9 Eylül 2011 Cuma

Tüm Halkların Şehit Evlatlarına

GULİSTAN UTKUN

“Kalp ne ile doluysa, dudaklardan o dökülür gider.”  Goethe

1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları, yakın tarihimizde Türkiye Cumhuruyeti’nde yaşanan önemli gelişmelerden biridir. Bu dönem, 1004 evin boşaltıldığı, 4348 dükkanın yağmalandığı ve tahrip edildiği, birçok Rum kadının da tecavüze uğradığı kara bir dönem, kara bir sayfadır, Türkiye tarihinde.
Bu süreç, Türkiye’de homojen bir ulus yaratma çabasında olan ve sermayenin millileştirilmesi çerçevesinde uygulamalara ihtiyaç duyan İttihat ve Teraki’nin bir ürünüdür. Bu dönemde, azınlıkların, ekonomik alanda zayıflatmasını ve etkinliklerinin azaltmasını sağlamak amacıyla çeşitli yasalar çıkarılmış ve uygulanmıştır. Sonuç olarakta, 15 bine yakın Rum nüfusu Türkiye’den göç etmek zorunda bırakılmış ve böylelikle sermayenin millileştirilmesi olayı büyük oranda gerçekleştirilmiştir.

Ancak, 6-7 Eylül olaylarının ortaya çıkmasında en büyük rolü döneminin gazeteleri oynamaktadır. Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasından sonra Türkiye’de yaşayan Rumlara yönelik dönemin gazetelerinin yayınladıkları kışkırtıcı yazılar ve haberler, toplumu manipüle edici bir görev görmüştür.

6-7 Eylül olaylarının hemen öncesinde yaşanan bu gelişmelere ve mevcut gergin ortama karşı bir de, 6 Eylül günü Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba koyulduğu haberinin yaymasının ardından olaylar patlak verir ve kontrol edilemez bir hal alır.

Fakat olayların hemen sonrasında, dönemin hükümeti, olayla hiçbir ilgileri olmamasına rağmen komünistleri yaşanan gelişmelerden sorumlu tutar. Bu çerçevede de sözde şüpheli bulunulan komünistler tutuklanırlar. Nihayetinde de olaylar komuoyunun ve dış ülkelerin gözünde bu sayede sonuçlandırılmış olur.

Bu olaylar, Türkiye Cumhuriyeti devletinde hem Ermeni halkına 1915 soykırımında yaşatılanların hem Süryani, Keldani ve diğer halkların yaşadıklarının hem de bugün Kürt halkına yaşatılmakta olanların anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir.

6-7 Eylül olayları boyunca medyanın üstlenmiş olduğu rolün, bugün mevcut olan yandaş medya tarafından hala benimsenip devam ettiriliyor olması, devlet zihniyetinin nasıl çalıştığının bir göstergesidir. Üstelik, toplu iletişim araçları sayesinde çok daha fazla kitlelere ulaşılabildiği günümüzde, psikolojik savaş çok daha etkili ve tehlikeli bir şekilde yürütülmektedir.

Örneğin, futbolcu Arda’nın tamamen insani olan bir söyleminin bile bu kadar, sanki kınanması gereken bir olaymış gibi medyada yansıtılması, insanı en genel gerçekleri bile söyleme konusunda engellemeye yönelik bir girişimdir. Güzel olanı benimseye, düşünmeye, ve söylemeye getirilen bir yasağın medya aracılığı ile kitleselleştirilmesidir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuruyeti devletinde bazı tarihsel olguların, belli bir yöntem bütünselliği içerisinde tekrar ediliyor olması, algılamada köklü bir değişimin yaşanmadığına işaret ediyor. Hala, farklı etnik ve dinsel kesimler konusunda yani, devlet aklının Türkleştirme projesi kapsamında sorun olarak nitelendirdiklerine karşı, benimsediği çözüm modeli aynıdır. Zorunlu göçler, faili meçhuller, siyasi tutuklamalar, sivil ölümleri ve buna benzer sıralayabileceğimiz birçok uygulama, benimsenen bu çözüm modelini hayata geçirmenin birer yöntemidirler. Tabi bunlara bir de insani düşüncelerini dile getirmenin karşısına çıkarılan mahalle baskısı ile kişilerin kendilerini sansürlemek zorunda kalmalarını eklemek mümkün.

Nitekim, Türkiye halklarının maruz kaldıkları bu yalan, talan, zorunlu göç ve soykırım gibi uygulamaların yaşandığı dönemlerin ortak bir söylemi olan, “Tek dil, tek ülkü- tek hars” sloganının devlet ve hükümetin en üst düzey yetkilileri tarafından bugün hala benzer bir şekilde tekrar söyleme alınması, yarım kalmış yada ilk denemede başarısız olmuş Türkleştirme projesinin tamamlanmaya çalışıldığını gösteriyor, demektir. Çünkü söylenenler düşüncede olanın dile yansımasıdır.

gulistan_utkun@hotmail.de

Hiç yorum yok: