlaşmanın, özü itibariyle söz'le antlaşmasıdır da.
Evet, demokrasi demagoji ve safsatanın vatanıdır. Zaten bu nitelikleri başka siyasi rejimlerle de paylaşır. Fakat başka rejimlerle paylaşmadığı iki angajman var: Biri, doğruları söyleme riski, diğeri ise hiçbir zarar vermeye çalışmadan bu doğruları duyabilmesidir.
Bu sorunsallar, Michel Foucault' nun da dediği gibi demokratik kamu alanının canlılık ve sürekliliğinin vazgeçilmez öğeleridirler. Medyanın, bu doğruları söyleme cesaretini koşulsuz biçimde üstlenmesi, bu antlaşmanın da özünü teşkil eder.
* Cynthia Fleury, filozof -Le Monde / Çeviri İkinci Grup
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder