Ben acının gazabında fotoğrafladım yaşamı, bundan sonra neler yaşayacağımı da bilmiyorum. Bir bölgeyi dolaştım
gezdim. Karamsarlığın ötesine gidemedim.
Yaşlanmış birer fidan gibi baktığım her bir annenin hikâyesinde kayboldum.
Acı hâkimdi,
Beklentiler vardı.
Talepler vardı.
Bir kare bile yetiyordu acının dilinde onları yaşamak ve anlamak için. Bende onu yaptım, hiçbir ana’ya acının dillini
sormadım. Kadraja giren ifadenin anlattıklarıyla yetindim. Karış karış dolaştığım toprakların kuraklığı ve tedirginliği
karşısında ana’ların, acıdan mayalanmış gözyaşlarının ıslaklığıyla karşılaştım. Yürüyen adımlarında, yaşlanmanın
izlerinde ve deneyimlerinde oluşan havzaların gösterdikleri de ayrı bir öğreticilikti…
Bir ara bir anne ile yüzleştim. Deklanşöre basacakken, anlatmaya başladı…
Birkaç çocuğunu kaybettiğini ve kahramanlaştığını karşılığında “AŞİTİ” diye eklemeye devam etti. İçimde bir şeyler
oldu. Durdum. Ama deklanşöre bastığımı zannediyordum. Bir iki saniye sonra baktığımda hiçbir şey çekmediğimi
fark ettim.
O esnada akan gözyaşları enstantanelerken, kendi gözyaşlarımın aktığının farkında bile değildim. Ana’yla yüz
yüze geldik. Oğlum, sen neden ağlıyorsun dedi. Erê lavê mîn dedi ve beraber ağlamaya başladık.
Bir ana hasreti ve evlat sarılmasıydı bu, belliydi yaşadıklarının ve özlemlerinin sarılışıydı,
kolumdan aşağıya kaydı ve yere çarptı. Bana sarılmaktan vazgeçerek bir telaşla makineyi yerden aldı ve bana
uzattı. “Lavêmin bigire” dedi.
Benim çok üzüldüğümü gördü, kendi acısını içine gömdü ve bana telkinlerde bulunmaya başladı. Bu çalışmayı ne
yapacağımı ve nerelerde kullanacağımı sordu. Ben cevaplamadım, oysa bir ana’yi ikna etmek ve ona çalışmayı
anlatmak epey bir zamanımı alırdı, bazen 20 bazen 30 dakika boyunca çekimleri anlatırdım ve zar zor ikna
ederdim. Bu kez ben sustum. Bişey demedim. Ana’ya baktım yüzündeki kırışıklar bir tarih gibi yaşadıklarını ele
veriyordu.
Sonra etrafa dönüp baktım. Çevreden bulunanlar ve benimle çalışanların bizi seyrettiğini gördüm. Hareketsiz bir
fotoğraf makinesi
fotoğraf karesi gibiydi.
Yaşananlardan sonra ana’ın dünyasına girdim, dolaştım. Bir evladın kaybolmasını hissettim. Bunun acısını
ve acısının karşısında nasıl durulduğunu anlamaya çalıştım. Sonradanda ana’mı hatırladım. Onun ölümünü
hatırladım. En son gördüğümde hastaydı, felçliydi, fotoğrafını çekerken var gücüyle bana nasıl gülümsediğini
olabildiğince kadrajımı doldurmaya çalıştığını dünyamda dolaştırdım…
Anaların duygularının aynılaştığına bir kez daha tanık oldum ve gördüm. Evlatlarınsa bunu nasıl hissettiklerini bir
kez daha yaşadım.
İHSAN KAÇAR FOTOĞRAFİA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder