10 Nisan 2012 Salı

Bölgesel Savaş

Adil Bayram

 
AKP politikaları pul pul dökülüyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın açıklamaları ardından iç çatışma beklenirken, savaş haberleri dışardan geliyor. Herkes Suriye’ye odaklanmışken, bir anda İran savaşı gündeme oturuyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Sivil yönetim” görüntüleri gittikçe daha çok kayboluyor. Artık bir “Savaş yönetimi” gibi hareket ediyorlar.

Öyle anlaşılıyor ki, Güney Kore görüşmeleri bölgede yeni bir kararın hayata geçirilmesinin başlangıcı oluyor. ABD yönetiminin “İran savaşı” için düğmeye bastığı açığa çıkıyor. İran’ı oyalamaya artık Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Ustalığı” da yetmiyor. Gerçekleri daha iyi okuyan İran yönetimi restini çekiyor.

Şimdi herkes şaşkınlıkla şunu soruyor: Ne oluyor? Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın İran’a karşı bu ağır sözleri de neyin nesi? Şimdiye kadar İstanbul’u görüşme yeri yapan İran, neden şimdi yer değiştiriyor? AKP-İran dostluğu artık sona mı eriyor?

İran yönetiminin Bağdat ve Şam’ı “Müzakere yeri” olarak göstermesi, besbelliki açıkça söylemeden “Müzakereden çekilmek” oluyor. Bu önerileri ABD ve Avrupa yönetimleri kabul etmeyeceğine göre, İran ile “Nükleer enerji pazarlığı” sona eriyor. Bu da savaşın gündeme geldiğini gösteriyor.
Peki şu anda savaşı İran mı tercih ediyor? Hiç sanmıyoruz! İran’a kalsa oyalama politikalarını sürdürür gider. Öyle anlaşılıyor ki, mevcut savaş durumunu ABD yönetimi gündeme getiriyor. Aslında İsrail şimdiye kadar İran savaşını gündemleştiriyor, ABD geri itiyordu. Şimdi ABD yönetiminin de İran savaşını öne aldığı görülüyor.

Peki neden? Herhalde Suriye’ye vurmadan İran’ı zayıflatmak istiyor da ondan. ABD yönetimi, İran mevcut gücünü korurken Suriye’ye vurmayı kendisi açısından yanlış buldu. İran gücünü korurken Suriye savaşında başarılı olamayacağını değerlendirdi.
Herhalde yine Suriye yönetimini öncelikli olarak değiştirme politikası izleyecek. Yani burda bir değişiklik yapmayacak. İran’da yönetim değişikliğini Suriye’nin önüne koymayacak. Şimdiye kadarki “Önce Suriye yönetimini düşürerek İran’ı kuşatma politikası”nı sürdürecek. Fakat bunu yaparken, Suriye savaşında başarılı olabilmek için, belliki İran’ın gücünü zayıflatmak isteyecek!

Mevcut gelişmeler böyle bir politika durumuna işaret ediyor. Bu da İran’ın ekonomik ve askeri gücünün öncelikle vurulacağı anlamına geliyor. Böylece ABD’nin güncel politikası İsrail’inki ile çakışmış oluyor. Şimdiye kadar İran savaşını ABD’nin geriye itmesi çatışmaları önlüyordu. Şimdi ABD yönetimi de “Öncelikle İran’a vurmaya” karar vermiş olduğuna göre, İran savaşının başlaması her an beklenebilir.
Yine de yanlış anlamamak lazım. Her an derken hemen İran savaşı olacak anlamına gelmiyor. Çünkü Amerika’da başkanlık seçimi var. Bu seçim ABD politikalarında öncelik taşıyor. Böyle bir seçim öncesi Obama yönetimi, seçimi riske atıcı girişimlerden elbette uzak durur. İran savaşı ise, elbette çok riskli bir iştir. Kaldıki ABD Demokratlarının bu konuda bir de 1981-82 deneyimi vardır. O nedenle İran savaşı Amerika’daki seçimin ertesine kalabilir. Ancak burada önemli olan, ABD’nin zayıflatmak amacıyla İran’ı vurmaya karar vermiş olmasıdır.

Suriye üzerindeki mücadelenin, Tunus, Mısır ve Libya’dan çok öteye bölgesel bir karaktere sahip olduğunu, Suriye savaşının bir bölgesel savaş olduğunu hep belirttik. Şimdi İran savaşının bu biçimde gündeme gelmesi bu görüşü doğruluyor. Suriye’deki çatışmalar giderek Akdeniz’den Afganistan’a kadar uzanan hatta yaşanan bir bölgesel savaş halini alıyor. Tabi küresel boyutları da çok olan bir bölgesel savaş.

Bu durumda Kofi Annan ve benzerlerinin çabası ancak oyalama ve zaman kazandırma rolü oynayabilir. Suriye üzerinden gerçek bir Ortadoğu savaşı içine girilmiştir. Bu, sonucu şimdiden kestirilemeyen bir savaştır. Suriye’deki çatışmalar bir iç çatışma değil, bölgesel ve dış çatışmadır. Dolayısıyla “İç çözüm arayışları” ile sonuçlanmaz. Ancak sorunlara “bölgesel çözüm arayışları” sonuç yaratabilir.

ABD Başkanı Obama’nın Tayyip Erdoğan ve Mesut Barzani ile görüşmelerini, Tayyip Erdoğan’ın Tahran ziyaretinin sonuçlarını, en son AKP-İran atışmalarını bu temelde değerlendirmek daha anlaşılır olmaktadır. Bu da esas olarak AKP’nin izlediği İran politikalarının da sonuna gelindiğini göstermektedir. Artık eski Arap yönetimleriyle olduğu gibi, mevcut İran yönetimiyle de “Dostluk politikası”nın sonuna gelinmiştir.

Gerçek bu olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’ın bu politika değişikliğine ne kadar hazır oldukları, Tahran’a giderken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu durumu ne kadar öngördüğü belli değildir. Hem Tahran görüşmesi sonrası yapılan açıklamalar, hem de İran’ın yer açıklaması ardından verilen tepkiler, yüzlerdeki şaşkınlık, pek de öngörmediklerini göstermektedir.

Çünkü, politika değişikliği AKP iradesiyle olmamaktadır. ABD politika belirlemekte, AKP de adeta jandarması gibi onu uygulamaktadır. ABD politikalarının peşinden sürüklenmekte, bu politikaların taşeronluğunu yapmaktadır.

Bu taşeronluk politikası AKP’ye de, ülkemize de felâket getirebilir. Nitekim “PKK’ye karşı destek almak” için gittiği İran’dan, Başbakan Erdoğan savaşla çıkmıştır. Tüm Arap yönetimleri ile savaş ardından, şimdi de İran ile savaş ülkemizi nereye götürür? Buna bir de PKK’ye, yani Kürtlere karşı savaş eklenirse, o zaman ülkemizin ve halkımızın durumu ne olur?

Belliki AKP ülkemizi gerçek felâketler içine atmıştır. Bunu daha da yayma ve derinleştirme çabasındadır. Politikaları iflas ettikçe batağa daha çok saplanmaktadır. Bölgede herkesle savaşırken, aceba “KDP dostluğu” AKP’yi kurtarmaya yetecek midir? Onun da ne kadar dostluk olacağı hiç belli değildir.

Suriye üzerinden gelişen bölgesel savaş, tüm güçler açısından çok ciddi bir durumdur. Süreç Birinci Dünya Savaşı ve sonrasına çok benzemektedir. Bu nedenle çok akıllı ve dikkatli olma gereği vardır. Böyle bir durumda ne İttihatçı politikanın, ne de Damat Ferit politikalarının felâketten öteye bir sonuç vermediği görülmüştür. Kemalizmi olduğu gibi tekrarlamanın da koşulları yoktur.

O halde ülkemiz için mevcut koşullara uygun düşen yeni politikalara ihtiyaç vardır. Bunlardan biri ve birincisi gerçek demokratikleşmedir. İkincisi ise, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türk-Kürt gerçek kardeşliğinin yaratılmasıdır. Ancak demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü toplumumuzu özgür ve bütünleşmiş bir irade haline getirebilir.

Demekki içine girilen bölgesel savaş sürecinden AKP’nin taşeronluk politikalarıyla başarı kazanmış olarak çıkılamaz. Ancak demokratikleşme ve Kürt sorununu çözerek ülkemiz bu süreçten başarıyla çıkar.

Kaynak: Ozgur Politika

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: