Barbarların
işi talandır, yıkıp yok etmektir, onun için onların tek düşündüğü yıkım
savaşlarını çok daha üst düzeyde örgütlemektir. Hırslarının sınırı
yoktur. Başarabildikleri en önemli şey toplumun bütün değerlerini
bitirmek ve insanı kendisine yabancılaştırmaktır.
Barış
bombalandığında savaş kaçınılmaz olarak yükselir, savaşın içinde mantık
yoktur, barışta ise mantıksal duygu vardır. İkisi çatışığında eğer
ciddi bir toplumsal taban oluşmamışsa elinde güç olan ön plana çıkar.
Yani savaş güçlenir, çünkü elindeki alet güçtür, iktidardır,
hükmetmedir.
İnsan sosyo-psikolojik bir
varlık olarak güçten, iktidardan yana olur. Bir anda gücünün doruğuna
çıktığına inanır. En büyük odur, ondan başkası yoktur, şiddeti ona yön
verir.
Varlığını savaş üzerine kurmuş insan, devlet veya sistem, hiçbir şekilde toplumsal çıkarları düşünmeden hep saldırır, kazanmadığını görünce de daha çok saldırganlaşır. Hedef tahtasına oturttuğu bireye veya topluma zarar vermek için şuursuzca yönelir, doğaya düşman olur, Karşı tarafa yararlı olabileceği her şeyi yok etmek ister.
Psikolojik manyaklık derecesinde kontrolünü kaybeder, bilmediği, günlük yaşamının dışında olduğu bir yerde, her şeye yabancıdır. En ufak bir gürültü onun korku dünyasını oluşturur. Elindeki silah, onu, topluma, doğaya yabancılaştırır, yalnızlaştırır. Bütün hikâyesi yaşamda kalma korkusuyla daha çok öldürmek olur. Bu onun yaşam biçimi olduğunda artık insani değerleri yok olmuş, sadece konuşan bir varlığa dönüşür.
Savaş bölgesine gönderilen genç insanlar, ‘vatan için ölmek’ gerekir felsefesiyle soyut olarak eğitilirler. Ölmek onun için bir amaçtır, her şeyin merkezinde ‘vatan’ı kurtarmak vardır. Ama yaşamın içine girip, gerçeklerle karşılaştığında fikir ve duygu dünyası alt üst olur. Biran kurtulmak ister. Kiminle, niçin savaştığını yaşamın içinde görünce kendisini sorgulamaya başlar. Vatan kurtarmak için kendisine komutan olanın, yeri geldiğinde her gün kendisine küfür ettiğini, zor anda kaçtığını, en yakınındakini öldürdüğünü görüp yaşadığında, büyük idealler için geldiği ve ölmeyi göze alan kişi, bu kez tersten ölmemek için direnir.
Ölümü
her an pençesinde olduğunu hisseder, ailesiyle her görüşmesinde ‘merak
etmeyin iyiyim’ mesajını verir. Bilir ki kendisini bekleyenler vardır.
Korkularla boğuşur ve en kısa zamanda ailesine ulaşma ümidiyle yaşar.
Savaşçı
asker olmanın, korkusuzca insan öldürmenin kendilerine büyük bir
kişilik vereceği anlatılır. Öyle ki eğitilen kişi, bir anda silahı alıp
gitmek ister, sabırsızlanırlar. İnsanın kişiliği toptan yok edilmesinin
en tipik örneği doğaya karşı yabancılaştırmaktan başlar. Düşman olarak
algıladığını öldürmeden önce doğadaki canlılara düşman edilir.
Askeri eğitim için vadilere bırakılır, eğitilen taarruza geçer, başlar hayvan avlamaya, öğrendiği teknikle yakalayıp anında öldürür. Sonra bunlar filmlere çekilir ve yeniden seyrettirilir. Kişi artık doğaya düşman olmayı başarmışsa, kendisine, ailesine ve topluma zaten düşman olur.
Ancak
gerçeklerin böyle olmadığını girdiği savaşın içinde hissetmeye başlar.
Aldığı eğitimin hiçbir değerinin olmadığını görür. Savaştığı gücün
doğayı kendisinden çok iyi bildiğini anladığında dünyası yıkılır.
Kendisi doğaya düşmanken, karşıdaki doğayla bütünleşip dost olmuştur.
Bilmediği yere neden geldiğini düşünür, yaşamın gerçeklerinin farklı
olduğunu anlar ve güçlü görünen psikolojisi tükenir, sıfırlanır.
Öldürmek için savaşa alınanların önemli bir kesimi ya iç dünyasında güven duygusu yaşayanlardır yani güvensiz bir kişiliğe sahiptirler, ya da genellikle yoksul ailelerden gelenlerdir. Yaşamı yoksulluk içinde geçinen insanlar çok bilinçli olarak tercih edilir. Eline geçecek olan parayı hesapladığında yaşamının ömür boyu kurtulduğunu düşünür. Sıradan bir insanken artık güçlü olacaktır. Ailesini kurtaracak, onlar içinde itibarı artacak, zamanı gelip evine döndüğünde bir kahraman olarak çevresinde saygınlık kazanacak.
Öldürmek
için eğitilenlere, sabit aylıkları dışında önemli teşvik primleri
verilir. Örneğin kelle başına ödül koyarlar. Her öldürdüğü insan için
ayrıca para ödülü alacaktır. Hemen hayal kurar, eline geçeceği ücreti
hesaplar. Bütün dünyası birilerini öldürmek olur. Karşısında savaşçı
yoksa birilerini bulup öldürmek ister, bunun için en yakınında gördüğü
topluluktan birini kendisine kurban seçer, bu bazen bir çoban, bazen 10
yaşında bir kız çocuğu olur. Hedefine saldırır ve hemen düşman olarak
komutanına bildirip ödülünü alır. Böylece çok daha fazla para kazanır.
Kısa zaman dilimi içinde bunu ne kadar çok başarırsa o kadar çok para
kazanacağını hesaplar. İnsanlığına dair hiçbir şey kalmaz. Bulup
öldürmek onun dünyasını sarmalar.
Sonra
bunların adına profesyonel asker denir. Yani işini iyi bilen, parasıyla
iş yapan kişilerden oluşur. Diğer bir bakıma, devletin memuru olup
kiralık katiller olurlar. Dahası bu duruma getirilirler. Öldürmeyi amaç
haline getiren katiller ordusunun sayısı kısa sürede yüz binlerle ifade
edilir. Böylece katiller her mahallede, hatta her sokakta itibarlı
kişiler haline gelirler.
Düşünsel
yetisini esas olarak yetirmiş bu insanların yaşamları kısa sürede alt
üst olur. İşlevleri bittiğinde bir kenara atılırlar. İşe yaramaz tipler
olarak çöp sepetine gönderilirler. Kahramanlık duygusunu taşıyan kişi bu
kez, sıradanlaşmış olarak kişiliksizleştiğinin farkına varır. Eşinin,
çocuklarının, annesinin, babasının korku gözlerle kendisine baktığını
hisseder. Kendisiyle kavgalı olmaya başlar, yaptıklarını unutmak ister,
başaramaz. Kendisine büyük bir kahraman olacağını söyleyen apoletli
komutanları bir daha yüzüne bakmaz. Onlar için yeni avlar vardır.
Yaşlanan kurdun köpeğe maskara olması gibi, bunlarda kendilerini öyle
görürler ve dünyalarında başlar bir kavga.
Bir
kısmı mafyalaşır, devletin dolaylı olarak örgütlediği pis işlerin bir
piyonu haline gelir. Bir kısmı uyuşturucu kullanmaya başlar, psikolojik
bunalıma düşer, bir kısmı tek seçenek olarak intihar eder. Çok az bir
kısmı da yaptıklarını içinde tutamaz, kendisini sorgular, yaptıklarından
utanır ve topluma gerçekleri söylemeye başlar.
Örneğin Amerikan’ın bir Vietnam Sendromu vardır. Birçoğumuz biliriz bunu, aranda yıllar geçti ama Vietnam yenilgisi hala Amerikalıların rüyasına girer. Vietnam savaşına katılan askerlerin çok büyük bir kısmı psikolojik bunalımlara girdi, onlar için özel klinikler açıldı, yıllarca tedavi görenler oldu. Binlercesi uyuşturucu kullandı, yüzlercesi intihar etti. Böylesi bir durumla karşılaşmaları kaçınılmazdı. Çünkü Amerikan çıkarları için binlerce kilometredeki bir ülke işgal edilmiş ve yerle bir edilmişti, binlerce çocuk ve kadın katledilmişti. Bunu yapanlar, rüyada uyanıp gerçeği görünce birer ‘katil’ olarak kullanıldıklarının farkına vardılar.
Örneğin Amerikan’ın bir Vietnam Sendromu vardır. Birçoğumuz biliriz bunu, aranda yıllar geçti ama Vietnam yenilgisi hala Amerikalıların rüyasına girer. Vietnam savaşına katılan askerlerin çok büyük bir kısmı psikolojik bunalımlara girdi, onlar için özel klinikler açıldı, yıllarca tedavi görenler oldu. Binlercesi uyuşturucu kullandı, yüzlercesi intihar etti. Böylesi bir durumla karşılaşmaları kaçınılmazdı. Çünkü Amerikan çıkarları için binlerce kilometredeki bir ülke işgal edilmiş ve yerle bir edilmişti, binlerce çocuk ve kadın katledilmişti. Bunu yapanlar, rüyada uyanıp gerçeği görünce birer ‘katil’ olarak kullanıldıklarının farkına vardılar.
Yıllar sonra Afganistan ve
Irak işgallerinde gelen sendromu izledi. İki ülkenin işgaline katılan
askerlerin büyük bir kısmı psikolojik tedavi görüyor. Bir kısmı intihar
etti. Bazıları da internet sitelerde, Amerikan’ın çıkarları adı altında
dünyanın farklı bölgelerini işgal etmeleri sırasında yapılan
katliamları, vahşeti açıklamaya başladılar.
Amerikalılar bu haksız savaşlarda çok şey kaybettiler. Hastalıklı bir toplum yarattılar. Çok güçlü göründükleri anda dahi zayıf bir toplumsal yapıları olduğu onlarca kez ortaya çıktı. Başkalarını öldürerek yaşamını sürdüren bir toplum yaratmak, katiller ordusu oluşturmak, bir toplumunun ahlaki olarak bitim noktasıdır.
Amerikalılar bu haksız savaşlarda çok şey kaybettiler. Hastalıklı bir toplum yarattılar. Çok güçlü göründükleri anda dahi zayıf bir toplumsal yapıları olduğu onlarca kez ortaya çıktı. Başkalarını öldürerek yaşamını sürdüren bir toplum yaratmak, katiller ordusu oluşturmak, bir toplumunun ahlaki olarak bitim noktasıdır.
Bir başka savaş sendromu da
ülkemizde yaşanıyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyada sınır tanımayan
bir savaş sürüyor..
Silahların, tankların, topların, savaş uçaklarının
konuştuğu bir savaş yaşanıyor. Ama bunun arka planı tamamen bir halkın
özgürlüğünü isteyenlerle onu yok etmek isteyen güçler arasındaki
savaştır.
Türk devletinin yürüttüğü savaş, bütünlüklü olarak doğanın yok edilmesi üzerine kurulmuş bulunuyor. Dağlar bombalanıyor, ormanlar yakılıyor, doğa yerle bir ediliyor, yüzlerce hayvan türü öldürülüyor. Kürtlerin yaşadığı bütün doğal alanlar, düşman kategorisinde görülüp saldırılıyor.
Türk devletinin yürüttüğü savaş, bütünlüklü olarak doğanın yok edilmesi üzerine kurulmuş bulunuyor. Dağlar bombalanıyor, ormanlar yakılıyor, doğa yerle bir ediliyor, yüzlerce hayvan türü öldürülüyor. Kürtlerin yaşadığı bütün doğal alanlar, düşman kategorisinde görülüp saldırılıyor.
Yukarıda belirttiğimiz
gibi Kürt coğrafyasına gelip öldürmek için eğitilen askerler, kısa
sürede gerçeğin böyle olmadığını görüyor. Bir anda ölüm korkusu sarıyor,
‘şehit’ olmak duygusu yerine, ‘buralarda nasıl kurtulurum’ psikolojisi
egemen oluyor. Vatan bekçiliğine soyunan komutanın; çatışmada ilk önce
kaçtığını görünce, ‘vatan’ın anlamsızlaştığını görmeye başlıyor.
Komutanı tarafından öldürülme korkusunu hisseden askerin kişiliğe artık
sıradanlaşıyor. Savaş psikolojisi nedeniyle askeri karakollarda, onlarca
intihar olayı yaşanıyor.
Kürt halkına
karşı yürütülen savaş sendromu, toplum bireylerinin bütün insanı
değerlerini yerle bir etmiş bulunuyor. Kürt coğrafyası yangın yerine
dönmüş, insanlar kimyasal gazlarla öldürülüyor ve hiçbir tepki olmadığı
gibi destekleniyor. İşte insanlığın bittiği yer burasıdır, insanın
kendisine yabancılaştığı noktadır.
Türkiye
toplumu savaş sendromunun altındadır. Devletin yıllardır yürüttüğü
psikolojik savaş yöntemleriyle toplum kendisine yabancılaştırılmıştır.
Bir annenin daha 5-6 yaşındaki bir çocuğunu savaşa gönderme isteminde
bulunmasının başka bir mantığı yoktur. Öyle ki, insanlar katliamları,
vahşetleri kutsanmış bulunuyor. Daha çok insan öldürülmediği için
eleştiriyor. Etik değerleri yok edilen toplum, her şeyi kabullenme
noktasına getirmiş bulunuyor. Bir ülkenin aydınları, yazarları,
entelektüelleri, kitle örgütleri savaş sendromunun etkisi altındaysa o
toplumdaki krizin tahmin edilenden çok daha derindir.
Ancak
bu durum öyle sürgit çok da uzun sürmeyecek. Savaşın kötü psikolojisi
savaş bittikten sonra toplumu sarmalayacaktır. Savaşa karşı çıkan az
sayıda onurlu insan, değişiminin motor gücü olacaktır.
Toplumu
sarmalayan bu tehlikenin ortadan kaldırılması yıllar alacaktır. Bu
toplumsal bunalımın esas sorumlusu devlettir. Temel çözüm de savaşların
sorumlusu devletin tasfiyesiyle olur.
gokyuzu9aol.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder