31 Ağustos 2011 Çarşamba

Mahçupyan ve Kişilik İntiharı


Türkiye‘nin liberal eliti Kürt özgürlük mücadelesiyle hiçbir zaman bugün olduğu kadar karşıtlık ve çatışma içinde olmadı. 

imageDaha birkaç yıl öncesine kadar Kürt hareketiyle ortak cephede militarist sisteme karşı mücadele eden liberal kesim, sistemin çökmeye  başladığı ve Türkiye’nin kendine yeni bir paradigma aradığı günümüzde ise İslami kesimle kol kola girmiş Kürtlerin üzerine yürüyor!

Yürürken de özgür düşünce ve demokratik zihniyet gibi liberalizmin bütün değerlerini ayaklar altına alıyor.

Siyasal ortam değişince; Kemalizm geri çekilince ve onun yerine devlete AKP yerleşince liberal kesimin safı ve hedefi de değişti.
Türkiye’nin entelektüel düzeyi düşük Siyasal İslamı (AKP), ‘kalite’ açığını liberalleri transfer ederek kapatma yoluna gitti ve kısa sürede bunları kendine göbekten bağımlı hale getirdi.
Şimdi bunun meyvelerini topluyor.

Liberal kesim şimdi sadece AKP’de cisimleşmiş Ilımlı İslami düşünceyi savunuyor. Yalnızca ona özgürlük tanıyor. Onun dışındaki her dinamiğe ve görüşe ise var gücüyle karşı çıkıyor.
Geçmişte Kemalizmin ona yaptığını, o da şimdi yeni sistemin de muhalifi olan Kürtlere yapıyor! 

İktidarın (rantın) el değiştirmesiyle birlikte güçlenen ve medya alanında önemli mevzileri ele geçiren liberal kesimin sayesinde Türkiye’de bugün çok sesliliğin yerini tek seslilik almış bulunuyor.
 Liberal destekli AKP despotizmi önüne çıkanı ezip geçiyor. Buna bir tek Kürtler direnebiliyor. Bu da sistemin yeni efendilerinde korku ve tedirginlik yaratıyor. 

Sistemin yeni patronu AKP’nin angaje ettiği liberal elit Kürtlere bu yüzden saldırıyor. Kürtleri susturmak, demokrasinin bu güçlü kalesini düşürmek ve AKP için dikensiz gül bahçesi yaratmak istiyor.

Siyasi İslama göbekten bağlanan ve işi gücü bırakıp, AKP despotizmini körüklemeye çalışan liberal kesim, göbekten bağlı olduğu iktidara Kürtleri de kuyruktan bağlamaya çalışıyor.
Taraf Gazetesi’nin başını çektiği liberal cephe birkaç yıldır bunun çabasını veriyor.

Liberal cephenin Kürt özgürlük mücadelesiyle karşıtlığı ve çatışması iktidarın (rantın) el değiştirmesinden ve yeni otoritenin (AKP), bu kesimi kendine bağımlı hale getirmesinden kaynaklanıyor. 

Psikolojik savaşın en önemli ‘propaganda araçlarından’ biri olan liberal elit, Danişmend’in, ‘bozulmuş toplumlarda bozulmamış olanlar suçlanır’ sözünü haklı çıkarırcasına, AKP karşısında kişilikli bir duruş  sergileyen Kürtlere akla ziyan suçlamalar yapıyor.
Kendi kişiliksizliğinin üzerini de Kürt siyasetini PKK ve Öcalan karşısında ‘kişilikli duruş’ sergilemediği eleştirisiyle örtmeye çalışıyor. Kürt dinamiğini kendisi gibi AKP’ye boyun eğmeye zorluyor. Bütün enerjisini Kürtleri - AKP adına- teslim almak için tüketiyor. 

Tabii, başaramayınca da sinir krizlerine giriyor. Bağırıp çağırıyor; hakaretler edip, tehditler savuruyor...

Türkiye‘nin önemli liberal yazarlarından Etyen Mahçupyan da bu kervana katılmış ve  ‘vurun abalıya‘ misali, Kürtleri ‘şamar oğlanına‘ çevirmiş bulunuyor.

Mahçupyan da diğerleri gibi lejyoner bir asker gibi davranıyor.  Vuruyor da vuruyor.

 AKP merkezli yeni sistem diğerleri gibi ona da ‘intihar saldırısı‘ yaptırıyor. Cemaatin medyasında üstlendiği görev Mahçupyan‘ın da kişiliğine kirli bir kemend gibi dolanıyor.
İnsan onun içine düştüğü  duruma üzülüyor ama, elden bir şey gelmiyor.

27 Temmuz günü, ‘Mağduriyet ikilemi‘ başlıklı yazısında şunları yazıyor:
‘Kürt siyaseti, tam da haklı taleplerinin vicdanen teslim edildiği noktada, hak arayışı mücadelesini kaybetme noktasına sürükleniyor. Pusu kurarak, şantaj yaparak, özerklik ilan ederek yürütülen siyasetin sonucu, Kürt siyasetinin henüz konuşmayı beceremeyecek bir noktada olduğu kanısının tüm dünyada tescilidir…‘

‘Elinize siyaset, yani konuşma imkânı geçmişse ve taleplerinizi bu yolla elde etme şansınız varsa, artık şiddeti ve onu manen besleyen mağduriyet algısını aşmanız gerekir. Aksi halde mağduriyet siyaseti sizi gelecekte de mağdur durumda bırakacak yeni durumları tetikler ve üstelik kimse de dönüp gözünüzdeki yaşa bakmaz.‘
 
‘Temsil ve sorumluluk‘ başlıklı 21 Ağustos tarihli yazısında ise şöyle diyor:
 
‘ Kendi eliyle bu potansiyeli mahveden bir harekete kimsenin acımayacağını idrak etmek lazım.‘
 
‘Kürtler çözüm istiyor mu?‘ başlığıyla kaleme aldğında yazısında ise Ermeni ve Kürt sorunu arasındaki ‚benzerlikten‘ yola çıkarak şunu söylüyor:

‘O dönem Ermeniler çözüm istediler ama ne konjonktür ne de muhatap açısından uygun koşullar yoktu. Böylece İttihatçılar devletin orantısız gücünü kullanarak işi soykırıma kadar götürdü… Bugünün 'Kürt sorunu' ile, geçmişin 'Ermeni sorunu' arasında açık bir paralellik bulunmakta. 

‘…Hiçbir dönemde bu kadar uygun koşul bir arada olmadı. Hedeflerine ulaşmak isteyen bir Kürt siyaseti sizce nasıl davranırdı? Örneğin silah bırakmadan sınır dışına çıksa ve sürekli ateşkes ilan ederek devleti siyasetle, kamuoyuyla ve dünyanın vicdanıyla karşı karşıya bıraksaydı ne olurdu? 

Acaba PKK niye bunu yapmıyor? BDP'nin kişiliksizleşmesi, siyasetten uzaklaşması ve şiddetin uzantısı konumuna yerleşmesi, acaba Kürt siyasetini niçin rahatsız etmiyor?..Kısacası acaba gerçekte 'Kürtler' çözüm istemiyor mu? Yoksa bütün bunlar bir başka tarihsel ahmaklık örneğinden mi ibaret?.‘

Ve son olarak; 24 Ağustos günü ‘Kürt siyasetinin intiharı‘ başlıklı yazısı:
 
 …Görünen o ki, başını PKK'nın çektiği Kürt siyaseti aslında barışa hazır değilmiş... Toplumdaki değişimin AKP hükümetini daha önce hayal bile edilemeyen önerileri tartışma noktasına getirebileceğini öngörememişler…Toplumsal aktörlerin intiharı genellikle bir yabancılaşmadır zaten! ‘

Mahçupyan ezcümle; ‘Elinize geçen fırsatın kıymetini bilin, AKP’nin verdiğiyle yetinin,  gelin siz de bizim gibi biat edin, siz zaten siyaset bilmezsiniz, adamlar sizi ezer geçer ve kimse de gözünüzün yaşına bakmaz‘ diyor. 

Soykırımı kurbanı olan Ermenileri ‘aptallıkla‘ suçlayacak ve Kürt halkını da bundan ‘ders almaya‘ çağıracak kadar da kendinden geçiyor. 

 Yazdıkları onun izan ve vicdan sahibi olmadığını gösteriyor. Bu yüzden de bunları ele alıp tartışmak, şöyle değil, böyleydi demek, abesle iştigal anlamına geliyor.  

Ona sadece, kişilik intiharı yaptıran ‘yabancılaşmanın‘ ne menem bir şey olduğunu sormak ve bunun da yanıtını tarihe bırakmak gerekiyor. 

Mahçupyan için bundan başka bir söze gerek kalmıyor.


Hiç yorum yok: