Ben “ruh hekimi” değilim. “Deli delinin halinden anlar” demeyeceğim, ama insan insanın halinden anlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ruhi durumu iyi değil. Konuşmalarından anladığım budur. Okuyun da bir düşünün: “Şunu ifade etmek istiyorum, biz ancak savaş meraklısı değiliz, savaştan da uzak değiliz. Bu millet yeri gelmiş kıtalar arası savaşları da görmüştür. Yurtta sulh cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur. Bizim can damarımıza bastıkları zaman o zaman sulh konuşamayız. Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur”
Ruhsal durumu dengede olan bir insan böyle konuşur mu?
Her satırını yeniden ve yeniden okuyun. Defalarca okuyun. Ezberleyin. Ve yolda yürürken kendi kendinize tekrar edin.
“Savaş meraklısı değilmiş”, ama “savaşa da uzak değilmiş”... Savaş, barış meselesinde “merak”, şimdiye kadar siyaset ve diplomasi tarihinin “kaydetmediği” bir “hastalıktır.” Çünkü tarih “merak” yüzünden savaş yapan bir zırzopa hiçbir zaman rastlamadı. Hitler de, Napolyon da, İskender de ve AKP Kongresi’nin baş misafiri Alpaslan da “savaş meraklısı” değillerdi.
Bunlar savaşlara “merak” yüzünden değil, “çıkar” yüzünden giriştiler.
Ama bu sayılanlardan İskender ve Alapaslan’ı bilmeyiz ama, ne Hitler, ne de Napolyon, halklarına ve dünya kamuoyuna, “ben savaştan uzak değilim” gibi garip, garip olduğu ölçüde manasız ve abes bir söz söylememiştir. Bunlar asla “savaşa yakın” olduklarını itiraf etmemiştir; “düşmanlarının” “savaşa uzak değiliz” dediklerini iddia etmişlerdir.
Yakın dünya tarihinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı eşiklerinde, hiçbir devlet adamı Türk Başbakanı gibi konuşmamıştır; onların diplomatları bütün kurnazlıklarıyla savaşın sorumluluğunu karşı tarafa yıkmaya çalışmıştır. Ecevit’i hatırlayın; adam Kıbrıs’ı savaş yoluyla işgal etmeye giderken Kıbrıs savaşına, “Barış Harekatı” demişti.
Bizimkine ne oluyor?
“Bizim millet yeri gelmiş kıtalararası savaşları görmüştür” derken, nasıl bir ruh haliyle konuşuyor? Onu dinleyen devletler, iktidarlar, komşu ülkeler ne düşünüyor? Bu lafların yanında, AKP Kongresinde, “bizim 30 küsur ülkede şehitliğimiz var, oralara neden gittiysek aynı nedenle yine gidiyoruz” laflarını da hatırlayınca, bu sayılanlar ne diyor olabilirler!
Türkiye’yi “tek adam” olarak yöneten bu Başbakan neler “sayıklıyor”?
“Yurtta sulh, cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur” cümlesini alın, büyük bir afiş haline getirin ve odanızın duvarına asın. Bakın ve düşünün: Başbakan 70 milyonun kaderiyle nasıl da oynuyor... Sanırsınız ki, “Yeni Zamanlar”da, Charlie Chaplin, dünya atlasını temsil eden balonla oynuyor; yer küremizi havaya atıyor, arkasını dönüp poposuyla bolonu zıplatıyor, sonra balona arkasını dönüp, topuguyla bir vuruşta onu havalandırıyor, kafasıyla, omzuyla balonu sektiriyor. Hazret sanırsın Şarlo ya da Alex...
“Yurtta sulh ve cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur”muş... Yani bir devlet, eğer “yurtta sulh ve cihanda sulh” diyecekse, onun “yurdunda sulh ve cihanında da sulh” olmalıymış. Yoksa, “yurtta sulh ve cihanda sulh” zaten olamazmış. Ne olurmuş: Sulhun olmadığı yerde sulh olmazmış...
Biz mi “oynattık”, arkadaşın laflarından hiçbir şey anlamıyoruz, yoksa arkadaş bizimle maytap mı geçiyor...
“Sulh yoksa, sulh için çalışmam, ama yurtta da, cihanda da savaşırım” demeye getiren bir Başbakanımız var. Herkes aklını başına toplasın...
Herkes aklını başına toplasın, çünkü aşağıdaki sözleri söyleyen kişiye, bu memleketin Büyük Millet Meclisi “savaş ilan etme yetkisi” vermiş bulunuyor; elinde “savaş yetkisi” olan bu kişi insanlığa karşı şöyle bağırıyor: “Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur.”
Tehlike büyük. Eğer Başbakan bu lafları inanarak ediyorsa, bu laflar Türk dış politikasının icabı olarak sarfedilmişse, bu Başbakan bu lafları “aklı başındayken” dillendirmişse, bilin ki, memleket büyük bir tehlikenin eşiğindedir. Türklerin Başbakan’ı etrafı ateşe vermek üzeredir.
Barışseverler Başbakanı durdurmalıdır. O, nereye gittiğini, belli ki bilmiyor.
“Barış mi? Ne barışı?” diyen bir Başbakan gördünüz mü, duydunuz mu? Böyle konuşan bir adamın Fransa’da, Almanya’da, Belçika ya da Hollanda’da bırakalım Başbakanlığı, her hangi bir devlet memurluğuna getirilebileceğini düşünebiliyor musunuz?
“Barış mı? Ne barışı?”...
Barışın anahtarı, anlaşmazlıkları, barışçı müzakerelerle çözmek değil de, “cenk” anahtarıyla çözmekmiş...
Ve siz, TBMM çoğunluğu, “cenk anahtarını” son tezkere ile, “barış mı, ne barışı” diyen birisinin eline vermiş bulunuyorsunuz.
Ben sizin yerinizde olsam, Barış’ın kilidini bir çilingire değiştiririm ki, Başbakan’ın elindeki “cenk” marka anahtar, o kilide uymasın...
Haydi izninizle ben de bir “barış çağrısı” yapayım: Türkiye’nin bütün çilingirleri birleşin ve “cenk anahtarlarının” açamayacağı kilitlerle barış kapısını sımsıkı kapatın. Adam elinde “cenk anahtarı” körlemesine yürüyor çünkü...
Başbakanı durdurun!..
Kaynak: Özgür Gündem
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ruhi durumu iyi değil. Konuşmalarından anladığım budur. Okuyun da bir düşünün: “Şunu ifade etmek istiyorum, biz ancak savaş meraklısı değiliz, savaştan da uzak değiliz. Bu millet yeri gelmiş kıtalar arası savaşları da görmüştür. Yurtta sulh cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur. Bizim can damarımıza bastıkları zaman o zaman sulh konuşamayız. Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur”
Ruhsal durumu dengede olan bir insan böyle konuşur mu?
Her satırını yeniden ve yeniden okuyun. Defalarca okuyun. Ezberleyin. Ve yolda yürürken kendi kendinize tekrar edin.
“Savaş meraklısı değilmiş”, ama “savaşa da uzak değilmiş”... Savaş, barış meselesinde “merak”, şimdiye kadar siyaset ve diplomasi tarihinin “kaydetmediği” bir “hastalıktır.” Çünkü tarih “merak” yüzünden savaş yapan bir zırzopa hiçbir zaman rastlamadı. Hitler de, Napolyon da, İskender de ve AKP Kongresi’nin baş misafiri Alpaslan da “savaş meraklısı” değillerdi.
Bunlar savaşlara “merak” yüzünden değil, “çıkar” yüzünden giriştiler.
Ama bu sayılanlardan İskender ve Alapaslan’ı bilmeyiz ama, ne Hitler, ne de Napolyon, halklarına ve dünya kamuoyuna, “ben savaştan uzak değilim” gibi garip, garip olduğu ölçüde manasız ve abes bir söz söylememiştir. Bunlar asla “savaşa yakın” olduklarını itiraf etmemiştir; “düşmanlarının” “savaşa uzak değiliz” dediklerini iddia etmişlerdir.
Yakın dünya tarihinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı eşiklerinde, hiçbir devlet adamı Türk Başbakanı gibi konuşmamıştır; onların diplomatları bütün kurnazlıklarıyla savaşın sorumluluğunu karşı tarafa yıkmaya çalışmıştır. Ecevit’i hatırlayın; adam Kıbrıs’ı savaş yoluyla işgal etmeye giderken Kıbrıs savaşına, “Barış Harekatı” demişti.
Bizimkine ne oluyor?
“Bizim millet yeri gelmiş kıtalararası savaşları görmüştür” derken, nasıl bir ruh haliyle konuşuyor? Onu dinleyen devletler, iktidarlar, komşu ülkeler ne düşünüyor? Bu lafların yanında, AKP Kongresinde, “bizim 30 küsur ülkede şehitliğimiz var, oralara neden gittiysek aynı nedenle yine gidiyoruz” laflarını da hatırlayınca, bu sayılanlar ne diyor olabilirler!
Türkiye’yi “tek adam” olarak yöneten bu Başbakan neler “sayıklıyor”?
“Yurtta sulh, cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur” cümlesini alın, büyük bir afiş haline getirin ve odanızın duvarına asın. Bakın ve düşünün: Başbakan 70 milyonun kaderiyle nasıl da oynuyor... Sanırsınız ki, “Yeni Zamanlar”da, Charlie Chaplin, dünya atlasını temsil eden balonla oynuyor; yer küremizi havaya atıyor, arkasını dönüp poposuyla bolonu zıplatıyor, sonra balona arkasını dönüp, topuguyla bir vuruşta onu havalandırıyor, kafasıyla, omzuyla balonu sektiriyor. Hazret sanırsın Şarlo ya da Alex...
“Yurtta sulh ve cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur”muş... Yani bir devlet, eğer “yurtta sulh ve cihanda sulh” diyecekse, onun “yurdunda sulh ve cihanında da sulh” olmalıymış. Yoksa, “yurtta sulh ve cihanda sulh” zaten olamazmış. Ne olurmuş: Sulhun olmadığı yerde sulh olmazmış...
Biz mi “oynattık”, arkadaşın laflarından hiçbir şey anlamıyoruz, yoksa arkadaş bizimle maytap mı geçiyor...
“Sulh yoksa, sulh için çalışmam, ama yurtta da, cihanda da savaşırım” demeye getiren bir Başbakanımız var. Herkes aklını başına toplasın...
Herkes aklını başına toplasın, çünkü aşağıdaki sözleri söyleyen kişiye, bu memleketin Büyük Millet Meclisi “savaş ilan etme yetkisi” vermiş bulunuyor; elinde “savaş yetkisi” olan bu kişi insanlığa karşı şöyle bağırıyor: “Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur.”
Tehlike büyük. Eğer Başbakan bu lafları inanarak ediyorsa, bu laflar Türk dış politikasının icabı olarak sarfedilmişse, bu Başbakan bu lafları “aklı başındayken” dillendirmişse, bilin ki, memleket büyük bir tehlikenin eşiğindedir. Türklerin Başbakan’ı etrafı ateşe vermek üzeredir.
Barışseverler Başbakanı durdurmalıdır. O, nereye gittiğini, belli ki bilmiyor.
“Barış mi? Ne barışı?” diyen bir Başbakan gördünüz mü, duydunuz mu? Böyle konuşan bir adamın Fransa’da, Almanya’da, Belçika ya da Hollanda’da bırakalım Başbakanlığı, her hangi bir devlet memurluğuna getirilebileceğini düşünebiliyor musunuz?
“Barış mı? Ne barışı?”...
Barışın anahtarı, anlaşmazlıkları, barışçı müzakerelerle çözmek değil de, “cenk” anahtarıyla çözmekmiş...
Ve siz, TBMM çoğunluğu, “cenk anahtarını” son tezkere ile, “barış mı, ne barışı” diyen birisinin eline vermiş bulunuyorsunuz.
Ben sizin yerinizde olsam, Barış’ın kilidini bir çilingire değiştiririm ki, Başbakan’ın elindeki “cenk” marka anahtar, o kilide uymasın...
Haydi izninizle ben de bir “barış çağrısı” yapayım: Türkiye’nin bütün çilingirleri birleşin ve “cenk anahtarlarının” açamayacağı kilitlerle barış kapısını sımsıkı kapatın. Adam elinde “cenk anahtarı” körlemesine yürüyor çünkü...
Başbakanı durdurun!..
Kaynak: Özgür Gündem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder