9 Eylül 2011 Cuma

Militarizm Nerede?

HALUK GERGER


Önce, Türkiye’deki askeri vesayet gerçekliği, demokrasinin önündeki temel engel olarak görüldü ve militarizmle özdeşleştirildi. Ardından, AKP-liberal koalisyonu ile Kemalist-Faşist-ulusalcı odak arasındaki iktidar mücadelesi, “askeri vesayet” diye adlandırılan militarizm ile “demokrasi yandaşları” arasındaki bir hesaplaşma olarak tanımlandı. Nihayet, Askeri Şura başkanlık makamında tek başına oturan Erdoğan ile  Gül’ün önünde selama duran Necdet Özel’in görüntüleri, militarizme vurulan ölümcül darbe olarak sunuldu topluma. Böyle olunca da, bir demokratikleşme sürecinin yaşandığına ilişkin yanılsama her yana egemen oldu. Bu kavram kargaşası içinde, insanlar görüntüyle meşgul olup özü kaçırırken de, militarizm bütün kıyıcılığıyla hükmünü icra etmeyi sürdürdü. Bu yanılsamanın pençesine düşen bütün Türk ve Kürtler de şimdi şaşkınlık ve öfke içindeler. 

İki saptamayı net bir biçimde yapmadan Türkiye’de yaşananları kavramak mümkün olamaz. Birincisi, Türkiye’deki  ana sorun, askerin değil militarizmin vesayetidir. Kuşkusuz, “askeri vesayet” boğucu bir gerçeklik olarak uzun süre hayatı kararttı bu ülkede. Ama o, militarist vesayetin bir uzantısı, görüntüsü, tezahürüydü sadece. Gerçekti, korkunçtu, ölümcüldü ama Sorun’un kaynağı, çıkış noktası, başlangıcı değildi, kaçınılmaz ürünüydü, sonucuydu. O Sorun, “militarist vesayet” idi.

Militarizmin vesayetini, “ordunun vesayeti”ne indirgemek, görüntü ile özü karıştırmanın, dolayısıyla da gerçeğin üzerin örtmenin, sorunun ana kaynağını gizlemenin, asıl hastalığı dikatlerden kaçırmanın, gerçeği kamuoyundan saklamanın yöntemi oldu. Böylece, saklanan gerçeklik, yani militarizm hükmünü kılık değiştirerek, farklı sahiplerin ellerinde kullanılarak, sürdürebilirdi... Şimdi tam da öyle oluyor...

Demek ki, Türkiye’deki iktidar mücadelesi, militarizm ile demokratizmin güçleri arasındaki bir kavga değil, militarist vesayeti kimin yöneteceği ve kullanacağına ilişkin militarist egemenler arası bir didişmedir. İkinci saptama da bu olmalı.

Bu ülkede militarizm ve onun vesayeti, askerin hegemonyasına indirgenemez çünkü kökleri çok daha derinlerdedir. Onu ancak toplumun ve sistemin bütününde arasanız bulma şansınız olabilir.

Militarizm, militer kurum ve değerlerin hegemonyasıdır.  Buna bağlı olarak da, baskı ve şiddetin, hiyerarşik yapılanmanın, ırkçılık ve şovenizmin, bağnazlığın ve benzeri hastalıkların toplumsal hayatın her alan ve boyutunda etkin olmasıdır. Bir başka ifadeyle, demokratizmin, hoşgörünün, uyum ve işbirliğinin, dayanışma ve paylaşmanın, barışçıl ilişkilerin tam zıddı bir yaşam çerçevesinin egemenliği de diyebiliriz buna. İnsanın insanın kurdu olduğu bir ilkelliği dayatır hayata militarizm. Vesayet ise, etkin olmayı, yönlendirme, denetleme, giderek, yönetme yetisini ifade eder.

Bu manada, Türkiye’de “militarist vesayet”i, sistemin ve onun insan unsuru içinde aramak gerek. Türkiye’de militarizmin vesayeti, sistemin bütününü kapsar, sonra onu aşar, kanseröz bir yayılmayla toplumu kemirir, üzerinde hakimiyetini kurar. Böylece de, bugün olduğu gibi, onu, militarist değerlerin içselleştirilmesinde, kurumsal genetiğe kazınmasında, toplumun ruhi şekillenmesinde, davranış kalıplarında, her yerde görürüz. Görüntüsünden askeri silseniz de, O evde aile içi şiddettedir; camideki vaazdadır; ilkokuldaki andımızdadır; sokaktaki linçlerdedir. Oralardan Kürdistan dağlarına ve başka yerlere uzanması artık kaçınılmazdır.

Siz istediğiniz kadar törenlerdeki görüntülerle, askerin sivilin bir adım gerisinde durduğu devlet protokoluyla, liberal ideologların sinsi söylemlerinin büyüsüyle avunun ya da kendinizi kandırın, militarizmin kıyıcılığı bütün toplumu tutsak almaya, gerçek demokratları vurmaya devam edecektir. Şimdiye dek onu yönetenin Genelkurmay karargahı olması ikincil bir meseledir; bugün Erdoğan önderliğindeki sivillerce yönetilmesi gibi. Bir zamanlar ona Çiller, Ecevit ya da bir başkası tam hakim olsaydı bile hiçbir şeyin değişmiş olmayacağı gibi...

Sovyetler Birliği’nden Çin’e, eskinin sosyalist inşa rejimlerinde, emek düşmanı burjuvazi olur olmaz her yerde aranırdı. Arayan da Komünist Partisi’ydi. Mao, bir zamanlar, “burjuvazi buradadır” diye o partiyi işaret etmişti ama olmadık mahallerde burjuvaziyi arayan parti, kendi içine bakılmasına izin vermiyordu. Sonra neler olduğunu biliyoruz.

Peki ya Türkiye’de militarizm nerede? Düzen’in ta kendisinde, bütün kurumlarda, bireylerde, politikada, üniversitede, ailede, sokakta, camide, kışlada, okulda, hayatın tam içinde, yüreklerimizde, beyinlerimizde, karartılmış bilinçlerde, kurutulmuş vicdanlarda.

Dolayısıyla da, militarizmin vesayetinden kurtulmak için, onun kaynaklarına inmek, görüntüyle yetinmek yerine ardındaki özle uğraşmaya başlamak gerekiyor.

Ve bunda geç kalınılıyor.

Dinleyen olmaz biliyorum ama yine de benden söylemesi...

Hiç yorum yok: