Silvan'ın Dolapdere köyü kırsalında 14 Temmuz'da
düzenlenen PKK saldırısında 13 asker şehit oldu, çıkan çatışmada 7
PKK'lı hayatını kaybetti. Kanlı saldırı ile aynı saatlerde “demokratik
özerklik” ilanının adeta “artçı saldırı” gibi algılanabilecek bir tarzda
yapılması Türkiye'yi bir kez daha diyalog ortamından uzaklaştırmaya
başladı.
1993 yılında, Bakanlar Kurulu'nun
fiili bir af hazırlığını görüştüğü sırada Bingöl'de 33 askerin
katledilmesi, demokratik açılım adımları planlanırken 7 Aralık 2009'da
PKK tarafından Reşadiye'de kurulan pusuda 7 askerin şehit edilmesi gibi
çok kanlı deneyimler yaşayan Türkiye'de Silvan saldırısının sürpriz
olduğunu söyleyebilir misiniz?
Elbette
hayır. Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, saldırıdan hemen önce
böyle bir provokasyon beklediğini dile getirdiğini Fehmi Koru'nun
çarşamba günü (18 Temmuz 2011) Zaman'da yayımlanan yazısından öğrenmiş
bulunuyoruz.
Ne yazık ki korktuğu
hepimizin başına gelen Gül'ün “toplumun birbiriyle konuşmaya,
kucaklaşmaya başladığı bir sırada” yapıldığına işaret ettiği saldırı
diyalog ortamını zehirlerse, kan dökenlerin maksadı hasıl olacak.
Peki
Türkiye daha ne kadar korktuğunun başına gelmesini bekleyecek, daha ne
kadar neredeyse çocuk yaştaki evlatlarını toprağa vermeye tahammül
edebilecek?
Devlet ve siyasetin geçmişte
yaptığı hatalar, bugün terör ve şiddeti sona erdirecek adımları atmakta
gösterilen tutukluk ve diğer yandan Kürt siyaseteti üzerindeki terör ve
şiddet vesayeti üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Ancak yaklaşık 30
yıldır süren çatışma ortamı; şiddeti sona erdirmek için en az yaptığımız
şeyin birbirimizle konuşmak, birbirimizi dinlemek ve birbirimizi
anlamaya çalışmak olduğunu gösteriyor.
Diyaloğun
ve birbirini anlamaya çalışmanın şiddeti sona erdirmedeki hayati
önemini vurgulamak üzere, bu köşede 24 Mart 2011'de “Çatışma yerine
müzakere ve barışın dokuz maddelik rotası” başlığıyla yayımlanan yazıda
naklettiğim bir konuşmayı bugün hatırlatmak istiyorum. Zira TÜSİAD'ın
40. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen “21. Yüzyıl'da Devlet ve
Birey” konulu foruma eski İspanya Başbakanı ve AB Akil Adamlar Grubu
Başkanı Felipe Gonzales ile birlikte katılan Güney Afrikalı insan
hakları savunucusu avukat Brian Currin'in aktardığı deneyimler Türkiye
için de ilham verici unsurlar içeriyor.
1994'te
Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela tarafından Cezaevleri
Denetleme Komitesi'nde görevlendirilen Currin, ırkçı rejimin haksızlık
ve baskılarını ortaya çıkaran Hakikat Uzlaşma Komisyonu'nun kurulmasında
etkin olmuş saygın bir isim. 1987'de kurduğu İnsan Hakları Avukatları
Ulusal Birliği'ni 8 yıl yöneten, Sri Lanka, Rwanda ve Orta Doğu'da
siyasal dönüşüm süreçlerinde önemli görevler üstlenen Currin “aracılık,
uzlaşma ve müzakere” konularında 20 yıllık bir deneyime sahip bulunuyor.
Currin halen, BASK bölgesinde ETA ile Fransız ve İspanyol hükümeti
arasında demokratik uzlaşma yolları arayan Uluslararası Temas Grubu'nda
yer alıyor.
Currin'in mart ayında TÜSİAD
forumunda yaptığı ve “çatışma yerine müzakere ve barışın inşası”
üzerinde odaklanan konuşmayı, medya konusunda da önemli uyarılar
içerdiğini not ederek, bir kez daha okuyalım.
'Barış için dokuz ön koşul var'
Birtakım
barış süreçlerinde elde ettiğimiz deneyimlerden örnekler vermeye
çalışacağım. Güney Afrika ve Kuzey İrlanda bağlamında elde ettiğimiz
tecrübeleri anlatacağım. 1998 yılından beri Kuzey İrlanda'da görev
aldım. Müzakerelere dayalı barış süreci için belli başlı dokuz ön koşul
ve gereklilik var. Bunlar çok önemli. Müzakerelere dayalı barış süreci
için sizinle paylaşmak istiyorum.
1- Ortak çıkar ve ortak tercih olmalı
Birincisi,
tarafların barışa ve müzakereye dayalı bir sürece girmeleri için
çıkarlarının paylaşımlı olması ve ortak tercihlerinin bulunması
gerekiyor Tarafların daha iyi bir alternatifi olduğunu düşünmeleri
durumunda, maalesef barış görüşmeleri olamıyor. 1980'lerin sonunda Güney
Afrika'nın apartheid (ırkçı) devleti uluslararası baskılara maruz
kalmıştır. Soğuk Savaş'ın sonunda Güney Afrika da ayrımcılığı çözmek
durumunda kaldı. Komünistlerin burada çok önemli bir etkisi oldu. Güney
Afrika’da ayaklananlar genelde komünist olarak tanınırlar. Askeri
çatışmaya alternatif getirilmezse ülke mahvolacaktı. Çatışma bir sonuç
getirmemişti. Sonunda müzakerelere dayalı bir süreç tercih edilir hale
geldi. İki taraf da birebir bu sonuca vardılar 10 yıllık bir süre
zarfında. İrlanda ve İngiltere'ye bakacak olursak, West Minster ve
İrlanda arasında 1980’lerin ardından çatışmalar oldu. Bunun İngiltere'ye
insan kaynakları ve bedel açısından çok büyük bir maliyeti olmuştur.
Sonunda çatışmanın bir şey getirmediğini gördüler.
Türkiye'ye
yönelik anladığım şu; devlet güvenliğe dayalı bir çözümü tercih etmeye
devam ediyor. Başbakanlık Kürt liderlerle bir diyalog başlatmak
istemediği ifade etmiştir. “Teröristlerle diyalog içine girmek
demokratik topluma tehdit oluşturur” ifadesi edilmiştir.
2- İki taraf liderleri de silahlı kuvvetler desteğini almış olmalı
İkinci
ders; siyasi liderlerin her iki tarafta mutlaka kendi silahlı
kuvvetlerinin desteğini almış olması gerekiyor. Devletin mutlaka
ordunun, emniyet güçlerinin, diğer tarafta tırnak içinde militanların,
teröristlerin bu süreci desteklemesi gerekiyor. Başarısız olanlara
bakıldığında, taraflardan biri ya da ikisinin güvenlik güçlerinin
desteğini alamadıklarını görürüz. Zimbabwe’de bu olmuştur. Mugabe
iktidardan ayrılmak istiyordu, ama generaller o güne kadar yaşanan
şiddet ve soykırımdan ötürü mahkemeyle karşı karşıya kalacaklarından
bunu istemiyordu. Güney Afrika’da müzakere yaşanırken çok ciddi bir
çatışma da yaşanmıştır. Polisin ve ordunun devreye girdiği ve süreci
baltalamaya çalıştığı görülmüştür ve faili meçhul cinayetler ortaya
çıkmıştır. “İyi Cuma” anlaşmasını hatırlayacak olursak, birtakım
öneriler çıkmış ve teröristlerin eline geçen silahlara el konması ve
kuvvetlerin dönüşüm sürecine girmesi sağlanmıştır. Kuzey İrlanda’daki
sorunlardan biri de, devlete bağlı paramiliter militanlardır.
Paramiliter gruplar emniyet güçleriyle işbirlikçi olmuştur. Bir tarafta
terörist gruplar, diğer tarafta emniyet güçleri birlikte hareket etmiş
ve faili meçhul cinayetler işlenmiştir. İyi Cuma anlaşması sonunda
emniyet güçlerinin yeniden yapılanması gerektiği saptandı. Emniyet
güçleri merkeze taşınarak kamuoyunun baskısını hissetmesi sağlandı.
Kuzey İrlanda'da dokuz yıl sonra güvenlik güçlerini tanıdılar ve kendi
taraftarlarına da güvenlik güçlerine katılma çağrısı yaptılar. Daha
sonra emniyet güçleri siyasi bir yapı olmaktan çıkmış, kutuplaşma
bertaraf edilmiştir.
'Militan taraf mutlaka müzakereye girmeli'
Siyasi
liderler ile militanlar arasındaki sürece bakacak olursak… Militanların
rolü özellikle müzakere sürecinde çok önemlidir. Ateşkes, tazminatların
ödenmesi, silahların bırakılması, sürgün gibi konular için militan
tarafın mutlaka müzakereye girmeleri gerekir. Diğer taraftan devletin
devreye girmesi gerekir. Bu dönemde siyasi liderlerle militanlar
arasındaki iletişim kanallarının açık olması gerekir. Militanların da
siyasi süreci çok iyi idrak etmeleri gerekiyor. Kendilerini siyasi
anlaşmalarla bağlamaları gerekiyor. Bunu birçok yerde başarmış
durumdayız, İspanya da buna dahildir. İngiltere ve İrlanda arasında
siyasi bütünleşme sağlandı, siyasi kanatlar da birbirleriyle dayanışma
içine girdi. Siyasi kararların militanlar tarafından desteklendiğini
gördük. IRA da siyasi kararları benimsedi.
3- Taraflar kendilerini barışa dayalı çözüme adamalı
Müzakerelerin
başarılı olması için, çatışan tarafların barışa dayalı bir çözüme
kendilerini adamaları çok önemli. Ortak tercihlerin bulunması gerekiyor,
dedim. Bu farklı. Ama taahhütte bulunmak bambaşka bir şey. Adanmışlık
için iki tarafın da birbirine güvenmesi gerekiyor. İleriye dönük
vizyonun da ortak olması gerekir ki, taraflar birbirine güvensinler. İyi
niyete dayalı müzakere çok önemlidir. Taraflar müzakere öncesinde şunu
çok iyi bilmelidir; sonuç önceden tayin edilmemiştir. Müzakere sonunda
iki tarafın da galip gelmesi gerekecektir. Kuvvet kullanılamaz, baskı
olmaz, birbirlerinin zafiyetlerini kullanamazlar.
Güney
Afrika’nın geleceğine yönelik ortak bir vizyon vardı. Beş sene boyunca
bu müzakereler devam etti. Kuzey İrlanda'da da vizyon paylaşılıyordu.
Devletin Protestan olmadığı, Katoliklerin de eşit haklara sahip olacağı,
Kuzey İrlanda'nın da anayasal anlamda Britanya'nın bir parçası olduğu
ve olmaya devam edeceği kabul edildi. Kuzey İrlanda’nın Birleşik
İrlanda’nın bir parçası olduğunu anayasalarından çıkardılar, ama
referandumda aksi çıkarsa egemenliklerini kullanacaklarını kabul
ettiler.
4- Dinleyen, anlayan, anladığını hissettiren liderlik
Diğer
önemli unsur liderliktir. Mandela fevkalade başarılı bir örnektir.
Liderlik kalıtımsal da olabilir, sonradan da kazanılabilir. Başarılı
liderler, başkaları üzerinde nüfuz edebilecek, belirli bir hedef
doğrultusunda insanları seferber edebilen insanlardır. Güney Afrika’da
menfi liderlik de vardır. Başarılı liderler dürüst, namuslu, adil,
esnek, kendisini başkasının yerine koyabilecek ve kalıplar içinde
düşünmeyecek insanlardır. Başarılı liderlerin diğer ortak özelliği,
diyaloğu ve iletişiminin sağlam olmasıdır. Dinleyecek, bununla
kalmayacak karşı tarafı anlayacak ve onu anladığını karşısındakine iyi
ifade edecek. Çatışma ortamında başarılı liderlere sahip olmak büyük bir
avantajdır.
5- Ortamın uygun olması
Müzakerelerde
başarı için ortamın, konjonktürün de uygun olması gerekiyor. Konjonktür
uygunsa, bir yere kadar savaşıyorsunuz ve güveni tesis eden tedbirlerle
24 saatte müzakereler başlayabiliyor.
6- Kamuoyu desteği için saydam bir barış süreci
Diğer
önemli husus, mutlaka yapılandırılmış, saydam bir barış sürecinin
izlenmesidir. Barış süreçlerinin algılanması ve hissedilmesi lazım.
Gizli, kapalı kapılar ardında bir barış süreci olmaması lazım. Kamuoyu
desteği böyle alınır. Kuzey İrlanda’da adeta sokaklarda bir bayram
havası vardı. Adeta bir koreografi gibi. Taraflar tamamen paylaştıkları
hedef doğrultusunda ilerlediler. Güney Afrika’da af tanındı, kurban
olanlar, kurban verenler bunu sindirmekte zorlandı, saydamlık bu açıdan
da çok önemli.
7- Özgür basının desteği
Diğer
bir vazgeçilmez unsur da; hür basının varlığıdır. Medya mensuplarının
barışın ne kadar önemli olduğunun farkına varması, barış sürecine destek
vermesi, bunu ulusal bir dava olarak görmesi gerekiyor. Devletin kalkıp
da “bunu destekleyin” demesi değil, basının kendisinin bunu yapması
lazım. Hakikaten bu ulusal bir davadır. Medyanın amacı barışa destek
olmamaksa müzakere sürecini, barışı baltalayabiliyorlar.
8- Halkın sürecin içine çekilmesi
Diğer
önemli unsur da, halkın, vatandaşların işin içine çekilmesi. Sivil
toplum kuruluşları bunun için çok önemli. Güney Afrika’da bir ara
çıkmaza girdik, müzakereler durdu, anarşi tırmanışa geçti. Kiliseler,
işadamları, STK’lar bir araya geldi, işadamları liderlik etti, altyapı
çamlışmaları başlattılar, taraflarla temasa geçtiler ki, duruma hakim
olsunlar, şiddetin nerelerde olabileceğini görerek tedbir alsınlar.
Kiliseyi, siyasi aktivistleri, orduyu, her tarafı devreye soktular.
Sivillerin desteği yapılandı. Halkın desteğinin temin edilmesi son
derece önemlidir. Güney Afrika’da bu başarıldı. Kuzey İrlanda’daki
konjonktür çok farklıydı, ama orada da STK’lar ellerinden geleni
yaptılar.
9- Müzakere süreci ülke koşullarına uygun olmalı
Sonuç
olarak şunları önermeye çalışacağım. Eğer barış süreci başlayacaksa,
müzakere sürecinin ülke koşullarına, gerekliliklerine uygun olması,
bunlara hizmet etmesi gerekir. Başka bir ülkeden tıpatıp örnek alınamaz,
ama ülkeler birbirlerinden esinlenebilir. Kuzey İrlanda ve Güney
Afrika’da hatalar da yapıldı. Ülkelerin kendilerine has çözümleri
geliştirmeleri gerekir.
Şunu da belirtmek
gerekiyor, iletişim süreçleri ve diyalog büyük bir önem taşıyor. Daha
önce birbirleriyle konuşmayan taraflar birbirini dinlemeye başlamıştır.
Eskiden düşman olan taraflar arasında temas gerçekleşmiştir ve müzakere
bununla başlamıştır. Güney Afrika’da işadamları önemli rol oynadı.
Taraflar ve orduyla temasa geçtiler. İş dünyası arabuluculuk yaptı, bir
tarafta siyasi aktivistler, diğer tarafta devlet; iş dünyası burada
arabulucuydu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder