30 Ekim 2012 Salı

Ölümün Kıyısındakini Ölümle Tehdit Edemezsin

VEYSİ SARISÖZEN

Bu açlık grevi, daha şimdiden bütün ordu komutanlarının, polis şeflerinin, güvenlikçilerin, istihbaratçıların rüyalarına girdi. Başbakan’ın hali hal değil. Adalet Bakanı etrafına bir tuhaf bakıyor. İçişleri Bakanı İsmail Dümbüllü ile Boris Karlof karışımı bir karakter canlandırmaya başladı. Medyadaki işaretler bu sayılanların şu son birkaç gündür, her gece kabus gördüğünü kanıtlıyor.
Böyle kitlesel bir "Ölüm Orucu"na şahit olmamışlardı.


Ölümün kıyısında yürüyenlere hiçbir baskının sökmeyeceğini hemen anladılar. Şimdi tutsaklar "özgür", devlet zindan kapısını kendi üstüne kapattı. Tutsaklar ne yapacaklarını biliyorlar; devletin hükümeti, ordusu, polisi, savcısı, yargıcı, gardiyanı ne yapacağını bilmiyor.


Ölümün kıyısında dolaşanı ölümle tehdit edemezsin.


Ölümle tehdit edemiyorsan, demek ki, tehdit etme, caydırma, korkutma, teslim alma gücünü yitirdin. 


Bir devlet, kendisine isyan edenleri "ölüm" tehdidiyle durduramaz hale gelince, o isyan karşısında yenildi demektir.


Amerikalı generalin tabiriyle "Erdoğan’ın ülkesi" isyan karşısında yenilmiştir.


Hapse atılan Kürt özgürlükçüleri, dışarıdayken hangi tarihsel misyonu omuzlarına aldı iseler, zindanda da aynı misyonla direniyorlar. Onlar dışarıda "kendileri" için hiçbir şey istemediler. Halkın talepleri için üzerlerine yüklenen sorumlulukların gereğini yerine getirdiler. Şimdi de durum böyle. Kendileri için bir şey istemiyorlar. "Halkın önderine" sağlık, güvenlik, özgürlük; Kürt halkına kendi ana dilinde eğitim istiyorlar.


Ve onlar dün nasıl bu talepler için halkın örgütlenmesi, aydınlatılması ve harekete geçirilmesi için bedel ödemeyi göze alarak her mücadelenin ön safında yer aldılarsa, işte şimdi yine, üstelik ön safların da önünde, ölümün hemen kıyısında yürüyorlar. Onlar halka yaşamlarını ortaya koyarak çağrı yaptı…


Ve halk bu çağrının gereğini yerine getiriyor. Kürdistan’ın bütün kentlerinde halk her geçen gün daha kitlesel ve daha militan bir direnişin cesur adımlarını atıyor.


AKP Hükümeti ne yapıyor?


Halkın bu kitlesel, demokratik, barışçıl gösterilerine polisi saldırtıyor. Kürdistan’ın bütün illerinde AKP Hükümeti halkın zindandaki direnişçileri hayata döndürecek kitlesel eylemlerini zorbalıkla bastırmaya kalkışıyor.


Ne olacak?


AKP bu kitlesel eylemleri bastırırsa ne olacak?


30 Ekim günü şehirleri polis ve askerle "işgal" ederse bunun sonucu ne olacak?


Sivil, silahsız, kitlesel direnişin alternatifi zindanda "ölüm" ve dağda "savaş"tır.


Şurası açık değil mi? Eğer 30 Ekim günü "Öcalan’a özgürlük, ana dilde eğitim" için başlayacak olan kitlesel halk direnişi yayılır ve derinleşirse, hükümet bu direniş karşısında "bütünsel muhataplıkla" "müzakere" sürecini başlatacağını açıklarsa, Öcalan’ın üzerindeki tecrit kalkar ve PKK önderi müzakerelere özgürce katılacağı koşullara kavuşursa, ne olur?


Zindanda ölüm olmaz. Herkes hayata koşar ve zindan kapılarını "ölümle" değil, müzakere ile açma gününe yürür.


Dağda doğanın, rüzgarın, kartalların ve sakaların, ağaç hışırtılarının ve "gerilla ezgilerinin" dışında ses duyulmaz. Asker ölmez. Gerilla ölmez. Hayat serin ve temiz sular gibi akar.


Ama sen 30 Ekim günü silahsız, barışçı halkın karşısına polisle, askerle, silahla, gaz bombasıyla dikilirsen, zindanlar ölüme durur, dağda ferman "savaşın" olur.


Adam bağırıyor: Ne serhildan olsun, ne zindan direnişi olsun, ne gerilla olsun, ne Öcalan özgür olsun…


Ne olsun? "Yok öyle yirmibeş kuruşa köfte" bay Başbakan…


Şu anda açlık grevi 48. gününde. Direnişçiler, bana öyle geliyor ki, stratejik bir adım attılar. Halka dayatılan "ataleti" yıkıyorlar ve "silahsız, kitlesel devrimci halk direnişinin" manevi öncüleri olarak yepyeni bir özgürleşme sürecini başlatıyorlar.


Şimdi 30 Ekim'de, umarım, ve kuvvetle umuyorum ki, zindandaki direnişçilerin yükselttiği bayrağı zindan dışındaki "örgüt"(halk) devralacak…Zaten devraldığı görülüyor…


Ve eğer bu hükümet, 30 Ekim günü halkın karşısına dikilme aymazlığına düşmezse, işte bilin ki, o zaman "iyi şeylerin" yolu açılacak ve Türkiye içinden geçtiği bu karanlık tünelden aydınlığa çıkacak…


Yeni Özgür Politika

Hiç yorum yok: