Doç. Dr. Nuray Mert ile Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini, füze kalkanı projesi ve Kürt hareketine yönelik politikaları konuştuk.
Türkiye son zamanlarda İsrail’i çok fazla ön plana çıkardı. ABD-Türkiye-İsrail arasında süren üçlü bir oyun mu izliyoruz?
Ben son gelişmelerin tamamen bir oyun ve kurgu olduğunu düşünmüyorum. Ortadoğu’da çok karmaşık bir sürece girilmiş durumda; o nedenle olanları kolayca yorumlamak mümkün değil. Ancak kamuoyuna sunulan tablonun gerisinde gizlenen bazı gerçekleri görmek o kadar zor değil. İsrail ile gerginlik, Türkiye’nin bu konuda desteklendiği bir ortamda başladı. Bölgede artan İran nüfuzunun en önemli aracı İsrail karşıtlığı ve HAMAS’a verdiği destekti. Bu durum sadece ABD’yi değil, bölgedeki Batı yanlısı Sünni rejimleri rahatsız ediyordu. İran’ın yerini Türkiye’nin alması herkesin bir ölçüde işine geldi. Ancak, bu noktadan sonra, mevcut iktidar bu gerginliği tırmandırma siyaseti güttü.
Peki, bunun nedenlerini nasıl sıralıyorsunuz?
Nedenleri çeşitlidir; ideolojik olarak, İsrail karşıtlığı bu siyasi cenahta hep canlı olmuştur, diğer taraftan İsrail karşıtlığı ve Filistin meselesinin hamiliği Ortadoğu’da popülerlik ve nüfuz demektir. Bu durum iktidarın Ortadoğu’nun en büyük güçü olma iddiası ile örtüşüyor. Son olarak da son zamanlarda kızışan Doğu Akdeniz’de enerji kapışması gibi; ekonomik, politik güç savaşları var. Bunlar işin bir boyutu. Diğer boyut ise, İsrail ile gerginliği tırmandıran bir gelişmenin Füze Kalkanı anlaşmasını gölgede bırakacak bir zamana rastlatılmasıdır.
Radar unsurlarının Kürt illerine yerleştirileceği söyleniyor. Bunun anlamı nedir ve bu kabulün Kürt meselesiyle nasıl bir ilgisi var?
Füze kalkanı sisteminin kabulü Türkiye’nin çok tartışması gereken bir adımdı, zira bu ülkeyi tam bir askeri üs durumuna sokuyor. Hükümet belli ki, bölgedeki iddialarına karşılık büyük bir taviz vermek durumunda kaldı. Dahası, bu sistemi kendi gücünü pekiştirecek bir adım olarak görüyor. Kürt illerine olsun olmasın, füze kalkanı sisteminin Kürt meselesinde de bir güvence olarak düşünüldüğü kesin. Ne yazık ki, Türkiye Kürt meselesini bir iç mesele olarak değil, hep bir dış mesele ve askeri olarak bastırılacak bir mesele olarak görüyor. Bugüne kadar tüm iktidarlar, gerek İsrail ve ABD ile gerekse Suriye ve İran ile bu eksende ittifakları hep çok önemsedi. Bu yaklaşım hiçbir şeyi çözmedi ama devam ediyor. Üstelik bu kez, mevcut hükümet bölgesel rolü dolayısıyla elini çok güçlü görüyor.
NATO alternatifi olarak ‘İslam Barış Gücü’ önerilerine işaret etmiştiniz. Güncel gelişmelerle de ele aldığınızda, bu girişimlerin yaratabileceği etkiler ne düzeyde?
İslamcı-muhafazakar kesimin Batı emperyalizmine karşı tepki diye lanse ettiği bu fikir, aslında Batı dünyasının yeni politik ihtiyaçlarının sonucu çokça ifade edildi. Başta ABD, Batılılar çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’yu yeniden düzenlemeye giriştiler ama bunu yaparken göze batmak, emperyalizm hafızasını canlandırmak ve yükselen anti-batı hislerini kışkırtmak istemiyorlar. Bu müdahalelerde müslüman ülkeler öncülük etsin istiyorlar. Bakın Batılı gazetelere, bu görüşü ifade eden bir çok yazıya rastlarsınız... Bu görüş sıklıkla da, muhalif Arap yazarlar tarafından ifade buluyor; böylece daha fazla meşruiyet kazandığı düşünülüyor.
Tüm bunlarla birlikte ele alındığında; Erdoğan Hükümeti’nin Kürtlerle ilgili önümüzdeki performansına ilişkin öngörüleriniz nedir?
Bu koşullar altında Kürtleri nelerin beklediğini bilmek için kahin olmak gerekiyor. Türkiye’de iktidar çevresi, Kürt siyasal hareketini, gerek dış müttefiklerinin desteği gerek çoğunluk iktidarı olmanın avantajı ile tamamen imha edebileceğini düşünüyor. Dahası, Kürt meselesini Kürt siyasal hareketini yok ederek, bireysel haklar çerçevesinde çözebileceğine inanıyor. Bu yaklaşım iki yanılgı barındırıyor; sondan başlarsak, öncelikle Kürt meselesini bireysel haklar çerçevesi ile çözmenin mümkün olmadığını bu konuyu yakından takip eden herkes biliyor, yazıyor, çiziyor. Kürt siyasal hareketini tasfiye etmenin sorunu çözmeyeceği konusu da aynı şekilde bir yanılgıyı yansıtıyor.
Gelelim, Kürt siyasal hareketinin tasfiyesi meselesine. Bundan kastedilen bir yandan PKK’nin imhası, diğer yandan BDP’nin tasfiyesidir. Askeri operasyonlardan hiç anlamam, bu konuda fikir yürütemem, ama zaten belli ki PKK meselesi sadece bir askeri güç meselesi değil; çoğu bu ülkede yaşayan milyonlarca destekçisi var. Taraf gazetesinde Emre Uslu bile çarşamba günkü yazısında PKK’yi imhanın, sorunu çözmeyeceği gerçeğine işaret etti. Nihayet, bölgesel dengeler meselesi var. Yukarıda da dediğim gibi, bölgesel tablo şimdilik fazlasıyla puslu ve karmaşık, sürecin nereye gideceğini öngörmek kolay değil. Ancak, PKK’yi tasfiye konusunda, tüm bölgesel ve küresel aktörlerin Türkiye’nin desteğine koşacağı senaryosu bana hiç gerçekçi görünmüyor.
Dahası, Batı dünyasının halihazırda Kürt meselesinde Türkiye’ye mutlak destek verdiği bir gerçek, ancak dört ülkede yaşayan Kürtlerin herhangi bir statüsü olmaması, geçen yüzyıldan devralan bir sorun ve bu halin devam edemeyeceği de bir gerçek. Bunu görmek için insanın romantik bir Kürt milliyetçisi olması gerekmiyor, böylesi bir tablo tarihin seyrine ters düşüyor.
Son olarak Suriye ile ilgili gelişmelere değinirsek...
Suriye konusu Türkiye’yi zor duruma düşürdü. Bu mevcut hükümetin bir zaafı değil; hangi hükümet olsa bu durumda zorlanırdı. Bu hükümete özgü olan kısmı, belki Suriye ile ilişkiler konusunda fazla iyimser olunmasıydı. Malum Suriye bölgede İran ekseninde konumlamış bir ülke. Türkiye, Suriye ile ilişkiler konusunda da önce ABD tarafından desteklendi. Irak işgali arkasından Suriye hedef ülkeydi, Hariri suikastinden sonra 2005’te Suriye’ye müdahele konusu gündemde idi. O zaman Türkiye, Suriye’nin Lübnan’daki askerlerini çekmesini talep eden tarafta idi. Sonra Suriye’nin diplomasi yolu ile İran ekseninden Batı’ya çekilmesi siyaseti öne çıktı, hatta ABD diplomatik ilişkinin önünü açtı. Bu dönemde Türkiye’nin Suriye dostluğu desteklendi. Bu durum doğrusu Türkiye’nin de lehinde olan bir durumdu. Sonra dengelerin değişmesi, Suriye’nin tekrar hedef tahtasına konması Türkiye’yi zora soktu, bu konuda tereddütlerin nedeni budur. Şimdi eğer gelişmeler İran’a karşı çatışmacı zeminde seyrederse, Türkiye’nin durumu daha da zorlaşır, yok İran’da rejim kolayca değişirse denklem değişir, ama bu kolay iş değil. Kolay olsaydı Batı Ortadoğu’da bu kadar zorlanmazdı.
ALİ BARIŞ KURT - İSTANBUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder