10 Nisan 2012 Salı

Cemaat Çöplüğündeki Horoz

Muhittin CEMİL - Ender KARADENİZ

Gerçekler inatçıdır. Mızrak çuvala sığmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz. Hakikat girmeyen eve iç savaş girer...

Bu son söz “ata sözü” değil. Medya Diyalog sözü.


Ve hakikat adım adım birilerinin kafasına dank etmeye başladı bile. Cemaat ve Hükümet “iç savaş”a benzinle koşarken, Cemaatçilerin arasında bile bu gidişten kaygı duyanlar seslerini yükseltmeye başladı.


İhsan Dağı, Cemaat’in “resmi merkez organı” Zaman Gazetesi'nde yazıyor. Tehlikeyi sezmiş gibi. Bakınız neler diyor:


“Sonuç olarak Türkiye kritik bir noktada. Bırakın yeni anayasa yapmayı, mevcut demokratikleşme seviyesinin muhafazası bile yükselen milliyetçilik ve buna hassas siyaset nedeniyle zora girebilir.


Belirleyici olan AK Parti’nin alacağı pozisyondur; AK Parti yükselen milliyetçi dalganın üzerinde siyaset yapmaya yönelirse devlet de otoriterleşir. Yok, milliyetçiliğe teslim olmak yerine onu dizginlemeyi ve yönetmeyi tercih ederse dalga kırılabilir, Türkiye sakin sulara ulaşabilir. Bunun için AK Parti’nin Kürt sorununda ‘güvenlikçi’ politikadan ‘açılım’ ve diyalog yaklaşımına geri dönmesi; Ermeni katliamı konusunda Dersim katliamı kadar cesur olması ve ezber bozması; dış politikayı içeride milliyetçiliği kabartacak bir tonda kullanmaktan kaçınması gerekir.”


Bu sözler, hükümetin “yeni” stratejesi denilen Ergenekoncu “inkar ve imha” stratejisinin geçenlerde Milliyet ve Taraf’ta açıklanmasından sonra edilmiş. O nedenle anlamlı.


Ama biz yine de İhsan Dağı’yı uyaralım. Cemaat çöplüğünde “erken öten horoz” olabilir. Mehmet Altan “AKP çöplüğünde” erken ötmüştü de... Bizden söylemesi...

 
Alıngan bir T 24 yazarı

KCK Konsey Başkanı Murat Karayılan medyayı eleştirdi ve şöyle dedi: “Türk basını iki yüzlü bir basındır. Sömürgecilik ve yalan üzerine gazetecilik yapıyorlar. Onun için doğru gazetecilik yapmıyorlar. Belki bazı köşe yazarları, kimi gazeteciler var, onlara saygımız vardır. Ama genelde Kürdistan’daki gelişmeleri, gerçekleri görmüyorlar. Katledilen Kürtleri görmüyorlar, Kürt insanını insan olarak görmüyorlar. Ayrımcılık yapıyorlar, bu basını kınıyorum.”

Karayılan’ın bu eleştirisine, T 24 adlı internet sitesinde Doğan Akın adında birisi yanıt verdi:

“PKK’nın iki numaralı ismi Murat Karayılan’ın da hedefinde ‘Türk basını’ vardı” diye başlayan yazar, “Karayılan’dan öğrenilecek bir gazeteciliğe ihtiyacımız yok” diye bağırdı. Ve şöyle devam etti: “Talimatlarınızı, emir-komuta zinciri içinde yayın yapanlara verin. Gazeteciliğin gerçekler dışında hiçbir yere sadakat borcu yok.”

Bu adam belli ki kendisini “Türk basını” sanıyor. Karayılan’a “Türk basını” adına yanıtlar veriyor.

Medya Diyalog bu yazarı tanımıyor. Ama Oya Baydar’ı tanıyor. Ona soruyoruz, Karayılan’ın yukarda alıntılanan sözleri Cemaat ve AKP medyasında yazan çoğunluğu tastamam yansıtmıyor mu? Sizin yazar neden bu sözleri üzerine alıp, hindi gibi kabarıyor.

Arkadaşınızın “afili” davranışına bir şeyler deyin bari... Şöyle: “Doğan Akın kardeş, biz T 24 olarak ‘Türk’ basını değiliz, alınganlığa gerek yok, bırak senin bu laflarını Cemaatçiler ve Mehmet Altan’ın yerini alanlar versin...”

Evet, evet... T 24 Türk basını mıdır?



Vehbinin kerrakesi...

Taraf gazetesi “sistematik iş” yapıyor. Organize bir beyin harıl harıl çalışıyor.


Siz “masum” bir söyleşiyi “merakla” okurken, arkanızdan esaslı dümenler çevriliyor.


Geçen hafta Neşe Düzel, Taner Akçam adındaki eski bir “ihtilalci” yeni bir profesörle söyleşi yaptı. Söyleşinin en dikkate değer yanı, bu şahsın “ayrılıkçılığı”, “ayrı devlet kurmayı” değil, Kürtlerin Türklerle uzlaşmak için kabul edeceklerini açıkladığı “özerkliği” hedef tahtasına koymuş olmasıydı. Şöyle diyordu bu şahıs:


“Özerklik, etnik temelde çözüm arayışıdır. Bu, ulus devletin çekirdeğidir. Light devlettir bu. Böyle bir çözümle bölgede kan gövdeyi götürür.”


“Otonomi çevresinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısaca, özerk bölge kurulması çatışma getirir.”


Tam da hükümetin Milliyet ve Taraf’ta yayınlanan stratejisine uygun. Zamanlama müthiş. Söyleşide “özerklik kan gölüne çevirir, en iyisi Avrupa yerel yönetimler sözleşmesi” deniyor. Birkaç gün sonra hükümet “Anayasada özerklik yok, belediye reformu var” deniyor. Bunları artık “bölücük” suçlaması da kesmiyor; “özerklik” talebi “kan dökülecek” umacısıyla sunuluyor.

Neyse. Devam edelim...


PKK’ye saldırılarla dolu bu söyleşiye Özgür Politika’da Mustafa Karasu’nun verdiği yanıt Kuyerel’de yayınlanınca da, Zeynep Tanbay’dan Halil Berktay’a  kadar bir koro “bu yazı yayınlanamaz” diye bağırdı. PKK’ye ağzına geleni söyleyen ve “özerklik bölgeyi kan gölüne çevirir” diye “Ergenekon” ağzıyla konuşan bu şahsa Karasu’nun “devlet ağzıyla konuşuyor” demesi “nefret suçu”ymuş.


En iyisi biz bu zevatın “tık” diyemeyeceği bir saygın ağızdan Taner Akçam’ın hangi “ağızla” konuştuğunu öğrenelim. İsmail Beşikçi şöyle yazdı:


“Taraf Gazetesi’nde, 12-14 Mart 2012 tarihleri arasında, Neşe Düzel’in Taner Akçam’la yaptığı bir röportaj yayımlandı. Bu röportajı şaşırarak okudum. Hrant Dink’in katledilmesinde, Hrant Dink Davası’nda, Ergenekon’u eleştiren, İttihat ve Terakki’den bu yana, Ergenekon politikalarına şiddetle kaşı çıkan Taner Akçam, konu Kürdler olduğunda Ergenekon politikalarını ve uygulamaların aynen benimseyerek Kürdleri korkutmaya çalışıyordu. ‘Bireysel haklarla yetinin, daha fazlasını istemeyin, yoksa ortalık kan gölüne döner’ diyordu. Bu tam anlamıyla Ergenekon söylemidir.”


Hoca da mı “nefret” suçu işliyor. Ne narin bir çiçekmiş bu şahıs böyle...

 
Nazlı Ilıcak klasiği ve alçaklar

Medya Diyalog Nazlı Ilıcak’ın bir süredir Cemaat yanlısı yazılarını dikkatle izliyor. Onda bir değişim hali olduğunu saptıyor.

Ama Nazlı Ilıcak yine de Nazlı Ilıcak’tır. Milliyetçidir, Kürt Özgürlük Hareketi’nden hazzetmez. Tipik bir “beyaz Türk” halleri vardır. Ama yine de onda bir gazetecilik damarı olduğu inkar edilemez. Bazen “doğruya doğru, eğriye eğri” deyiverir. İşte size bir Nazlı Ilıcak klasiği:

“Nevruz’un, illâ ki 21 Mart’ta kutlanması ısrarı, resmi açıklamalara bakılırsa, provokasyon endişesinden kaynaklanıyor. Oysa kutlama dolayısıyla bombalar patlatılacak, çatışma çıkacaksa, aynı tertibe 21 Mart’ta da başvurulabilirdi.

İkinci gerekçe: ‘BDP, pazar olsun istiyor; çünkü ancak o zaman kalabalıkların katılımını sağlayabilir.’ Bunda ne var? Bir siyasi partinin, kutlama daha kalabalık olsun arzusu kınanacak bir mesele mi?”

Bu kısacık paragraf, AKP hükümetinin mahkumiyet belgesi gibi bir şeydir.

Çünkü bu paragrafta ilgili bütün hükümet yanlısı medyadaki hükümet yasağıyla ilgili savunmalar çökmüştür.

Bu savunmacı köşe yazarlarından hiçbiri ortaya çıkıp, Ilıcak’ın bu paragrafına “tık” diyemez.

Diyemez ama, ahlaksız, alçak, namussuz laflar etmeye de devam ederler.

Etsinler. Ahlaksızlığa, alçaklığa, namussuzluğa ne kadar devam edilirse, o kadar ahlaksız, alçak ve namussuz olunur.
 

Hürriyet ve Milliyet’te 5’inci kol

Hürriyet gazetesini Kürt sorununda Taha Akyol ve Milliyet gazetesini de Fikret Bila bloke ediyor. Bunlar bu iki gazetede hükümetin Kürt sorunuyla ilgili politikasını eleştiren demokrat köşe yazarlarını etkisiz kılmakla görevli.


Nitekim, geçtiğimiz gün Fikret Bila hükümetin sözde “yeni” Kürt stratejisini Milliyet’in manşetine taşıdı. Ve on maddelik stratejiyi aktardıktan sonra  yaptığı yorumda, adeta Newroz yasağına ve polis şiddetine itiraz eden Milliyet yazarlarını tıpkı Başbakan gibi hizaya girmeye çağıran şu sözleri yazdı:


“PKK ve Kürt sorunu, ulusal nitelikte bir sorundur. PKK ile mücadele ve Kürt sorununun çözümünde Türkiye’nin ortak bir akılla hareket etmesi gerekir. Özetlemeye çalıştığım stratejide bunun izleri görülüyor.


Bu stratejinin ulusal bir nitelik ve güç kazanması için çalışmalar hakkında muhalefet liderlerinin bilgilendirilmesi, onların da görüş ve önerilerinin alınması; toplumsal ve siyasal uzlaşmaya dayalı bir ulusal stratejinin yürütülmesi bakımından faydalı olacaktır.”


Bila, eskiden askeri vesayet güçlerinin ve bu arada Baykal’ın sözcülüğünü yapıyordu. Şimdi “Cemaat vesayeti” güçlerinin ve Başbakan Erdoğan’ın sözcülüğüne soyundu.


Hürriyet’te de Taha Akyol gazetede artan hükümet eleştirilerine ve Kürt sorununda izlenen çizgiye yönelik itirazlara karşı sesini yükseltti. Şöyle yazdı:


“Fakat etnik milliyetçiliğin terör tehdidi tırmanırken ‘barış olsun’ diyerek masaya oturmak onun saldırganlığını artırıyor. İngiliz Başbakanı Chamberlain’ın  ‘barışı kurtarmak’ için izlediği ‘yatıştırma’ politikasıyla verdiği tavizler Hitler’i cesaretlendirmekten başka neye yaramıştı? Onun için ben ‘siyasetle müzakere, terörle silahlı mücadele’ formülünü yaşamakta olduğumuz süreçte doğru buluyorum.”


O bu siyaseti doğru bula dursun, 1970’leri yaşayan kuşaktan insanlar, bu eski faşistin Chamberlain’ın “Hitleri yatıştırma” siyasetini eleştirmesine gülüyorlar. Gülmeyin. Faşistin faşizme karşı konuşması da bir faşist demagojidir. Unutmayın. Adamın amacı “yatıştırmamak”, yok etmek. Bu amaç için kendi kendisine bile küfredebilir...

Özgür Gündem

Hiç yorum yok: