9 Eylül 2011 Cuma

Faziletsizliğin Dayanılmaz Sefaleti!..

Dalkavukluk ve efendisi hınk deyicisi olma disiplini Atatürk diktatörlüğünden mirastır, Türk entelektüeline. Onların işi görüp, eleştirmek değil, din sever ve de  vatansever  efendilerinin götür götürebildiğin kadar düzenine göz yummak, ışığa çıkanın üstüne kül serpmektir.

Her şeye rağmen, bugünküler daha şanslı. Çünkü Atatürk’ü övmemek de suçtu. Bu suçu işleyenlerden kimileri Malta adasına sürüldüler. Ahmet Emin Yalman ve Hüseyin Cahit Yalçın gibileri Kürtlerden nefret ettikleri halde, Kürtçü oldukları gerekçesiyle, idam istemiyle İstiklal Mahkemeleri’nden süründürülerek terbiye edildiler.

Atatürk  de ülke ve insanları çok seviyordu. O aşkla “ata„ olma hakkını kendinde görmüştü. Öyleki sevgi seline kapılan Rumlar gitmiş (Ermeniler, şeflerinden biri olduğu Teşkilatı Mahsusa tarafından, daha önce götürülmüştü), Yahudiler sevilerek darmadağın edilmiş, sevabına medenileşme hamlesine tabii tutulan Kürtler topluca öldürülmüş, dereler cesetleriyle dolmuş ve bu sayede saf kan Türk ırkı elde edilmişti.

Ülkesini sevmekle meşgulken, maaşından başka geliri olmadığı halde, o tarihe kadarki diktatörler arasında bir başka eşi, benzeri görülmedik bir mucize sonucu sıfırdan milyonerliğe yükselmişti. Rahmetli, sahip olduğu mal ile mülkün muazimiyetini aklında tutumadığından, bir heyet teşkil edip, tespit yaptırmış, kutsal mirasın dökümü, daha sonra kocaman bir kitap olmuştu.

Yıllar önce okuduğum kitaptan aklımda kaldığına göre Türk atası, ülkeye aşkı tertibinden havasını, suyunu, toprağını sevdiği her yerde (Ankara, Mersin, Yalova) birer özel ve güzel çiftliğe, çiftliğin sınırları içinde sonsuz meyve bahçelerine, zeytinliklere, büyüğü küçüğüyle yirmi bine yakın hayvana, tavlalar dolusu atlara sahipti. Çiftlik araçları, traktörler, biçerdöverler, çağın görkemi sıram sıram arabaların yanında, kendisi ayrıca banker (İş Bankası’nın ortağı) süt, yoğurt, bira, şarap üreten fabrikatör, ek olarak tavukçu, yumurtacı, satış mağazalar zinciri sahibiydi.

Muhterem kurtarıcı tek başına, küçük ölçekli bir devlet varlığına sahip, ama kimsecik “atam sen kalk, ben yatam ama, bunca servetin rotası nereye, kaynağı nereden?„ diye soramamıştı.

Diyeceksiniz ki, Kürdistan kanarken onun bunun servetinden sana ne? Türk medyası, bütün serveti sırtındaki çantada taşıdığı yedek çamaşırdan ibaret olan gerilla lideri Murat Karayılan ve onyıldan beri aynı ceketle dolaşan Remzi Kartal ile Zübeyr Aydar’ın Amerika’daki servetlerine el kondu ilanatı yapıyordu. Bir de, TC’nin savaş gemileri, torbalar dolusu Dolar ve sivil giydirilmiş personeliyle fetih seferine çıktığı Libya’nın lideri Kaddafi’nin servetini kaleme dolayıp,“hırsız oğlu hırsız vay„ diyordu ya, oradan aklıma geldi.

 “Ulu önder„ Atatürk, “ben insanın sportmenini severim“ demişti. Faziletlerini sevdiğim evlatları da, efendilerini yağlarken “ben liderin faziletlisini severim„ diyorlar.

Gerçekte, liderin para istifleyenini seviyorlar. O götürsün ki, belki kırıntı düşer diye…

Demirel’in yeğenlerinden biri, “mobilya ihraç ediyorum„ diyerek gemiye yüklediği tahtaları Akdeniz’e döküp, vergi iadesi adı altında devlet kasasını, öteki de kendi bankasını soymuş, kardeşleri sıfırdan Dolar milyoneri olmuş, ama Türk halkı onu, asla bırakmamış, sonunda Cumhurbaşkanı yapmıştı. Tansu Çiller’in edindiği servet içeride çiftlik, Amerika’da otel, apartman olmuş, dindar Erbakan “maaşıyla„ yarım ton altın biriktirmiş, delik pabuçla başa koşan Erdoğan bir oğlunu gemi patronu, ötekini mücevher tüccarı yapmış, damadını devlet bankası eliyle Dolar’a boğmuş, servet dağları yükseldikçe Türk halkının ona sevgi ve bağlılığı kabarıp, kalıbından taşmıştı.

Kurtarıcıların servetler kurtardığını gören Türk entelektüelleri de, “haaayda bre benim neyim eksik„ naralı faziletsizliğin dayanılmaz sefaletine gömülüyorlardı. Kalitesizliğin kalite sayıldığı, sahtekar dilenciden evliya yaratıldığı fazilet bataklığında, efendiye kalay, cila, boya çekmek, rüzgara göre kalemin yelkenini şişirmek marifetti. Entelektüel namus kantarı topuzunun baş aşağı olması önemli değildi. Efendinin uçağına biniyor, sofrasına hücum ediyor, ceplerine sığanı götürüyorlardı ya, bu yeterdi. 

Bu arada, birinin yüznündeki maske düşüp, altından kir, pas belirince, hepsi bir arada, “o kirli, ben temizim“ havalarında faziletçi kesiliyordu. Misal, dön babam döncülükten başı dönmüş, kendi halkının geleceğine kılıç çalmaktan helak düşmüş, bir Kürt Mehmet (Metiner) vardı. Dalkavukluğu sonunda para etmiş, milletvekilliği kapmış, Mercedes’e binen adam olmuştu. Tam servetin doruklarında debeleneceği sırada, takla herzelerinden bir demet ortalığa saçılmıştı. Dün onunla aynı kapta yiyen, aynı çayırda otlayan meslektaşları birden bire, “zafiletsize bak„ demeye başladılar. Halbuki faziletsizliğin dayanılmaz sefaletinde, hepisinin geçmişi zikzaklı, duruma göre köşe dönücüydü. Keşke biri çıkıp, kim neydi, sonra dön babam dön ola ola hangi kılığa büründü konusunda, bir doktora araştırması yapsa da, sefaletlerini herkes görse…

Tabii ki, Kürtlerin neden isyan ettiklerini, “Atakürt„ başlığı altında toplayan, onları isyana sevk eden koşullar ağırlaştığı halde, kendisi bal, börek dükkanına dalınca, “bakın Kürtlerin var olduğuna karar verildi, yükselen özgürlüğün başı arşa değiyor„ mugalatasıyla Kürtleri rejime teslim  ve “biata„ çağıran, teslimiyet olmayınca,  bütün adamlarıyla birlikte tehdit, şantaj ve aşağılama hamlesine geçenlerin adı, bu doktora tezinin en başına yazılmalıdır. Bunu, fazlasıyla hak ediyorlar. İbretlik olarak hakları teslim edilmelidir…

AHMET KAHRAMAN

Hiç yorum yok: