9 Eylül 2011 Cuma

Paris'ten Kandil'e Değil İstihbarattan Sabah'a!

‘’Kara paranın izini Paris’ten Kandil’e“ sürdüğünü iddia eden Sabah gazetesi muhabiri Abdurrahman Şimşek son haberinde, yine Paris’te yaşayan Kürt işverenleri hedef haline getirdi. Aynı şahsın, 2009 yılında da Avrupa’nın değişik ülkelerinde ticaret yapan çok sayıda Kürt işvereni hedef göstermesi sonucu bazı Kürtlere ait işyerleri kundaklanmıştı.


Fransa’da 2007 yılından bu yana 166 Kürt yurtsever, Kürt politikacı ve Kürt işvereni değişik gerekçeler gösterilerek gözaltına alındı ve sorgulandı. Bunların bir kısmı halen tutukluyken, çoğu hakkında açılan soruşturmalar sürüyor.

Fransa’nın Kürtleri kriminalize etme eğilimi 2006 yılından itibaren bir sistematik kazandı. Türkiye ve Ortadoğu’daki çıkarları gereği Kürtleri sürekli bir koz olarak kullanan Fransa’nın siyasi-politik yaklaşımı üzerine sayısız kez gazetemiz aracılığıyla yazılar yayınladık. Bugün siz okurlarımızla Fransa’nın tutumundan öte yaşanan gözaltı süreçleri, mahkeme ve sorgu süreçlerinde istihbarat-psikolojik savaş aygıtı medya ilişkisi üzerine bazı gerçeklerin altını çizeceğiz.
Abdurrahman Şimşek ismi artık birçok Kürt için bilinen bir isim haline geldi.

Sabah gazetesinin acar-maharetli gazeteci olarak piyasaya sürdüğü zatı muhterem. En ‘ulaşılamaz’ denilene ‘ulaştım’ başlıklarıyla sıkça haberleri yayınlanır. „Kara paranın izini Paris’ten Kandil’e“ sürdüğünü iddia eden Abdurrahman Şimşek’in son haberi ise yine Paris’te yaşayan Kürt işverenlerini hedef haline getirmek oldu. Aynı şahıs 2009 yılında Sabah gazetesinde yayınlanan haberleriyle Avrupa’nın değişik ülkelerinde ticaret yapan çok sayıda Kürt işvereni hedefe çakmıştı. Hatta Fransa’da yaşayan Hacı Karakoyun adlı Kürt esnafın işyerleri önünde resim çektirerek bu işyerlerinin PKK’ye ait olduğunu iddia etmişti. Kısa bir süre sonra ise Hacı Karakoyun’a ait işyerleri kundaklanmıştı.


Fragnoli neden hedef gösteriliyor!

Yine Abdurrahman Şimşek 2007 yılında 18 Kürt yurtsever ve politikacının yargılandığı Temmuz ayında görülen duruşma sırasında ortaya çıkmış, mahkeme salonu önünde provokasyon yaratarak, duruşmanın ertesi günü  benzer içerikte haberler yayınlamıştı. Şu ana kadar yaptığı haberlerde gazetecilikten öte Fransa ve Türk istihbaratının elindeki verileri yalanlarla birleştirip Sabah gazetesinin polisi olmaktan öte bir ürün ortaya çıkarmayan Abdurrahman Şimşek, 12 Ağustos’ta sürmanşetten duyurulan yazı dizisini 13-14-15 Ağustos tarihleri arasında yayınladı. Yazının konusu 1 Şubat tarihinde Fransa anti-terör polislerince gözaltına alınan 6 Kürt işadamına ilişkindi. „İşte Kandil’in paravan bankası, Sabah Kara Paranın izini Sürdü“ başlıklarıyla 12 Ağustos’ta duyurulan yazı dizisinde önemli bir nokta ise Fransız sorgu hakimi Thierry Fragnoli’nin kapaktan fotografının basılmasıydı. Bugüne kadar Fransız basınında bile Fragnoli’nin fotoğrafına rastlamak mümkün değilken, Sabah neden Thirery Fragnoli’nin fotografını kapaktan bastı? sorusu sorgulanması gereken ilk sorular arasında. Türk istihbaratı tarafından servis edilen bilgilerle birlikte istihbarat Frangnoli’yi kime hedef göstermeye çalışıyor, Kürt hareketi bir yerlere mi çekilmeye çalışılıyor, bunun da ötesinde Palme tarzı bir komplo mu hazırlanıyor gibi bir dizi soruyu akla getiriyor.

18 Temmuz tarihinde Türkiye ve Fransa güvenlik ve işbirliği anlaşması imzalayacağını açıklamıştı. Anlaşmaya göre iki ülke arasında bilgi ve istihbarat alışverişini de içeren anlaşma her iki ülkenin güvenlik güçlerine anlık operasyon imkanı tanıyor. Bugün bu haberi yapan gazeteler aynı dönem Fransa’da Haziran ayında gelişen operasyonlarında bu kapsamda geliştirildiğini iddia etmişti. 12-13-14-15 Ağustos tarihleri arasında Sabah’ta yayınlanan haberin alt yapısı da tamamen Fransa istihbaratının 6 Kürt işadamı hakkında hazırladığı iddianameye dayanıyor. Bazı veriler doğru olsa da, kimlik bilgileri, adresler, sahip oldukları şirketler vb gerisi Abdurrahman Şimşek’in yalanlarıyla ya da Türk istihbaratının yönlendirmesiyle tamamen Kürt işadamlarının hedef haline getirilmesini içeriyor. Sadece bu dosya kapsamında gözaltına alınan Abdulbaki Gökalp’in durumuna bakarak bu düzmece haberi irdelersek, Sabah’ın ne yapmaya çalıştığını daha iyi çözebiliriz. Abdulbaki Gökalp, Sabah’ın kara para aklandığını iddia ettiği mülkiyet şirketinin hissedarlarından sadece biri. C.I.L adlı şirketin tek mülkiyeti Paris’te bulunan bir bina. Şirketin başka hiçbir gelir kaynağı bulunmamakta. Abdurrahman Şimşek’in haberine göre bu şirket her yıl Kandil’e 300 bin Euro aktarıyor. Fransız istihbarat dosyalarını anlaşılan iyi incelemeyen cevval gazeteci şirketin yıllık gelirinin toplamının 66 bin Euro olduğunu gözden kaçırmışa benziyor. Yine aynı gazeteci bu binanın şirket ortakları tarafından banka kredisiyle alındığını, 2006 yılının sonuna kadar kira gelirlerinin kredi, şirket vergilerine verildiğini ve son yıllardaki gelirlerin büyük bir kısmının da Fransa’da Belediyeler tarafından dış cephe tadilatlarının zorunluluğu nedeniyle yine binaya harcandığını dosyayı iyi niyetli bir gözle okusaydı bulabilecekti.

Neden AKKKM’ye kiraya verdiniz gerilimi!

Kürt işverenlerinin yatırım amacıyla aldıkları binayı Kürt bir derneğe kiraya vermeleri dışında olağan dışı bir durum yok ortada aslında. Fransa anti-terör ekipleri de 6 işvereni bu temelde gözaltına almış ve bu mekanı neden Kürt derneğine kiraya verdikleri üzerine sorgulanmıştır. Haberin düzmece olduğuna dair çokça verinin arasında sadece bazıları: Abdulbaki Gökalp’in işlettiği söylenen ve adresi, foroğrafıyla birlikte hedef gösterilen restorant Gökalp’in sadece çalıştığı işyeridir. Mülkiyeti kendisine ait değildir. Yine Gökalp’e üzerine alındığı iddia edilen 1 buçuk milyon Euro değerindeki ev Gökalp’in kendisine ait kişisel evidir. Gökalp’in gazetemize yapmış olduğu açıklamaya göre 20 yılllık bir banka kredisiyle alınan Fransa’da banliyölerde bulunan ve Fransa’da ‘pavyon ev’ olarak tarif edilen müstakil bir evdir. Yani sabahın iddia ettiği gibi bir villa değildir. Gökalp, aylık olarak taksitlerini hala ödediğini belirtmektedir. Yine mahkeme kararıyla Gökalp’in ev ve arabasının haciz edildiği haberdeki başka bir yalan. Gökalp böylesi bir şeyin söz konusu olmadığını belirtiyor. Diğer bir yalan ise Gökalp’in „Hoca“ kod adını taşıdığı. Bu bilginin de tamamen yalan olduğunu ve restoran işçisi olduğunu belirten Gökalp, kendisinin Sabah gazetesi aracılığıyla „Örgütün üst düzey kadrosu“ olarak ilan edilmesini anlayamadığını belirtiyor.

Haberin tüm satırları yalan ve düzmece...

‘’Evle-işim arasındaki yaşamım da böylesi bir iddia nasıl ortaya atıldı“ diyen Gökalp, haberin istihbarat paylaşımları, gözaltı ve sorgu süreçlerinde bulunan Türk tercümanlar ve Türk MİT’i tarafından hazırlandığını belirterek, tamamen Kürt işverenleri yıpratmak amacını taşıdığını belirtiyor. Haber yayınlanmadan kısa bir süre önce ülkeye tatil amaçlı gittiğini, özellikle Kars’ta bulunduğu 8-13 Ağustos tarihleri arasında kendisinin polis tarafından izlendiğini fark ettiğini belirten Gökalp, Sabah’ta yayınlanan fotograflarının da Kars’ta ailesinin kapısının önünde çekildiğini ve haberlerin yayınlanmasının ardından Kars’ı terk edip İstanbul’a geldiğini, can güvenliği bulunmadığı için vatandaşı olduğu Fransa Konsolosluğu’na başvurarak 14 Ağustos’ta Türkiye’yi terk etmek durumunda kaldığını belirtiyor. Gökalp, Türkiye’den ayrılmaması durumunda 15 Ağustos tarihinde gözaltı vb bir durum yaşayağını tahmin ediyor.

Gökalp’in verdiği bilgiler düşünüldüğünde Sabah’ın büyük gazetecilik olayı olarak ortaya koyduğu fotoğrafların Fransa’da çekilenlerin Fransa polisi tarafından çekildiği, Türkiye’de çekilenlerin ise Türk polisi tarafından çekildiği ortaya çıkıyor. Haberde diğer bir düzmece ise gözaltına alınış biçimine ilişkin. Şirket ortaklarının 6 Şubat’ta Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi basılarak alındıkları iddiası. Oysaki şirket sahipleri 1 Şubat sabahı evleri basılarak gözaltına alınmıştı. Haberin tüm satırlarında yalan ve düzmecenin olduğu verdiğimiz bu örneklerle açıklık kazandığı kanısındayız. Sözü gazetemiz aracılığıyla yapılan bu düzmece haberlere dair açıklama yapan Gökalp’e verdik:


Sabah’taki fotoğrafları Türk ve Fransız polisi çekti!

Abdulbaki Gökalp: Sabah gazetesi çok okuduğum ya da takip ettiğim bir gazete değil. Benimle ilgili yazıyı bir yakınım arayarak beni haberdar etti. Daha sonra gazeteyi alıp okuduğumda 1 Şubat tarihinde gözaltına alınıp 4 gün sorgulandığım süreçte bana sorulan bazı soruların abartılı bir şekilde işlendiğini, beni örgüt içerisinde olduğum iddiasını ve daha birçok çarpıtmayı birarada gördüm. Sadece bana, bunun MİT tarafından düzenlenmiş bir düzmece olduğunu düşündürttü. Gözaltı sırasındaki fotograflarımın yayınlanmış olması, Kars’tayken takip edilmiş olmam, orada çekilmiş fotoğraflarımın yayınlanmış olması beni böyle düşünmeye itti.

Zaten Kars’tayken polis tarafından takip edildiğimin farkına varmıştım.  Orada bir tereddüt yaşadım. İsmim, doğum yerim, tüm bilgilerim yayınlanmıştı. Kars çok kozmopolitik bir yer. Faşisti ve her türlü insan yaşıyor. Hedef haline gelebilirdim. Ailem aynı şekilde. Bu haberle tehlikeye atıldığım görülüyordu. Bir nevi hedef haline getirildim. Aynı gün orayı terk ettim ve İstanbul’a gittim. İstanbul’da Fransa Konsolosluğu ile gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldım.

Haberi detaylı incelediğimde, Fransız polisinin benim hakkımda bildiği detayların bunların eline nasıl geçtiği, Fransa’daki işyerimin, evimin adresinin verilmesi vb bilgi paylaşımı olduğunu düşündüm. Yine evim basıldığında evimde 70 bin Euro’ya el konulduğu yalanını okudum. Yine başka bir yalan, evimin değerinin 1 buçuk milyon Euro değerinde olduğunu okudum. Sonuçta bu ev bana ait ve 20 yıllık bir krediyle almışım. Krediyi her ay çalışarak ödüyorum. Gazetede ise bana ait bu ev örgüt evi olarak gösteriliyor. Akla hayale gelmeyecek iddialar var. Ben şaşırdım. Bu konuda kanunların gerektirdiği tüm hukuksal haklarımı arayacağım. Hem Fransız polisinin elindeki fotograflarımın bunlara verilmesi hem de işyeri ve ev adreslerimin verilerek hedef haline getirilip can güvenliğimin tehdit edilmesi konusunda gerekli tüm girişimleri avukatımın da önerileriyle gerçekleştireceğim. Türkiye’de Fransa Konsolosluğu’ndaki bir yetkiliyle görüştüğümde fotograflarımın savcı ya da avukat tarafından verilmiş olma ihtimali söylendi. Ama hem savcının hem de avukatımın böyle bir şey yapmayacağını biliyorum. İstihbarat paylaşımı olabilir. Ama yasalar önünde suçu kesinleşmemiş ya da yargı süreci bitmemiş bir bireye dair bilgi paylaşımının hukuk ve adaletle ilgisinin olacağını sanmıyorum. Daha çok sorgu süreçlerinde yer alan tercümanların bu bilgileri ya sattığını ya da servis ettiğini düşünüyorum. Bunun Fransız  makamlar tarafından araştırılmasını istiyorum.

‘Restaurant işçisini ‘örgüt yöneticisi’ yaptılar!’

Benim hakkımda örgüt yöneticisi iddiası var. Benim böyle bir yaşam biçimim yok. Akli selim biri benim yaşamıma baksa, böylesi bir haberin gülünç olduğunu zaten görür. İş ve ev arasında bir yaşamım var. Restoran işçisi olarak örgüt mü yönetiyorum. „Hoca“ kod adıyla beni isimlendirmeleri, ki böyle bir kodum da yok. Ben eskiden öğretmenlik yaptım ama buradaki insanlar bana böyle hitap etmiyorlar ki böylesi bir kanıya varılsın. Yakın çevrem ve dostlarım ismimle hitap ederler. Ayrıca evim ve arabama gözaltında el konulduğu iddiası da tamamen yalandır. Bu yazıyı yazan insan neden anlamsız bu yalanlara başvurdu bilmiyorum. Gelip rahatlıkla benimle görüşseydiler ben gözaltına alınmama dair bilgi verirdim. Böyle bir yalana başvurmalarına gerek yoktu.

Gurur duyuyorum!

Ben 1 Şubat 2011 tarihinde gözaltına alındım. 11 yıl önce 5 diğer Kürt arkadaşımla kurduğumuz şirket üzerine sorgulandık. Nasıl kurduğumuz, ne amaçla kurduğumuz üzerine sorgulandık. İfademizi verdik. 4 gün sonra serbest bırakıldık. Emekçi olarak Fransa’da çalışıyoruz. Tatil yapmıyoruz, en ağır koşullarda 15-16 saat çalışıyoruz. Bizim ekonomi yapma hakkımız var. Bu ekonomiyi yatırıma da dönüştürebiliriz. Bizim yaptığımız da buydu. Gece ikilere kadar çalışıyoruz. Bu yatırımı yaptığımız aslında problem değil. Tesadüf olan, bu yatırım yaptığımız binayı Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne kiraya vermiş olmamız. Onlar için problemde burada başlıyor. Bir Kürt bireyi olarak böyle bir yatırım yapmışsak ve o yatırımda Kürtlerin kültürel faaliyetleri yürütülüyorsa bu da ayrı bir gurur meselesidir. Dolayısıyla orada bir sıkıntımız yok. Ortak olduğumuz bu mülkiyeti bir birahaneye, bir kumarhaneye, bir eğlence yerine verilmesindense, böylesi bir Kürt kültür kurumuna kiraya verilmesi benim açımdan daha önemlidir. Ben yüzde 10 hisseye sahibim. Yetkilerim ortağımda ama o gazetede iddia edildiği gibi büyük paraların döndüğü bir şirkete sahip değiliz. Ayrıca sadece geliri kira olan bir şirkette nasıl para dönderilebilir. Diğer bir husus ise,  mülkiyet şirketlerinin hesabına yasal olarak sadece kira gelirleri girebilir. Habercilik işte burada. Eğer yasaları ve hususları iyi bilselerdi, böylesi bir yalan uydurmazlardı.

Avukatım şu an burada değil. Önümüzdeki hafta avukatımla birlikte gerekli tüm hukuksal işlemleri başlatacağım. Genelde böylesi haberler yayınlandığında insanlar boş veriyor. Ama bunun peşini bırakmayacağım. Ben mağdur edildim. Hayatım tehlikeye atıldı. Ben bu davanın sonunda beraat ettiğim zaman Fransız makamları bu kadar yayılan bilgiyi nasıl açıklayacak. Ben Fransız makamlarından çok tercümanlar aracılıyla bu bilgilerin gittiğini düşünüyorum. Yapacağım hukuksal girişimlerden sonra tüm gerçeklerin açığa çıkacağını ümit ediyorum.

SELMA AKKAYA

Hiç yorum yok: