9 Eylül 2011 Cuma

Söylenmiş En Güzel Söz: Vicdani Red

Gücün ve şiddetin, sözü ve hayatı egemenliğine aldığı günlerdeyiz.
11 Eylül İkiz kuleler saldırıları olduğunda dönemin ABD Başkanı Bush “ya bizden yanasınız ya da teröristlerden…” diyordu. Bush ak ve karadan ibaret bir dünya tasavvuru çiziyordu. Sonrasında yaşananlar malum; savaş ve ölüm…

Türkiye Başbakanı “ya bizdensiniz ya da teröristlerdensiniz” diyor. Yaşananlar malumunuz… Her gün bir yerde gerillalar ölüyor, askerler ölüyor. Sivil demokratik siyaset yapanlar tutuklanıyor. Yine, dağlara ve sınır ötesine uçaklardan ton ton bomba yağıyor. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları Kürdistan’dalar. Sınır bölgelerine her gün yeni askeri birlikler gönderiliyor. Basın ve hükümet sınır ötesi kara harekatı hazırlığı yapıyorlar.

Başbakan Kürdistan’daki çatışmalarda yaşanan asker ölümleri karşısında “bir ölürüz bin doğarız” diyor. Yine cami avlularında imamın “şehitler sayesinde bu camide huzur içinde namazımızı kılabiliyoruz” sözleri çınlıyor. İmam ve cemaatinin huzurunun diyeti, başkasının ölümü oluyor. Bu savaş kültürüne, öl-öldür, darbe yap ve yık kültürüne karşı esaslı bir söz ve duruş da var. Söylenmiş en önemli söz “Ölmeyeceğiz, Öldürmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız” sözünde anlam kazanan Vicdani Redtir.

Militarizmin sadece askerlik kurumundan beslendiğini varsaymak en büyük hatadır. Çünkü asker erkeklerin militarize edilmesi için toplumun tümünün militarizasyonuna ihtiyaç vardır. Anneleri militarize etsinler ki “Kahraman, güçlü, yiğit erkek evlatlar” doğursunlar. Sonra gözlerinin bebeği gibi bakıp büyüttükleri çocukları öldüğünde “vatan sağ olsun, bir tane oğlum daha olsa onu da gönderirdim” desinler.  Eşleri militarize etsinler ki,  fedakârca tek başına çocuklarını büyüten ama “katilleri sevindirmemek için” gözünden yaş akmayacak şekilde duyguları katılaştırılmış ve bundan gurur duyacak hale getirsinler. Azınlıkları, dışlanmışları ve yoksulları militarize etsinler ki, profesyonel askerlik ile zamanında sistemden dışladıkları, yoksullaştırdıkları, iş vermedikleri gençlere iş olanağı yaratsınlar, karınlarını doyurarak, kardeşini öldürmeyecek olanı da militarize edebilsinler. Toplumu militarize etsinler ki, bir savaşı bitirmenin yegâne yolunun, o halkın başları üzerine bomba yağdırmak olduğuna, zaferlerin ve barışın, kan, ölüm ve şehitlikle yazıldığına yürekten inansınlar. Seçimlerden önce veya hemen sonrasında askeri operasyonlar yapsınlar ki, insanlar en çok savaş narası atan partiye oy versin, “Haki seçmenler”  yaratsınlar. 

İşte askerliği,  “sevgi, vatan, onur, bağlılık” gibi psikolojik imajlar yüklenmiş terimler ile süsleyerek, hakim iktidar ideolojisini ve onun yok edici, otoriter, tek tipçi ulus fikrini topluma benimsetmek amaçlanır. Bu bakımdan askerlik kurumunu aşmakla, hakim ulusalcı ideolojinin, kavgacı, otoriter ve yok edici özü ve karakteri de aşılmış olur. Vicdani red, bu anlamda basit bir “zorunlu askerlik karşıtlığı” hali değildir. Gencecik insanları savaşa süren, bedenlerine giydirilen askeri kamuflajlarla, ayaklarına geçirilen potinler ve ellerine verilen silahlarla çocukluk günlerine elveda ettiren, “Herkesi asker doğurtan” hakim ideolojiye karşı çıkma halidir.

Oyun yazarı, şair ve öykücü Wolfgang Borchert 1947‘de 26 yaşında öldüğünde, ardında ‘Sonra Yapılacak Tek Şey Var‘ şiirini bırakmıştı. O şiiri kısalttığım haliyle birlikte okuyalım:
“Sen. Kürsüdeki rahip: Yarın sana cinayeti kutsamanı ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Dikiş masası başındaki terzi: Yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Köydeki. Sen: Kentteki. Yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Normandiya‘daki ana, Ukrayna‘daki ana, Nepal‘deki ve Hamburg‘daki ana; yeryüzünün dört bir yanındaki analar, yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak, yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse, yapacağınız bir tek şey var: HAYIR DE!

Çünkü hayır demezseniz analar, eğer hayır demezseniz, işte o zaman,
Çamur rengi, ağır, kurşun gibi bir sessizlik ortalıkta kol gezecek; tüm oburluğuyla büyüyerek, okullara, üniversitelere, tiyatrolara, spor alanlarına, çocuk bahçelerine ürkünç, açgözlü ve önlenemez bir biçimde çöreklenecek...

Bunların hepsi olacak, yarın, belki bu gece, eğer... HAYIR demezseniz!“

HALİL SAVDA

Hiç yorum yok: