24 Temmuz 2011 Pazar

33 Kurşun

O gün, sabahın o saatlerinde kurşuna dizilen yalnızca 33 Kürt köylüsü değildi; 33 candı, 33 umut, 33 sevda, 33 özlem, 33 insan’dı... Bu keyfi katliamın üzerinden tam 68 yıl geçti. Sefo Deresi, o günden bu yana ‘yasak saha’ ilan edildi. Kurşuna dizilenlerin kanlı bedenleri kurda kuşa yem edildi.

Bundan tam 68 yıl önce, 28 Temmuz 1943 tarihinde ve tan vaktinde; Van ili Özalp İlçesi’ne bağlı Xerabesorik, Milanengiz, Runexar ve Xeretel köylerinden Mîlan aşireti mensubu 33 insan, Sefo Deresi mevkiinde elleri arkadan bağlanmış ve yere diz çöktürülmüş olarak kurşuna dizildi.
 
 Kurşuna dizilenler arasında yürüyemeyecek kadar yaşlılar, bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar, askerden izinli gelmiş nişanlılar vardı. Babayı oğluyla, damadı kayınpederiyle, kardeşi ağabeyiyle birbirine kalın iplerle bağladılar, çembere aldılar ve dört bir yandan üzerlerine kurşun yağdırdılar.

 
Haklarında verilmiş bir mahkeme kararı yokken, hepsi de suçsuz ve günahsızken sorgusuz- sualsiz kurşuna dizildiler.
O gün, sabahın o saatlerinde kurşuna dizilen yalnızca 33 Kürt köylüsü değildi; 33 candı, 33 umut, 33 sevda, 33 özlem, 33 insan’dı...

 
Gözü dönmüş ırkçılığın yön verdiği bu keyfi katliamın üzerinden tam 68 yıl geçti. Sefo Deresi, o günden bu yana ‘yasak saha’ ilan edildi. Kurşuna dizilenlerin kanlı bedenleri kurda kuşa yem edildi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, diğer katliamlarla olduğu gibi bu keyfi katliamla da yüzleşmedi.

 
Yüzleşmek bir yana, köylülerin kurşuna dizilmesi emrini veren dönemin 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğla’nın ‘itibarını iade’ (!) etti. 2004 yılı 6 Mayıs’ında Muğlalı’nın ismini köylüleri kurşuna dizen Özalp Taburu’na verdi.
Türk devleti Kürt’ün katiline kahraman (!) payesi verdi.

Tarih yaşıyor

Sefo Deresi’nde topluca katledilen ve kanlı bedenleri kurda kuşa yem edilen 33 kişinin yakınları ise bu küstahlığa isyan etti. Acılı birçok aile TC Savunma Bakanlığı’nı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava etti. Dava devam ediyor. Türk devleti katliamla yüzleşmediği gibi katilin adının o kışladan kaldırılmasına da yanaşmıyor. Elbette bu durum bize garip elmiyor zira, tarih belliğimizde bütün canlılığıyla yaşıyor.
 
 Türk devleti, yoksul Kürt köylülerinin acımasızca kurşuna dizildiği 33 Kurşun Katliamı’nı da inkar etmişti. Katliama gülünç gerekçeler hazırlamış, yalan beyanlar almış, uyduruk raporlar yazmış, sahte belgeler düzenlemişti.

 
Bu uyduruk raporlardan biri de TC Başbakanlık makamının 21 Mayıs 1951 tarihli tezkeresiydi. Buna göre; bu köylüler sınırdaki gizli geçitleri göstermek amacıyla sınıra götürülmüş ancak, orada ‘kaçmaya teşebbüs etmiş, müfrezenin uyanık davranması üzerine de buna muvaffak olamadan, karşı taraftan açılan ateşle müfrezenin açtığı ateş arasında kalarak kamilen imha’ edilmişlerdi.

 
Oysa, Saray Özalp Tabur Komutanı Şükrü Tüter, olaydan bir gün sonra yazdığı raporunda şunları belirtmişti:
‘Bu şahıslar (köylüler) Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye ayrılmış ve elleri kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdi…’

 
Kaldı ki görgü tanıkları da Süvari Birliği’nin kurşuna dizmek için yola çıkardığı köylüleri kalın halatlarla birbirine bağladıklarını söylüyor ve kaçmak bir yana tutsak köylülerin yürümekte zorlandıklarının altını çizmişti.

İnfaz gerekçesi önceden hazır

Köylüler yargısız infaz edilmişlerdi. İnfazın gerekçesi ise önceden hazırlanmış, plan Ankara’da çizilmiş, dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, ‘Doğu’nun Aslanı’ ilan ettiği, Teşkilatı Mahsusa’dan yakın arkadaşı, 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Muğlalı’yı bu iş için görevlendirmişti.
 
Muğlalı’nın katliam için seçilmesi tesadüf değildi. Muğlalı özünde devletti. Ermeni ve Rum katliamlarını gerçekleştirmiş olan ‘Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli bir üyesiydi. Halk, hak, adalet ve insaniyet karşıtı biriydi. Dolayısıyla toplu cinayeti  ‘en iyi’ (!) o işleyebilirdi. 

 
Muğlalı, İnönü’den aldığı emrin gereğini yerini getirdi. Önce kendisine bağlı Jitemvari çetesini harekete geçirdi. Çete bölgede birçok provokatif eyleme girişti. Hırsızlık, soygun, adam kaçırma, cinayet gibi suçlar işledi..

 
 33 Kürt köylüsü, çetenin işlediği bu suçların birinden; ‘davar hırsızlığından’ dolayı tutsak edildi. Fakat, tutsak edildikten sonra suçlamanın içeriği değişti. ‘Hırsızlık’ iddiasıyla  tutuklanan köylülere‚ ‘Rus casusu’ suçlaması yöneltildi!

 
 ‘Rus casusu’ oldukları gerekçesiyle de ifadeleri dahi alınmadan hepsi de sorgusuz –sualsiz katledildi. 

 
33 Kurşun Katliamı’nın bir tek amacı vardı; o da Kürt halkına gözdağı vermekti. Ve, bu Anadolu’daki Osmanlı-Türk egemenliğinin bir geleneğiydi.

Mavi dağ dumanını kanlara buladılar

Halkın sevdiği ve saydığı ‘birkaç kişiyi asarak’ ya da ‘kurşuna dizerek’ halkı sindirmek, ‘devletin resmi siyaseti’ydi. Muğlalı bu gerçeği yargılandığı mahkemede açıkça itiraf etti. Devletin Kürtleri ‘sistemli olarak imha’ etmesi gerektiğini ifade etmekten çekinmedi ve ‘Kürtlere normal ölçüler ve devlet anlayışı içinde yaklaşılması mümkün değildir!’ dedi.
 
Dedik ya; tarih yaşıyor! Tarih ıkrçı zihniyette, inkar ve imha siyasetinde yaşıyor.

 
Öte yandan tarih bizim görmediğimiz, göremediğimiz ya da görmek istemediğimiz yerlerde; yüreklerde, bilinçlerde, ağıtlarda, ninnilerde ve deyişlerde yaşıyor. Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesinde, öfkesinde ve her fırsatta dışa vurduğu tepkide yaşıyor...

 
Tarih; Zîlan Deresi’nde, Kutu Deresi’nde, Kasaplar Deresi’nde, toplu mezarlar ülkesi Kürdistan’ın her yerinde ve Sefo Deresi’nde yaşıyor.
Yeni Özgür Politika, 33 kişinin kurşuna dizildiği Sefo Deresi’nin fotoğraflarını yayınlayarak bir ilke daha imza atıyor. Geliyê Sefo üzerindeki sis perdesini aralıyor. 

 
Köylüler bundan 68 yıl önce bu derede kurşuna dizildi.
Ahmed Arif’in dediği gibi; ‘O gün orada, ölümü acımasız uyguladılar/ Mavi dağ dumanını/ ve uyur-uyanık seher yelini/ Kanlara buladılar…’

GÜNAY ASLAN

Hiç yorum yok: