Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü yerlerin başında Türk
cezaevleri gelir. Şu ana kadar cezaevlerinde çok büyük direnişler
yaşandı. Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin yaşamasında ve bu kadar
kitleselleşmesinde cezaevlerinin yeri oldukça önemlidir.
Türk devleti, 12 Eylül askeri darbesi sonra Kürt Özgürlük Mücadelesi'ni bitirmek için cezaevlerini hedef aldı. Binlerce PKK'li tutsağa vahşet kelimesinin bile hafif kalacağı zulüm uyguladı. Türk devletinin imha ve inkar politikalarına karşı gerçekleştirilen direnişlerin en büyüğü Diyarbakır 5 Nolu oldu. Türk devletinin akla hayale gelmeyecek işkenceler karşısında tutsakların tek silahı kendi bedenleriydi. Bedenlerini ölüme yatırdılar. Gösterdikleri büyük direniş ile Kürt halkının mücadelesinin bugünlere gelmesini sağladılar. Kürtlerin tarihine 1. Zindan Direnişi diye geçti.
2. Zindan Direnişi ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından İmralı Adası'nda gösterdi. Türk devleti Öcalan'a tehdit ve şantaj uygulayarak Kürt Özgürlük Mücadelesi'ni tasfiye etmek, teslim almak istiyordu. Kürt Halk Önderi, bu şantaj, tehdit ve teslim alma politikalarını gösterdiği direniş ile boşa çıkardı. Öcalan, demokratik, eşit ve Kürt halkının özgürlüğünü sağlayacak bir çözüm dışındaki tüm yolları kapatarak direnişe geçti. Halen İmralı Adası'nda bu direnişini sürdürüyor.
PKK ve PAJK'lı tutsaklar da 12 Eylül tarihinden beri süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi ile 3. Zindan Direnişi'nin startını verdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü ve Kürtçe önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyorlar. Türk devleti ise açlık grevini kırmak için her türlü yol ve yöntemi deniyor. Tutsaklara su, şeker ve tuz vermiyor. Tek kişilik hücrelere atıyor. Tutsaklara baskı uygulayarak eylemin başarıya ulaşmasını engelemeye çalışıyor.
48 gündür açlık grevinde olan tutsaklar ise talepleri kabul edilmeden bedeli ne olursa olsun eylemi sonlandırmayacaklarını defalarca açıkladı. Yani özgür yaşamı uğrunda ölecek kadar kararlıca savunuyorlar. İşte bu karalılık ve inanç, Türk devletini çok fazla korkutmuş. Bu nedenle eylemi başarısız kılmak için elinden gelen herşeyi yapıyor.
Kısacası Kürt halkı dağda, zindanda sokaklarda ve her yerde özgürlüğü için mücadele ediyor. Bu uğurda bedel ödemekten sakınmıyor.
Bu açlık grevi direnişi insanım diyen herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. Ölümlerin önüne geçmenin tek yolu onların taleplerine sahip çıkmak ve bu yolda mücadele etmekten geçiyor. Tutsaklar da bunu defalarca haykırdı. Zindanların önünde nöbet tutulmasını, milyonların sokaklara dökülüp eylem yapmasını istiyorlar. Gerçekten vicdan sahibiysek, ölümleri istemiyorsak, buna engel olmanın tek yolunun mücadeleden geçtiğini görmek gerekir.
Türkiye'de kısmi de olsa bazı eylemsellikler gelişiyor. Ama Avrupa'daki Kürtler ve demokratik çevrelerin yeterli duyarlılığı göstermediği ortada. 48 gündür bir direnişin sürdüğü ortamda tüm dünyayı ayağa kaldırmak gerekmiyor mu? Zindandan ölüler çıkmasını istemiyorsak o zaman demokratik eylemlerla tutsakların taleplerini duyurmak için daha ne bekliyorsunuz? Binler, onbinler, yüzbinler tutsakların eylemini sahiplenmeli. Yoksa ölümler olduktan sonra ah vah etmenin bir anlamı yok. Ölümlere ortak olmak istemiyorsak, görevlerimize sahip çıkmamız gerekiyor.
Yeni Özgür Politika
Türk devleti, 12 Eylül askeri darbesi sonra Kürt Özgürlük Mücadelesi'ni bitirmek için cezaevlerini hedef aldı. Binlerce PKK'li tutsağa vahşet kelimesinin bile hafif kalacağı zulüm uyguladı. Türk devletinin imha ve inkar politikalarına karşı gerçekleştirilen direnişlerin en büyüğü Diyarbakır 5 Nolu oldu. Türk devletinin akla hayale gelmeyecek işkenceler karşısında tutsakların tek silahı kendi bedenleriydi. Bedenlerini ölüme yatırdılar. Gösterdikleri büyük direniş ile Kürt halkının mücadelesinin bugünlere gelmesini sağladılar. Kürtlerin tarihine 1. Zindan Direnişi diye geçti.
2. Zindan Direnişi ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından İmralı Adası'nda gösterdi. Türk devleti Öcalan'a tehdit ve şantaj uygulayarak Kürt Özgürlük Mücadelesi'ni tasfiye etmek, teslim almak istiyordu. Kürt Halk Önderi, bu şantaj, tehdit ve teslim alma politikalarını gösterdiği direniş ile boşa çıkardı. Öcalan, demokratik, eşit ve Kürt halkının özgürlüğünü sağlayacak bir çözüm dışındaki tüm yolları kapatarak direnişe geçti. Halen İmralı Adası'nda bu direnişini sürdürüyor.
PKK ve PAJK'lı tutsaklar da 12 Eylül tarihinden beri süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi ile 3. Zindan Direnişi'nin startını verdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü ve Kürtçe önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyorlar. Türk devleti ise açlık grevini kırmak için her türlü yol ve yöntemi deniyor. Tutsaklara su, şeker ve tuz vermiyor. Tek kişilik hücrelere atıyor. Tutsaklara baskı uygulayarak eylemin başarıya ulaşmasını engelemeye çalışıyor.
48 gündür açlık grevinde olan tutsaklar ise talepleri kabul edilmeden bedeli ne olursa olsun eylemi sonlandırmayacaklarını defalarca açıkladı. Yani özgür yaşamı uğrunda ölecek kadar kararlıca savunuyorlar. İşte bu karalılık ve inanç, Türk devletini çok fazla korkutmuş. Bu nedenle eylemi başarısız kılmak için elinden gelen herşeyi yapıyor.
Kısacası Kürt halkı dağda, zindanda sokaklarda ve her yerde özgürlüğü için mücadele ediyor. Bu uğurda bedel ödemekten sakınmıyor.
Bu açlık grevi direnişi insanım diyen herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. Ölümlerin önüne geçmenin tek yolu onların taleplerine sahip çıkmak ve bu yolda mücadele etmekten geçiyor. Tutsaklar da bunu defalarca haykırdı. Zindanların önünde nöbet tutulmasını, milyonların sokaklara dökülüp eylem yapmasını istiyorlar. Gerçekten vicdan sahibiysek, ölümleri istemiyorsak, buna engel olmanın tek yolunun mücadeleden geçtiğini görmek gerekir.
Türkiye'de kısmi de olsa bazı eylemsellikler gelişiyor. Ama Avrupa'daki Kürtler ve demokratik çevrelerin yeterli duyarlılığı göstermediği ortada. 48 gündür bir direnişin sürdüğü ortamda tüm dünyayı ayağa kaldırmak gerekmiyor mu? Zindandan ölüler çıkmasını istemiyorsak o zaman demokratik eylemlerla tutsakların taleplerini duyurmak için daha ne bekliyorsunuz? Binler, onbinler, yüzbinler tutsakların eylemini sahiplenmeli. Yoksa ölümler olduktan sonra ah vah etmenin bir anlamı yok. Ölümlere ortak olmak istemiyorsak, görevlerimize sahip çıkmamız gerekiyor.
Yeni Özgür Politika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder