Son
savaşta gösterdi ki Türk basınında köşe tutan yazarların bir çoğu
sadece ırkçı, Turancı, Kürt düşmanı değiller. Aynı zamanda zeka
düzeyleri son derece geri ve bakışları sığ. ‘Kürt meselesi’ denilen
işin arka planı konusunda hem bilgi sahibi değiller, ham de
anlamıyorlar. Daha da açık söyleyelim, bilmiyorlar.
Bilmemek
tabiî ki bir kusur değil. Ancak gerekli itinayı göstermeden, bir konuda
bilgi sahibi olmadan ahkam kesmek kusurdur. Türkiye’de ise bilmeden
konuşmak sanki bir marifetmiş gibi bu türden yazar enflasyonu yaşanıyor.
Aslında dünyanın hiçbir yerinde, bu kadar
çok sayıda her şeyi bilen, her konuda yazmayı, ahkam kesmeyi ve
başkalarına, hakaret etmeyi ve aşağılamayı hak bulan yazar-gazeteci
yoktur. Köşe yazarı da yoktur. Bu sadece Türkiye’ye ‘özgü’dür.
İşte
bu ‘özgün tipler’ Kürt ve Kürdistan sorununda bilgi sahibi olmadan,
bilmeden konuşuyorlar, yazıp çiziyorlar. Açıkçası cahiller. Örneğin bir
çoğu Kandil’i bir ‘tepe’ sanıyor. Federal Kürdistan’ı bir kasaba, PKK’yi
ise üfürdüğün zaman dökülecek marjinal bir grup sanıyor.
Tabii
yer Türkiye olunca bir de bu cehalete ırkçı, Turancı, gerici ve
Kemalist bakış açısı eklenince, karşımıza akıl tutulması yaşayan-hiç
kimse kusura bakmasın- bir ‘geri zekalılar’ ordusu çıkmış oluyor.
Özelliklede
Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yaptığı hava saldırısının başladığı
günden bu yana, ırkçı, Kürt düşmanlığının yanı sıra halk değimiyle
‘üfürükten teyyare, selam söyle o yare’ türünden içi boş yazı ve TV
ekranlarına çıkan cahil uzanmalar sayısında bir patlama oldu.
Belirtmekte
yarar var. Kürtlerin Türk basınının içine düştüğü sefalete ve cehalete
sevindiğini kimse sanmasın. Çünkü bu cehalet ve akıl tutulması rejimin
işini kolaylaştırıyor. Türk basınında ‘köşe’ tutmuş, koltuk ve mevki
sahibi olmuş bu cahil yazar takımı devletin ‘kozmik odalarında’ tümüyle
gerçeği öldürmek için hazırlanan psikolojik savaş ‘oyunlarına’ sazan
balığı gibi atlıyor. Devletin psikolojik savaş uygulamasına koşar adım
gidiyor.
Şimdi bütün köşe yazarları ve
gazete genel yayın yönetmenleri bu kirli işe ‘cahil’ oldukları için
destek vermiyor. Gazetelerin hemen hemen hepsi ve yazarlarında önemli
bir kısmı zeka özürlü olmanın yanı sıra, bu işi bir vazife olarak
görüyor, yapıyor. Yapmayanlar ise farklı yol ve yöntemlerle,
komplolarla ‘oyunun’ dışına itiliyor.
Hürriyet
gazetesinden, Taraf’a, Vakit’ten Sözcü gazetesine, Zaman gazetesinden,
Cumhuriyet’e kadar Kürtler ve Kürt Özgürlük hareketi söz konusu olduğu
zaman aynı dil kullanıyor, aynı manşetler atılıyor, aynı refleksleri
gösteriliyor. Köşe yazarları aynı şeyleri yazıyor.
Muhafazakarından,
sözde liberaline, başı örtülüden, Kemalist’ine, jolelisinden, badem
bıyıklısına hepsi bir an önce Kürtlerin bertaraf edilmesinden
bahsediyor. Seviyeyi dipsiz bir kuyuya dönüştürerek hakaretler ediliyor.
Savaş naraları atıyor. Daha fazla, daha fazla Kürt kanının dökülmesini
istiyor.
Bu savaş kışkırtıcılığına karşı
çıkan bir elin parmakları kadar az olan yazar ve analizcinin sesi ise
duyulmuyor. Gazeteler, TV kanalları resmen ambargo uyguluyor. Hükümeti
eleştirenler ya bir daha gazete sayfalarında, TV programlarında
görülmüyor, ya da gazeteci işinden oluyor.
Ve meydan her boydan ve türden cahile, tetikçiye, özel savaş elamanına, diz çökene kalıyor.
Ayrıca
Türk basında köşeleri olan yazarlar hem cahiller, hem de rejimin
önlerine koyduğu kirli işi bir görev olarak üstlenmekteler, yapmaktalar.
Çoğu zamanda terbiye sınırlarını zorlayarak. Örneğin Kürtlere, onun
partisi BDP’ye, Cemaatin yazarı Hüseyin Gülerce’nin ırkçı demesi,
açıkçası büyük bir hakarettir, Kürtlere karşı yapılmış terbiyesizliktir.
Bu konuda yüzlerce örnek sıralıya biliriz.
Türk medyasının en büyük özelliği ise yalan haber yapmaktır. Yalanı o
kadar ve o kadar sıklıkla atıyorlar ki, bir dönem sonra yalan onların
hayatlarının bir parçası oluyor. Davranış ve düşüncelerini belirliyor.
Kendi attıkları yalan üzerinden, yazılar yazmaya başlıyorlar, analizler
yapıyorlar.
Örneğin bünyesinde sözüm ona
bir hayli ‘entellektüel’ olduğu söylenen Taraf gazetesinin, DTK, BDP,
KADEP, HAK-PAR ve Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerin yaptığı ortak
açıklamayı ’Kürtlerden PKKye dur çağrısı’ diye manşete çekmesi bilerek
yalan atmaktır. Her savaşta olduğu gibi önce gerçeği öldürmektir.
Açıkçası yalan haber yaparak cinayetlere ortak olmaktır.
Örneğin
Kemalist-faşist bir gazete olan Sözcü ile Turancı-İslamcı olan Akit
gazetesi, cemaatin yayın organı Zaman ile,Doğan medya grubunun ‘amiral
gemisi’ unvanını yitirerek itibarsızlaşan Hürriyet gazetesi Kürtlere,
PKK’ye, BDP’ye ilişkin attığı manşetler, yaptığı haberler nerdeyse
aynıdır.
Hatta bu son ırkçı histeri ile
yazarından, analizcisine, manşet atanından, ekranda evlilik pazarcılığı
yapan sunucuya kadar hepsi sadece hepsi cehalet yarışı içinde
değiller,’ben daha fazla küfür ederim’, ‘ben daha iyi hakaret ederim’
yarışı içindeler. ‘Yapmalıyız’, ‘vurmalıyız’, gibi akıl yürütmeler, bu
‘kez başaracağız’ gibi palavra coşku ve gaz vermeler, ‘vurduk’, ‘yüz
teröristi öldürdük’ gibi sahte masa başı ‘vatanseverliği’ ise bin para.
Çuval dolusu var Türk basınında.
Ayrıca
Türk basınında ciddi su başlarını tutmuş olanların bir kısmının kişilik
sorunlarının da olduğu kesin. Bunlar arasında garip kişilikler var.
Örneğin
daha 19 yaşında iken Adana’da bir erkek çocuğa taciz ettiği için
gözaltına alınan birisi bugün bir gazetenin genel yayın yönetmeni. Bir
diğeri evlendiği eşi sayesin medyada yükselen, daha sonra ‘fırsatçı ve
dönek olduğu’ için eşi tarafından terk edilen, Sri Lanka’nın haritadaki
yerini bilmemesine rağmen Kürtler için ‘Cehennem Operasyonu’ önerecek
kadar kana susamış bir TV yöneticisi. Bir diğeri ise kendisinden 37 yaş
küçük ve ayrıldığı eşinin kızıyla evlenen ve ‘Türk vatanı’ için Kore’de
savaşmış eski bir ‘solcu’ tip.
Listeyi uzatmanın bir anlamı yok. Türk basını bunlarla dolu. Hatta bu tiplerden o kadar çok ki, istihtam fazlalığı var.
Bir de ortak yanları Kürt düşmanlığı olan ‘farklı’ kategorilere
ayrılanlar var:
Örneğin; Emre uslu, Mehmet Baransu, Nasihi Güngör gibi polis ve istihbarattan devşirilmiş tetikçiler var.
Beşir Atalay’a bağlı çalışan yeni dönemin psikolojik savaş uzmanlarından badem bıyıklı Hüseyin Gülerce gibiler var.
Namluyu
sürekli Kürtlere doğru tutan ve her taşın altında PKK arama
alışkanlığını kendisine bir saplantı yapan, ‘ince ruhlu’ roman yazarı
Ahmet Altan ve Kürtlerin özerklik talebini, ‘özerk olurlarsa namus
cinayetleri mi bitecek’ diyerek karşı çıkan ‘prof’ etiketli Mehmet Altan
gibiler var.
Kürtlere ve Türkiye’deki
diğer halklara karşı kirli propagandanın bir dönem öncülüğünü yapmış,
şimdi yaşamının geri kalan ömrünü özür dileyerek, ‘günahlarından arınma’
peşinde olan Ertuğrul Özkök, ve bir dönem operasyon bölgelerinde askeri
heliköpterden inmeyen, hakkında polis sorgusuna katıldığı yönünde
iddialar olan Güneri Civaoğlu gibileri var.
Bugün
işini başkasına kaptırmış olsa da bir dönem Türk basınında ‘minik Kuşu’
aracılığıyla ‘efsane’ olan azılı Kürt düşmanı Emin Çolaşan gibi olmaya
özenen Hilal Kaplan gibi sözde gazeteciler var.
Tetikçiliğin
iyi para ettiğini keşfeden, savaş karşıtı yazarları, ‘PKK taraftarı’
diye lanse ederek Ogün Samastlara davetiye çıkaran, sözüm ona demokrat
ve aydın geçinen, Ragıp Duran’ın deyişiyle ‘Osmanlı’dan bu yana var olan
'Dîvân Kalemi’ makamının, aslında pek de becerikli olmayan ama
'perveriş sabisi’ Negahan Alçı gibiler var.
Ha
birde bu gün ki duruşlarıyla, Kürtler akıl veren, şöyle olun böyle olun
diyen ve Erdoğan’ın ‘tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan,
tek dil’ olarak dile getirdiği inkarcı siyasetine boyun eğmediği için,
Kürtlere kendileri gibi ‘sınıf atlamayı’, yani diz çökmeyi, intihar
etmeyi öneren Etyan Mahçupyan gibiler var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder