Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde yaşanan çatışmada 13 askerin hayatını
kaybetmesine yönelik tartışmalar sürerken yaşananları, 30 yıldır süren
“karanlık güçler, dış mihraklar, bilinmeyen bir el” gibi fazlasıyla
sorunu bilinmeze havale eden tezlerle açıklanma gayreti bir kez daha
karşımıza çıkıyor. Farkli siyasi kaygılarından dolayı bu tür yorumları
yaparak, sorunu ve çözümünü bilinmeze havale edenler, 30 yıldır yaşanan
bunca acıda pay sahibi olduklarının acaba ne kadar farkındadırlar,
sorunu “terör sorunu” olarak tanımlayan ve çözümü de askeri yöntemlerde
arayan siyasetin bu yaşananlarda ne kadar vebali varsa, yürüttükleri
tartışmalarda iktidara ve kamuoyuna komplo teorileriyle akıl veren,
sözüm ona Türkiyeli aydınlar, hükümetlere şirin görünmek için sipariş
tezleri bir süre sonra kimlik olarak benimseyen liberaller ve bazı Kürt
aydınları da bir o kadar sorumludur.
Türkiye 14 Temmuz tarihinde Silvan’da yaşanan ve 13 askerin hayatını kaybetmesine (7’si de gerilla toplam 20 kayıptan söz ediliyor; ama gerilla kayıpları henüz netleşmiş değil) neden olan çatışmanın acısını yaşarken, onlarca ailenin evine ateş düştü. Türkiye’nin dört bir tarafında acı hakim. Bu acı Kürt sorununun acısı ve gerçeği. Ve sorun çözülmedikçe, bu acı kendisini her geçen gün çoğaltan, yaygınlaştıran ve ağırlaştıran bir yapıya sahip. Mesele bu kadar açık. Böyle olmasına rağmen, “olayın nasıl yaşandığına” ilişkin yürütülen tartışmalar olayı anlamaya dönük olmaktan çok, “olayın gerçek nedenini” manipüle etmeye ve görünmez kılmaya yönelik yürütülüyor.
Olayda derin bir takım senaryolar arayanlardan, çeşitli komplo teorileri üretmeye kadar, bir dizi tartışma yürütülüyor. Kuşkusuz olayın detay ve ayrıntıları basın için “haber değeri” toplum için “merak konusu” olduğu için tartışılmaktadır ve tartışılacaktır. Ancak bu detayları basın açısından tartışma haline getiren, "biz neden öldürmedik" hususu oluşturmaktadır. Bugün yaşanan olay üzerinden kıyameti koparanlar tersine, 13 HPG'li hayatını kaybetmiş olsaydı, nasıl bir tepki vereceklerini samimi olarak kendilerine sormaları gerekmektedir.
BİR DERİNLİK ARAYACAKSANIZ SORUNUN KENDİSİNDE ARAYIN
Ancak olayın arkasında öyle “derin senaryolar” aramanın gereği yok. Bu olayın “nasıl yaşandığı” kadar “neden yaşandığı” da önemlidir ve bunun nedeni açık-seçik bir şekilde Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Bu sorun devam ettikçe benzer olayların yaşanması tarafların niyeti ne olursa olsun, devam edecektir. O yüzden yaşananlarda “derin senaryolar” aramak anlamlı ve gerçekçi değildir.
Olay basittir; detayları bir tarafa, operasyon düzenleyen TSK unsurları ile PKK gerillaları arasında çatışma çıkmıştır ve bu çatışmanın faturası da ağır olmuştur. O yüzden derin senaryolar aramak yerine olaya neden olan sorunun kendisinde “derinlik” aranmalıdır. Çünkü Türkiye'nin derin bir Kürt sorunu vardır, bir derinlik aranacaksa burada aranmalıdır. Bu nedenle denilebilir ki, yaşananların arkasında derin bir senaryo yoktur, aksine bu olayın da yaşanmasına neden olan derin bir sorunumuz vardır. Ne yazık ki, bu derin soruna fazlasıyla yüzeysel yaklaşılmaktadır. Hele hükümetin ve bu sorunu çözme sorumluluğu bulunan iktidarın soruna yaklaşımı son derece gayri-ciddidir, son derece ötelemecidir, son derece menfaatçidir. Kürt sorununa hak etmediği halde fazladan kazanacağı bir milletvekilliği, 3-5 puan fazla oy, biraz ekonomik çıkar menfaatçiliği ile yaklaşmaktadır.
İNSANLAR AKP'NİN BEDELİNİ ÖDÜYOR
Aldığı yüzde 50 oy oranı ve bu oy oranında Kürtlerin de desteğinin bulunması, AKP’yi Kürt sorununa karşı fazlasıyla şımartmıştır. AKP bu konuda abartılı bir öz güven yaşamaktadır. Astığım astık, kestiğim kestik havalarındadır. Son “yemin krizinde” de görüldüğü gibi herkese haddini bildiren, herkese üstten bakan, hakir gören bir yaklaşım içindedir. Çünkü AKP ve Başbakan Erdoğan, ne yaparsa yapsın kazandığını düşünmektedir. Oysa AKP bu tutumuyla kazanırken, Türkiye'nin kaybettiğini, yoksul insanların, Türk ve Kürt kardeşliğinin kaybettiğini ya görmemektedir ya da bunu umursamamaktadır. Asıl sorun budur, bu son olayda can kaybedenler, Erdoğan'ın ve AKP'nin bu sorumsuz tutumunun bedelini ödemiştir ve ödemektedir. Hal böyle iken, hükümete yakın çevreler, hep aynı şeyi tekrarlamamaktadır. Olayın zamanlamasına dikkat çekmekte ve olayları 30 yıldır olduğu gibi yine, "derin senaryolar, karanlık güçler, dış mihraklar, bilinmeyen bir el" gibi fazlasıyla bayatlamış, miadını doldurmuş argümanlarla açıklamaya çalışmaktadır.
HANGİ İYİ ŞEYLER, HANGİ DEMOKRATİK GELİŞME...
Kendisine aydın diyen bu tipler, sözlerini de, "tam da iyi şeyler olacakken" bu tür olayların meydana geldiğini savunmaktadır. Ve ne yazık ki bu tiplere de "hangi iyi şeylerden" bahsettiklerini soran ne tarafsız bir gazeteci, ne de bir düşün insanı vardır. Burada bahsedilen "iyi şeyler" Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün iki yıl önce ifade ettiği "iyi şeyler" ise, Kürtler bunun AKP politikaları açısından fazlasıyla "iyi olduğunu" yaşayarak öğrenmişlerdir. Öyle iyi şeyler olmuştur ki, 3 bin Kürt siyasetçi, "KCK" gerekçesiyle cezaevlerine doldurulmuş ve bölgede AKP'nin önü açılmak istenmiştir."
Öylesine iyi şeyler olmuştur ki, DTP'nin ve sonrasında BDP'nin bütün iyi niyetli girişimlerine rağmen 12 Eylül referandumunda Kürtlerin hiç bir talebi dikkate alınmamıştır. Hatta bu yönlü girişimlere AKP'nin derin Kürtlerinden olan Dengir Mir Mehmet Fırat, "20 kişi ile istediğinizi elde edemezsiniz" restini çekmiştir. Ve yine öylesine iyi şeyler olmuş ve demokratikleşme açısından öylesine önemli adımlar atılmıştır ki, ilan edilen bütün eylemsizlik süreçlerine rağmen operasyonlarda 35 PKK'li hayatını kaybetmiştir. İşte bunları "ne zaman demokrasi için bir adım atılacakken" sözleriyle olayı sulandırmaya çalışan zatlara hatırlatmamaktadır.
Bütün bunlar bize Kürt sorununun çözümünün gerçekten çok “zor” olduğun göstermektedir. Çünkü ekranlarda askerden çok asker, evine ateş düşen ailelerden daha düşman gazeteciler ve bilim insanları türemiştir. İnsan, yürütülen tartışmaları izlerken, atılan manşetleri okurken, "Hanımlar, Beyler bu acı sizin eserinizdir, bu canların vebali boynunuzdadır" sözleri söylemek istiyor...
Türkiye 14 Temmuz tarihinde Silvan’da yaşanan ve 13 askerin hayatını kaybetmesine (7’si de gerilla toplam 20 kayıptan söz ediliyor; ama gerilla kayıpları henüz netleşmiş değil) neden olan çatışmanın acısını yaşarken, onlarca ailenin evine ateş düştü. Türkiye’nin dört bir tarafında acı hakim. Bu acı Kürt sorununun acısı ve gerçeği. Ve sorun çözülmedikçe, bu acı kendisini her geçen gün çoğaltan, yaygınlaştıran ve ağırlaştıran bir yapıya sahip. Mesele bu kadar açık. Böyle olmasına rağmen, “olayın nasıl yaşandığına” ilişkin yürütülen tartışmalar olayı anlamaya dönük olmaktan çok, “olayın gerçek nedenini” manipüle etmeye ve görünmez kılmaya yönelik yürütülüyor.
Olayda derin bir takım senaryolar arayanlardan, çeşitli komplo teorileri üretmeye kadar, bir dizi tartışma yürütülüyor. Kuşkusuz olayın detay ve ayrıntıları basın için “haber değeri” toplum için “merak konusu” olduğu için tartışılmaktadır ve tartışılacaktır. Ancak bu detayları basın açısından tartışma haline getiren, "biz neden öldürmedik" hususu oluşturmaktadır. Bugün yaşanan olay üzerinden kıyameti koparanlar tersine, 13 HPG'li hayatını kaybetmiş olsaydı, nasıl bir tepki vereceklerini samimi olarak kendilerine sormaları gerekmektedir.
BİR DERİNLİK ARAYACAKSANIZ SORUNUN KENDİSİNDE ARAYIN
Ancak olayın arkasında öyle “derin senaryolar” aramanın gereği yok. Bu olayın “nasıl yaşandığı” kadar “neden yaşandığı” da önemlidir ve bunun nedeni açık-seçik bir şekilde Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Bu sorun devam ettikçe benzer olayların yaşanması tarafların niyeti ne olursa olsun, devam edecektir. O yüzden yaşananlarda “derin senaryolar” aramak anlamlı ve gerçekçi değildir.
Olay basittir; detayları bir tarafa, operasyon düzenleyen TSK unsurları ile PKK gerillaları arasında çatışma çıkmıştır ve bu çatışmanın faturası da ağır olmuştur. O yüzden derin senaryolar aramak yerine olaya neden olan sorunun kendisinde “derinlik” aranmalıdır. Çünkü Türkiye'nin derin bir Kürt sorunu vardır, bir derinlik aranacaksa burada aranmalıdır. Bu nedenle denilebilir ki, yaşananların arkasında derin bir senaryo yoktur, aksine bu olayın da yaşanmasına neden olan derin bir sorunumuz vardır. Ne yazık ki, bu derin soruna fazlasıyla yüzeysel yaklaşılmaktadır. Hele hükümetin ve bu sorunu çözme sorumluluğu bulunan iktidarın soruna yaklaşımı son derece gayri-ciddidir, son derece ötelemecidir, son derece menfaatçidir. Kürt sorununa hak etmediği halde fazladan kazanacağı bir milletvekilliği, 3-5 puan fazla oy, biraz ekonomik çıkar menfaatçiliği ile yaklaşmaktadır.
İNSANLAR AKP'NİN BEDELİNİ ÖDÜYOR
Aldığı yüzde 50 oy oranı ve bu oy oranında Kürtlerin de desteğinin bulunması, AKP’yi Kürt sorununa karşı fazlasıyla şımartmıştır. AKP bu konuda abartılı bir öz güven yaşamaktadır. Astığım astık, kestiğim kestik havalarındadır. Son “yemin krizinde” de görüldüğü gibi herkese haddini bildiren, herkese üstten bakan, hakir gören bir yaklaşım içindedir. Çünkü AKP ve Başbakan Erdoğan, ne yaparsa yapsın kazandığını düşünmektedir. Oysa AKP bu tutumuyla kazanırken, Türkiye'nin kaybettiğini, yoksul insanların, Türk ve Kürt kardeşliğinin kaybettiğini ya görmemektedir ya da bunu umursamamaktadır. Asıl sorun budur, bu son olayda can kaybedenler, Erdoğan'ın ve AKP'nin bu sorumsuz tutumunun bedelini ödemiştir ve ödemektedir. Hal böyle iken, hükümete yakın çevreler, hep aynı şeyi tekrarlamamaktadır. Olayın zamanlamasına dikkat çekmekte ve olayları 30 yıldır olduğu gibi yine, "derin senaryolar, karanlık güçler, dış mihraklar, bilinmeyen bir el" gibi fazlasıyla bayatlamış, miadını doldurmuş argümanlarla açıklamaya çalışmaktadır.
HANGİ İYİ ŞEYLER, HANGİ DEMOKRATİK GELİŞME...
Kendisine aydın diyen bu tipler, sözlerini de, "tam da iyi şeyler olacakken" bu tür olayların meydana geldiğini savunmaktadır. Ve ne yazık ki bu tiplere de "hangi iyi şeylerden" bahsettiklerini soran ne tarafsız bir gazeteci, ne de bir düşün insanı vardır. Burada bahsedilen "iyi şeyler" Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün iki yıl önce ifade ettiği "iyi şeyler" ise, Kürtler bunun AKP politikaları açısından fazlasıyla "iyi olduğunu" yaşayarak öğrenmişlerdir. Öyle iyi şeyler olmuştur ki, 3 bin Kürt siyasetçi, "KCK" gerekçesiyle cezaevlerine doldurulmuş ve bölgede AKP'nin önü açılmak istenmiştir."
Öylesine iyi şeyler olmuştur ki, DTP'nin ve sonrasında BDP'nin bütün iyi niyetli girişimlerine rağmen 12 Eylül referandumunda Kürtlerin hiç bir talebi dikkate alınmamıştır. Hatta bu yönlü girişimlere AKP'nin derin Kürtlerinden olan Dengir Mir Mehmet Fırat, "20 kişi ile istediğinizi elde edemezsiniz" restini çekmiştir. Ve yine öylesine iyi şeyler olmuş ve demokratikleşme açısından öylesine önemli adımlar atılmıştır ki, ilan edilen bütün eylemsizlik süreçlerine rağmen operasyonlarda 35 PKK'li hayatını kaybetmiştir. İşte bunları "ne zaman demokrasi için bir adım atılacakken" sözleriyle olayı sulandırmaya çalışan zatlara hatırlatmamaktadır.
Bütün bunlar bize Kürt sorununun çözümünün gerçekten çok “zor” olduğun göstermektedir. Çünkü ekranlarda askerden çok asker, evine ateş düşen ailelerden daha düşman gazeteciler ve bilim insanları türemiştir. İnsan, yürütülen tartışmaları izlerken, atılan manşetleri okurken, "Hanımlar, Beyler bu acı sizin eserinizdir, bu canların vebali boynunuzdadır" sözleri söylemek istiyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder