Türkiye’nin iç politik dengelerinin yeniden dizayn
edilmesine ihtiyaç olduğunu hemen herkesin fark ettiği bir durum. Hem
uluslar arası güçlerin hem de Türkiye’nin politik kuvvetleri: ‘Nasıl bir
Türkiye’ sorusunun karşılığını arıyorlar. Bu soruya verilecek yanıt hiç
şüphesiz ki önemlidir.
Uluslar arası küresel güçler bunu birkaç kolda yürütüyor. Birincisi küresel sermaye doğrudan kendi gücünü ve ilişkilerini kullanıyor. Bunun ilk mesajını ekonomiden sorumlu Bakan Babacan verdi. Türkiye’nin cari açıklarına vurgu yaptı, özellikle kritik bir süreçten geçtiklerini ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde ekonominin ciddi bir riskle karşı karşıya olduğunu vurguladı. Cilonton’un da “Cari açık rakamları, işsizlik oranı çok yüksek. Türkiye ekonomisi üretimden dolayı değil, tüketimden dolayı büyüyor” değerlendirmesi de çok açık bir uyarıdır.
Türk ekonomisinde görünen yüzde büyüme oranı esasen sıcak para yani hareketli sermaye üzerinde olmaktadır. Ülke ekonomisinin temel dinamiklerinde oluşan bir gelişme değil. Bu nedenle hareket halindeki küresel sermaye birkaç dakika içinde çekilmesi olasıdır. Bu da Türkiye’nin cari hesaplarını bir anda alt-üst edebilir. Merkez Bankası rezervlerinin erimesi birkaç günlük iştir. Babacan’ın yapmış olduğu değerlendirme aslında küresel sermayenin bir uyarısıdır. Türkiye’nin iç politik yapısının yeniden şekillendirilmesi için yapılan uyarıların mutlak olarak dikkate alınması amacına dayanmaktadır.
Sermaye’nin Türkiye’ye biçtiği önem biliniyor. Ortadoğu’da bir güç olmasını istemektedir ancak bunun başarılı bir şekilde yeniden yerine getirilmesi için Türkiye’nin iç politik istikrarının sağlanması gerektiğini de sıklıkla vurgulamaktadırlar. Aksi takdirde sermayenin güvenilir olmayan yerde kalmayacağı uyarısını dahası tehdidini yapıyor. Küresel sermayenin açıklaması Babacan tarafından iyi okundu ve gerekli mesajı da verdi.
İkincisi ise AB-ABD eksenli geliştirilen süreçtir. AB’nin Türkiye’nin nerdeyse durgunlaşan reformları yeniden başlatması ve daha güçlü somut adımların atılmasını istedi. AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle, Türkiye’yi ziyaret ederek, sürecin hızlandırılması için çok açık uyarılar yaptı. Hükümetin özel olarak AB Bakanlığı’ kurmuş olması, politik yönelimin AB’ne doğru evirileceğinin ilk işareti olarak algılandı. Kıbrıs meselesinde müzakerelerin hızlanması, BM devreye girmesi ve yılsonuna kadar ‘iki toplumlu tek federasyon’ sürecinin yaşama geçirilmesine karar verildi. Kıbrıs sorunun çözümü esasen Türkiye-AB ilişkilerinde çok önemli bir engelin kalkması anlamına geldiği gibi aynı zamanda AB politikalarının Ortadoğu’da daha etkin olmasının önünün açılması demektir.
Bu bakımdan AB için Türkiye stratejik öneme sahiptir. İki tarafın da birbirine ihtiyacı var. Birbirlerinden vazgeçmek gibi bir lüksleri bulunmuyor. Karşılıklı denge politikası içerisinde birlikte yürümeyi esas almış bulunuyorlar.
Üçüncüsü ABD’nin izlediği politikadır. ABD ile Türkiye ilişkilerinin derinliği biliniyor. Obama yönetimli ABD’nin bölgesel politikalarında Türkiye’nin önemi arttı. Kimileri ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkaracağı beklentisi hep boşa çıktı. Tersine Türkiye bölgesel stratejik dengelerde yerini giderek sağlamlaştırdı. Özellikle İslamcı AKP iktidarı izlemiş olduğu politikalarla küresel sistemin ihtiyaçlarına önemli oranda yanıt verdi.
Bugün, Ortadoğu’nun küresel sisteme dâhil edilmesi için özellikle ABD-AB çok ciddi bir çaba içerisindedir. Bölgenin tamamen yeniden dizayn edilmesi için atılan somut adımlarda Türkiye’ye mutlak ihtiyaç duyulmaktadır. Geçmişte Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi şimdi Libya ve Suriye’de somutlaşmaktadır. Yarın gündeme İran gelecektir.
Türkiye özellikle Libya ve Suriye politikasında belirgin bir değişiklik yapması, NATO eksenli esasen ABD-AB politikalarına dümen kırması, küresel gücün beklentilerine yanıt vermesidir. Bu yönelim aynı zamanda, İslamcı AKP hükümetine uluslar arası desteğin devam etmesi anlamına gelmektedir.
Bütün bunlar bölgesel ilişkilerde küresel sistem ile Türk devleti arasındaki ilişkilerin stratejik önemini ortaya koymaktadır. Buna paralel olarak, Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde rolünü uzun vadeli oynayabilmesi için iç politikasında çok daha güçlü bir istikrarı sağlaması gerekiyor. Buna çok özel bir vurgu yapılmaktadır.
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin Türkiye yaptığı ziyaretin anlamı budur. Ayrıca ABD Dış İşleri Bakanı Clinton’un yapmış olduğu kapsamlı ziyaretin arka planı da Türkiye’nin iç politik dengelerinin yeniden dizayn edilerek, daha istikrarlı politik bir yönetimin sağlanmasına yöneliktir.
Clinton’un başta hükümet olmak üzere, bütün partilerle görüşmesi, esasen izlenmesi gereken yol haritasının netleştirilmesidir. CHP-BDP-MHP ile yapmış olduğu görüşme bu bakımdan önemlidir. CHP, ABD’nin orta veya uzun vadede değerlendireceği bir güçtür. Bu bakımdan CHP’nin bakış açısını ciddi oranda önemsemektedir. Statükodan kopmuş bir CHP’ye ABD’nin gerçekten çok ihtiyacı var. Kılıçdaroğlu da, değişen ve küresel sistemin ihtiyaçlarına yanıt veren bir CHP’nin var olduğu mesajını, Clinton’a verdi.
BDP ile görüşmesi, Türkiye’nin bir Kürt sorunu olduğunu ve bunun çözümü için Kürtleri temsil eden bir partinin sürece mutlak olarak dâhil edilmesi gerektiğini vurgulamaktır. Türkiye’nin politik krizinin merkezinde Kürt realitesini olduğunu bilen ABD, Kürtleri dışlamanın bir yararı olmadığını ve sistem içerisine çekilmesi için bazı adımların atılması gerektiğini belirtmiş oldu. Bir başka ifadeyle AKP’ye Anayasa yapımı sürecinde BDP’yi dışlamama uyarısını yaptı.
Clinton’un görüşme isteğini MHP Genel Başkanı reddetti. Ancak Genel Başkan Yardımcısı Meral Akşener ile görüşmesi bir bakıma MHP’nin dışta kalmasını istemediğini gösteriyor. Ayrıca gelecekte MHP içindeki bir liderlik arayışında Akşener’in Bahçeli’nin yerine getirilmesi için yeni bir süreç başlayabilir. Kamuoyu yoklamalarında da Akşener’in isminin ön plana çıkartılması sanırım bir tesadüf değil. Clinton’un Akşener ile görüşmesi de bunun bir yansıması olarak okunabilir.
Clinton’un Kılaçdaroğlu ile yaptığı görüşmede “yeni Anayasa’nın geniş katılımla yapılmasının önemli olduğunu” söylemesi ve “Nasıl bir Anayasa bekliyorsunuz?” sorusunu sorması, doğrudan Türkiye’nin iç politikasını dizayn etmek için inisiyatif aldığını gösteriyor. Ayrıca bunu çok açık olarak tanımladı ve “Türkiye’nin iyi bir örnek olması için, öncelikle kendisinin demokrasi alanındaki sıkıntılarını ortadan kaldırması gerekir.” Ayrıca Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile yaptığı ortak basın açıklamasında ; “Türkiye’nin içinde bulunduğu anayasa reform sürecine sivil toplum ve bütün siyasi partileri dâhil edeceğini umduklarını” vurgulayarak gerekli mesajı vermiş oldu.
Türkiye kaçınılmaz olarak bir değişik sürecine girecektir. Küresel güçlerin istediği bu zorunlu değişim aynı zamanda iç politik dengelerin yeniden oluşturulması bakımından kaçınılmazdır. Yeni bir anayasanın hazırlanması artık bir zorunluluktur. Hem küresel sistemin ihtiyaçlarına yanıt veren ve bölge ülkelerine model olabilecek hem de Türkiye’nin iç politik sorunlarına yanıt verebilecek bir anayasa olması isteniyor.
ABD adına Clinton, AB adın Füle, nasıl bir anayasa istediklerini çok açık olarak belirttiler ve gerekli uyarılarını yaptılar. Parlamento, görevden vazife çıkararak, sistemin yeniden yapılandırılması için ‘yeni’ bir anayasa üzerinde hızla çalışacaktır.
Dr. Mustafa PEKÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder