9 Eylül 2011 Cuma

Hakikatler Sarmalında Dilin Yeri

Din bütüncül bir sistemse, ancak dil üzerinde kendini var edip anlam kazanabilir. Dil-din hakikati bu olgu üzerine kurulur. İkisi de kolektif bir sistem olarak insan bilincini şekillendirir. Zerdüştlüğün insan iradesinin önceleyen yapısı soyutlama ve özgürce sorgulama bilincini geliştirirken, Kürtçe bu bilincin işlemesinde ve dışa vurumunda etkili bir düzen halini alır.

Avrupa’da ya da Araplarda dil-din ilişkisinin uluslaşma sürecindeki etkisi, Kürtlerde baştaki gelişimine tezat, tahripkar bir rol üstlenir. Latince Avrupa’da, Arapça Araplarda hakikat dili niteliğindedir. Kuran Arapça, İncil Latince yazılmıştır. Tanrı inancını anlamanın en iyi yolu, bu dillerde Kuran’ı ve İncil’i okuyup anlatmaktan geçer. Neredeyse din kadar bu diller de kutsallık halesine bürünür. Hakikat dininin yanına bir de hakikat dili yerleşir. Çünkü dindeki gerçeklik, “tek ayrıcalıklı bir temsil sistemiyle kavranabilir.” (Benedict Anderson-Hayali Cemaatler)

Kürtlerde dil-din ilişkisi daha başlarda karmaşık bir hal alır. Kürtlerin dini olan Zerdüştlük, köken olarak tartışmalı bir durum arz etse de başta Persler olmak üzere birçok halkı etkileyen bir yaygınlığa sahip olur. Tek tanrılı dinlerde belirginlik kazanan homojenleştirici etki, Zerdüştlükte çok öne çıkmaz; farklılıkların özgünlüklerini korumasına elverişli bir imkan sunar. Özellikle Ahura Mazda tanrı anlayışı, mantık silsilesine dayalı bir çözüm dinidir. Diğer dinlerdeki “Tanrının hikmetinden sual olunmaz” anlayışı yerine sorgulama esas olan yandır. Sorgulama doğal olarak “karşıtlık” fikrine dayanır. Karşıtlıkta temsilini bulan Ahura Mazda (iyi) ve Angra Mainyu (kötü) birbirlerinden bağımsızdırlar; sürekli bir mücadele içindedirler. Bu aynı zamanda bir denge ve ahengi getirir. Düalizm böylece bir zorunluluk olarak belirir. Zıtlar hem daha üst aşamada bir birliği, hem de “Evrende, Kozmos ile Kaos’un, toplumda zalimlerle emekçilerin, insan ruhunda iç hesaplaşmaların kavgasını” (Zarathuştra-Sıraç Bilgin) temsil eder.

Kolektif bir sistem olarak insan bilinci…

Avesta dini tiranlığa, yalana, egemen sistemin işbirlikçiliğine ve işkenceci zalimlere karşı halkın yanındadır. Diğer tek tanrılı dinlerin edilgen bireylerine tezat, Zerdüştlükte birey, özgür iradeye sahiptir ve bu ikilikten kendince seçimler yapabilir. Zerdüştlüğün düalist ve insan istencini öne alan karakteri haliyle Kürtçe’ye de esneklik kazandırır. Din bütüncül bir sistemse, ancak dil üzerinde kendini var edip anlam kazanabilir. Dil-din hakikati bu olgu üzerine kurulur. Dolayısıyla ikisi de kolektif bir sistem olarak insan bilincini işleyip şekillendirir. Zerdüştlüğün insan iradesinin önceleyen yapısı soyutlama ve özgürce sorgulama bilincini geliştirirken, Kürtçe bu bilincin işlemesinde ve dışa vurumunda etkili bir düzen halini alır. Bu düşünce tarzının kendisi bile merkezi uygarlık sistemine bir başkaldırı anlamına gelir. Yerleşik olan, sorgulanmasına izin verilmeyen, egemen güçlerce topluma enjekte edilen boyun eğme ve kaderine razı olma dayatması bir bütün olarak çatırdamaya başlar. Zerdüştlüğün kısa zamanda halk nezdinde bu kadar yaygınlaşması boşuna değil! O derece güçlü bir mantık silsilesi vardır ki, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığı etkilemiştir.

Ayrıca dil bireysel kullanıma olanak tanıdığı için, din de dahil, kültürün bütün bileşenleri üzerinde bir anlam taşıyıcısı olma ve iletişim aracı olarak toplumsal bilince dönüştürme rolüne sahiptir. Ahura Mazda’nın “imtihan etmediği”  birey, kötülükle olan mücadelesiyle toplumsal bilincin bir parçası haline gelir.
Zerdüştlüğün mantık silsilesi gücünü diyalektik düşünme tarzından alır. Dinin bu yapısı, Zerdüştlük inancını benimseyen toplumlarda müşterek yanı olan bir dil kadar, o dile esneklik ve çözümleyici bir karakter kazandırır. Böylece dinin hakikati, “dil kurallarınca belirlenen kavramlar arası farklılıklarca belirlenir.” (Ferdinand De Saussure)

Dil-din ilişkisi ve halkların kültürel kodları


Söz konusu nedenlerle Zerdüşlükte, İslamiyet ve Hristiyanlıktaki kadar bir homojenleştirme edimi belirgin değildir. Yine de Avesta’nın Kürtçe yazıldığı büyük olasılık dahilinde olduğuna göre, Zerdüştlükle birlikte Medya’da Kürtçe’nin serpilip geliştiği ve giderek güç kazandığı bir gerçektir. Sıraç Bilgin, Zarathuştra kitabında neredeyse bir sözlük çıkararak, Avesta’nın yazıldığı dil ile Kürtçe arasındaki benzerlikleri gramer yapısına uygun olarak ortaya koymuştur. Kelimeler, Kürtçe’nin lehçelerindeki günümüz kullanımlarıyla büyük benzerlik içermekte ve özellikle Zazakî ile daha bir yakınlık göstermektedir. Zaten “Avesta’nın Magular’ın eseri olduğu ve Magular’ın da Med kökenli oldukları” genelde kabul gören bir tespittir. Herodot tarihinde Mag rahipleri seçkin din önderleri olarak tarif edilir.

Her ne kadar Zerdüştlük belirgin bir homojenleştirmeye sahip olmasa da (farklılıkları kabullenme ve hoşgörülü olması açısından) temel ahlaki ilkeler konusunda ortak öğeleri öne çıkararak, halkların kültürel gelişiminde iç içeliği yaratır. Kürtçe, Farsça arasındaki benzerliğin yanı sıra, kültürleri arasında da yakın benzerlikler olması dil-din ilişkisinin halkların tarihindeki rolüne güzel bir örnektir ve kültürel kodlarda derin izler bırakmıştır. Tarih bilincinin bu topraklarda iç içe ve kavimlerin birbirlerinden etkilenme temelinde oluşması önemli bir göstergedir.

Halklar arasındaki iletişim ve karşı koyma harcı


Zerdüştlük bir karşı duruş, var olan baskıcı sisteme alternatif anlamına gelirken, dil, halklar arasındaki iletişimin ve birlikte karşı koymanın bir harcı olmuştur. Haliyle İncil’in yazıldığı dil olan Latince ya da Kuran’ın yazıldığı dil olan Arapça ilk çıkışlarında olmasa da, sonraları homojenleştirici yapısı gereği hegemonik ve baskıcı sisteme hizmet etmiştir. Kürtçe-Farsça ve Zerdüşlükte ise “kurulan ilk merkezi uygarlık sistemine” (Abdullah Öcalan-Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü) alternatif ve direnişçi olma önce çıkan yandır. Zerdüştlüğün yüzyıllar boyu etkili olmasında, hatta Mazdek, Hürrem ve Babek isyanlarını ahlaki ve komüncü niteliğinin belirgin olmasında esin kaynağı rolünü oynamıştır. Mitraizm ve Maniciliği etkileyerek daha sonra kurulan despotluklara karşı, farklılıkları esas alan demokratik bir içeriğe sahip olmuştur.

Süreç, Kürtlerin İslamiyet’le tanışması ile kesintiye uğrar. İslamiyet önceleri uygarlık karşıtı role sahipken, sonraları kılıç zoruyla yayılmayı esas alan işgalci bir yapı arz eder. Bu yapı uygarlığın temeli olarak, diğer halklar üzerinde proto-milliyetçi bir anlayışla hegemonik bir niteliğe kavuşur. Bu andan itibaren Kuran’ın hakikatine ermek, yazıldığı Arapça diliyle mümkün olacakmışçasına bir kutsallık algısı yaratılır. Arap kültürünün erken emperyal rüyası, diğer halklara dil-din ilişkisindeki kutsallık halesiyle taşırılır. İslam adına iktidarlaşmayla farklılıklar yerine benzeştirme dayatılırken, Arapça diğer diller üzerinde bir kültür emperyalizmini varsıl kılar. Mesela “Emeviler döneminde Kureyş şovenizmi (kabile şovenizmi), Kavm-i Necip (soylu kavim) adı altında Arap şovenizmine dönüşmüştür.” ((A.Öcalan-Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü-s:153) Önderlik bunu bir Karşı-İslam (Sünni İslam ağırlıklı) hareketi olarak değerlendirmiştir.

Kürt üst sınıfı bu hakim gemen yapıyla işbirliğini seçerken, elinde inancı olan ama kavim olamayan bir Kürt gerçekliği hasıl olur. Halk olma bilinci tahrip edilerek, kabileler halinde yaşamaya mahkum kılınır, uygarlık sisteminin dışına itilir. Kürt tarihinin direniş, bastırma geleneği bir bakıma merkezi hegemon kültürün dayattığı tek tipleştirmeye karşı, tarihsel ve kültürel mirasını koruma amaçlıdır ve bastırma bu mirasın sonuçlarını ortadan kaldırmakla ilgilidir.

Bölünmüş aşiretler Kürtçeyi kısırlaştırır

İran bu dayatmaya Şialık mezhebini üreterek karşılık vermiştir. Sünni İslam (Karşı-İslam) mezhebinin yayılmacı karakterine karşı, İslamiyet’in ilk çıkışındaki kavimleştirici işlevini esas alıp, Zerdüştlüğün eskide kalan yanlarını atarak, adeta Zerdüşlükle İslamiyet’i bir karma halinde yeniden yorumlamıştır. İran’ın kavimleşmesinde ideolojik niteliği olan Şialığın belirleyici etkisi olmuştur. Ehlibeyt ve 12 İmam geleneği, Sünni İslam’ı (Karşı-İslam) iktidarlaştıran Emevi yayılmacılığına karşı bir direniştir. Kültürün korunması ve yaşatılması kadar, ulus bilincine götüren önemli parametrelerden biri olur bu. Kuran’ın Arapça yazılmasına karşın Farsça, tarih bilincinin bir yansısı olarak aynı zamanda bir edebiyat ve kültür dili haline gelir. Kürtlerde Alevilik aynı işleve sahip olma potansiyeli taşısa da, Osmanlı Karşı-İslam iktidar gücüyle bastırıldığından, Kürtçe, bölünmüş aşiretler arası bir farklılaşmaya ve kısırlaşmaya mahkum kalır. Farslar kesintiye uğramayan devlet geleneği ve yazılı edebiyatla dillerini, tarihi miraslarının taşıyıcısı ve hakikat dili haline getirmişlerdir. Bu yeni bir hakikatin ortaya çıkışıdır; o da kavimciliktir. Onun hakikatine de yazılı ve de gelişkin bir kültür ve edebiyat diliyle ulaşmak mümkündü. Böylece dine ait olan tüm varsıllar da proto-milliyetçiliğin ortaya çıktığı koşullarda, ona kutsallık atfedilerek gerçekleştirilir. Artık yeni denklem “dil-din hakikati” değil “milliyetçilik-dil hakikati”dir.

İnanç sisteminden çok bir iktidarlaşma aracı...

Selçuklu ve Türk boylarında ise topraklar işgal edip, yerleşmek arayışına İslam’ın iktidarlaşmış mezbehi olan Sünnilik daha uygun düşüyordu. Ordu kurmaları ve savaşkan olmaları İslamiyet’in yayılmasına taze güç niteliğindeydi ama bu İslamiyet’i özünden boşaltan bir Karşı-İslam hareketi halini aldı. İslamiyet, Türk egemenlerinin elinde bir inanç sisteminden çok bir iktidarlaşma ve işgal etme enstrümanı haline gelmiştir. Dini iktidarın bir enstrümanı haline geldiğinde halk ile iktidar güçleri arasındaki yarılma ve ayrışma dine de yansır. Türklerde, Türkmen ve boy beylerini de kapsayan saray çevresi arasındaki çatallaşma ve bazı bazı isyan haliyle Emevi Hanedanlığı’na karşı Haricilerin başkaldırısı sınıfsal karakteri de olan böylesi bir ayrışmanın bir örneğidir. Sonuçta Türk beyleri siyasal iktidarının temsilcisi olarak da kendilerini öne sürmüşlerdir. Bu önemli stratejik hamleyle toplulukların gözünde meşruiyet sağlıyordu.

Tarihte sonuçları bu derece önem arz eden stratejik hamlelere ender rastlanır. Böylece kültürel olarak etkin olamayan, hatta yerleşik kültürler içinde eriyen ama devlet kurma ve yönetmeyi sürekli kılan, bu devletin harcını da Osmanlı adına Bizans ve Pers kültüründen alan bir yapı hasıl olur. İktidarlaşma ve ordu gücüne dayanan bir yapıdır bu. Kabile aristokrasisinin hızla devletleşmesi sonucunu doğurur. İslamiyet burada, üst sınıfın örgütlenme ve çıkarlarına temel teşkil etmiştir. Asıl sorun şudur ki; Osmanlı devleti kurulmasına rağmen, dinin başlardaki kavimleştiren yanı Osmanlı geleneğinde pek etkili olmamıştır. Kavimleşmekten çok İslam adına birçok toprağı işgal etmek, sınırsızca yayılmak ve bu şekilde bir imparatorluk kurmak hem daha mümkündür, hem de tüm ahaliyle (tebaa) birlikte ele geçirilen toprakların sultanın malı olduğu düşünüldüğünde bu tercih edilen bir yol olmuştur.

Hakikat dendiğinde öncelikle devlet ve iktidar akla gelir; devlet ve iktidar her şeyin üzerinde tutulmuştur. İktidarın süregenliği için insanlar devşirilmiştir. Ancak daha da önemli olanı kültür ve dil de devşirilmiştir. Bu özgün bir durumdur. Osmanlıca Bizans, Fars ve Araplardan devşirilen yapma bir dildir. Saray çevresinin kültürüyse daha çok Bizans ve Fars saraylarının bir bileşeni ve uzantısı gibidir. Devletin kurulma temellerinden dolayı proto-milliyetçiliğin Osmanlılarda gelişme şansı ancak devletin yıkılma süreciyle ortaya çıkar ki; bu oldukça geç bir dönemde ve diğer ulusların bir bir ayrılmasından sonradır.

DEVAM EDECEK


CÖMERT BOZKURT / Adıyaman Cezaevi

Hiç yorum yok: