Organik Tarımın Geçmişi
Organik tarımın geçmişi 20.
Yüzyıla dayanmaktadır. Ekonomik yönden gelişmiş olan kesimin bozulan
ekolojik dengeye karşı kendini korumak için ortaya attığı bir yöntemdir.
Ozon tabakasındaki incelme ve çevre bilincinin gelişmesi ve de dünyanın
geleceğinin tehlikeye girmesi, organik tarımın gündemleşmesini
sağlamış, bu konuda çeşitli yöntem ve teorilerin geliştirilmesine neden
olmuştur.
1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan Organik Tarım,
1950’den sonra ABD’nin Marshall yardımı ile önemini yitirmiş, sağlanan
katkı ve aşırı desteklemelerle entansif tarım süratle yayılmış,
makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri
kullanılmaya başlanmış, 60’lı yıllardaki Avrupa Topluluğu tarımsal
destekleme politikaları, 70’li yıllardaki pestisit ve kimyasal gübreleri
keşfi ile tarımsal üretim artışı sağlanmıştır. Ancak; yeşil devrim
olarak da adlandırılan bu tarımsal üretim artışlarının, dünyadaki açlık
sorununa çözüm getirmediği, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını
süratle bozduğu görülmüştür. Bilim çevreleri ve sivil toplumun baskıları
ile DDT grubu pestisitler(üretimde kimyasal girdi-kimyasal gübre,
ilaçlama, hormon vb ) yasaklanmış, organik tarım yeniden gündeme
gelmiştir.
Değişik ülkelerdeki organik tarım çalışmaları 1970 yılından
itibaren “Organik Tarım Federasyonu (IFOAM)” organizasyonu altında
toplanmıştır. Bu organizasyonun amacı, bilgi akışının koordinasyonunu
sağlamaktır. AB, Japonya ve ABD ana pazar durumunda olup, organik tarım
faaliyetlerinde her yıl yaklaşık %20 artış sağlamaktadırlar. Halen 120
ülkede 24,1 milyon hektar alanda organik tarım yapılmaktadır. 24 Haziran
1991 tarihinde Avrupa Topluluğu içinde Organik Tarım faaliyetlerini
düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe konulmuştur.
Türkiye’de bu konudaki düzenlemeler 1994 yılında başlamış, 3 Aralık
2004 tarihinde 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” çıkartılmış, 10
Haziran 2005 tarihinde “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına
İlişkin Yönetmelik” yayınlanarak yürürlüğe konmuştur.
Organik (Ekolojik) Tarım Nedir?
Organik Tarınım Amacı:
Organik Tarımın İlkeleri:
Organik tarım üç ana ilke üzerine inşa edilmiştir.
1-Doğa ile uyumlu şekilde üretim
2-Kapalı sistem tarım
3-Ürün münavebesi(nöbetleşe, dönüşümlü),
ORGANİK TARIMIN ÖNEMİ
Organik
tarım; başta toprak olmak üzere su, hava, çevre ve doğada yaşayan diğer
canlılara zarar vermeyen bir üretim anlamına gelir. Organik tarım;
kuralları çerçevesinde çevresine duyarlı, sömüren değil sürdürülebilir
olan bir üretim sağlar. Organik tarım; üretilen ürünlerin kolayca
izlenmesi ve her aşamada denetlenebilmesi ile tarımda ciddi bir denetim
eksikliğini giderir. Organik tarım; üretilen ürünlerin insan sağlığına
zarar verebilecek kimi atıkları barındırmasının önüne geçerek
hastalıkların yayılması/oluşmasını ciddi oranda engeller. Organik tarım;
yalnızca insan sağlığını değil, aynı zamanda yaşam alanımız olan
dünyanın korunmasını da sağlar. Organik tarım; mevcut tarım
topraklarının azalmasını, çölleşmesini, kullanılmaz hale gelmesini ve
sömürülmesini engeller. Organik tarım; sağlıklı ve temiz bitkiler
yetiştirildiği için insan sağlığı için de çok
önemlidir.
Kürt halkı
ve yaşadığımız coğrafya organik tarıma yabancı değildir. Bu nedenle de
fazla uzağa gitmeye gerek yok. Organik tarımı geliştirmek ve bir yaşam
biçimine dönüştürmek paradigmamız açısından önem arz eder. Bu açıdan da
üzerinde önemle durmak gerekiyor. Organik tarım ekolojik dengeyi korumak
zorundadır. Doğaya ve çevreye zarar vermemelidir. Aksine korumalıdır.
Değim yerindeyse adeta ana şefkatinde olduğu gibi şefkatle kucaklamalı
ve sevmelidir, dost olmalıdır. Aslında bu bizim paradigmamızın felsefik
ve ideolojik olarak ekonomik politikamıza yansımasıdır. Demek ki
ekonomi, insanın doğayla doğru bir ilişkisinin ve doğaya insan elinin
değmesiyle ortaya çıkan bir faaliyettir. Doğanın bu imkânı vermesi,
insanın doğayla kutsallık bahşetmesini beraberinde getirmiştir. Zaten
insanın ilk kutsalları doğa, toplum ve kadındır. Doğa ilk bilinç haliyle
hemen kutsallık kazanmıştır. İlk insanlar doğayı vahşi görmemiş, ana
kucağı gibi ele almıştır. Zaten ilk insanlar doğada her şeyin bir canı
olduğunu düşünmektedir.
Doğal felaketler bile doğayla doğru kurulmayan
ilişkinin cezalandırılması olarak görülmüştür. İnsanın ilk beslenme ve
barınma imkânlarını doğada bulması ekonomiyle doğa dostluğunu ortaya
çıkarmıştır. Dolayısıyla bir faaliyetin gerçek bir ekonomi olup olmadığı
yapılan faaliyetin doğaya yaklaşımıyla belli olur. Bu açıdan da doğa
bağlantılı olan ve doğanın bağrından çıkan insanlığa çok büyük yararları
olan tarımın insanlığın ana besleyici kaynağı olmasıdır. Binlerce yıl
insanlık tarımla geçimini sağlamıştır. Toprakla iç içe olmuş, toprağın
verdikleriyle yaşamıştır. İlk toplumsal artı ve birikim de tarımda
gerçekleşmiştir. Denilebilir ki, tüm zenginliğin kaynağı da esasında
tarımdır. Daha geniş anlamıyla değerlendirilecek olursa topraktır.
Toprak ve tarım varoluş koşuludur. Her ne kadar bugün insanlar, tarımsız
ve topraksız da yaşayabilir gibi bir imaj yaratılmışsa da, topraksız ve
tarımsız bir dünya ve insanlık düşünülemez. Tarım bugün üretimin ikinci
planında yer almaktadır. Sanayi üretimi başat hale gelmiştir. Nüfusun
çok büyük bir çoğunluğu sanayi üretiminin olduğu merkezlere taşınmış,
kırsal alan boşalmış durumdadır.
Özellikle de gelişmiş, sanayileşmiş
ülkelerde nüfusun ancak %8-10’luk bir kısmı tarımsal üretimde yer
almaktadır. Dolayısıyla kırsal alan yaşamı adeta büyüsünü yitirmiş
durumdadır. Nüfusun yoğunlaştığı alanlar sanayi üretiminin olduğu
şehirler olmuştur. Reklama dayanan göz kamaştırıcı yaşam, insanların
topraktan kopmasına, şehirlere doluşmasına neden olmuştur. Şehirlere
doluşanlar ise hiç de reklamlarda gösterilen göz kamaştırıcı yaşamın
sahibi olmamışlardır. Kümes gibi daracık evlerde, üst üste ve şehrin
hastalıklarıyla boğuşmanın yanı sıra işsizlikle ve açlıkla da boğuşmak
durumunda kalmışlardır. Tarım adeta ölmüş durumdadır. Var olan tarım da
organik olmayan, aşırı ve zararlı kimyasalların kullanılmasına dayanan
bir tarım şeklidir ki, bu da doğanın tahrip edilmesine neden olmaktadır.
Bu gidişatın doğaya daha fazla zarar vereceği kesindir. Bunun için
organik tarımın geliştirilmesi ve teşvik edilmesi Demokratik Özerkliğin
tarımdaki temel yaklaşımıdır.
Kürdistan’da tarıma uygun çok geniş bir
arazi yapısı vardır. Bu toprakların büyük bir kısmı tarıma
açılamamışken, tarıma açılan toprakların neredeyse tamamına yakınında
yapılan tarım da zararlı kimyasalların kullanılması neticesinde toprak
adeta ölmüş durumdadır. Üretimi daha fazla arttırmak maksatlı sulu
tarımın gerçekleştirilmesi ve bunun da zararlı kimyasallarla yapılması
geniş toprak parçalarını çoraklaştırmaktadır. Adeta geniş çöllük alanlar
oluşmakta ve bilinçsizce yapılan tarımdan dolayı topraklar neredeyse
ölmüş durumdadır.
Kürdistan, tarıma uygun büyük toprak parçalarına
sahiptir. Bu toprakların büyük bir kısmı tarıma açılmamıştır ve
dolayısıyla Kürdistan’da işsizlik ve açlık çok ciddi bir sorun
durumundadır. Şüphesiz bunun Kürdistan’ı boşaltmak isteyen devlet
politikaları ile yakından bağlantısı vardır. Son derece verimli
topraklara sahip olan Kürdistan’da açlık ve işsizliğin varlığı ancak bu
tür bilinçli politikalarla gerçekleşebilir. Kürdistan’ın bilinen ovaları
yalnız ciddi bir tarım politikasıyla işletilse değil açlık, fazladan
milyonlarca nüfusu doyurabilir. Aynı zamanda işsizlik denen kapitalizm
hastalığına da çare bulunur ve milyonlarca işsiz insan istihdam edilmiş
olur. Organik tarım sadece toprağın korunmasına, çevre kirliliğinin
önlenmesine, ekolojik dengenin korunmasına hizmet etmez. Aynı zamanda
toplum sağlığının korunmasına da hizmet eder.
Hormonlu gıdaların insan
yaşamı ve fizyolojisi üzerinde ne kadar derin tahribatlar yarattığı,
bilinmeyen yeni hastalıkların gelişmesine neden olduğu araştırmacılar
tarafından ortaya konulmuştur. Organik tarım hormonlu gıdaların toplumda
yarattığı hastalıkları giderir. Gıdaları temiz ve sağlıklı bir toplumun
yaratılması, ancak tarımdaki bu farklı anlayışla gerçekleştirilebilir.
Demokratik Özerklik tarımdaki bu gidişata karşıdır. Tarımın
geliştirilmesine önem verir, teşvik eder. Tarımda zararlı kimyasalların
kullanılması, hormonlu gıdaların üretimine karşı, organik tarımın
geliştirilmesini destekler. Tarımın ekolojik dengeler dikkate alınarak
yapılmasını esas alır. Tarımın geliştirilmesiyle kapitalist sistemin bir
sonucu olan nüfusun büyük çoğunluğunun işsizliğine de çare bulunmuş,
geniş bir istidam alanı yaratılmış olur. Şehirler de nüfus
yığılmalarından kurtulmuş, daha yaşanılabilir bir seviyeye çekilmiş
olur.
Demokratik Özerklikte bütün bunlar ekseninde tarımla sanayi, kırla
şehir arasında bir denge kurulmaya çalışılır. Yine Demokratik
Özerklikte üretimin toplum sağlığına uygun olmasını esas alır. Hormonlu
gıdalar olarak da ifadelendirilen GDO(Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar)’ların üretimi yerine organik tarımı teşvik eder,
geliştirir. Tarımda ağır kimyasalların kullanılarak toprağın öldürülmesi
yerine toprağı güçlendirici bir tarım politikasını esas alır. Organik
tarım hem doğaya dost olan bir tarım şeklidir ve toprağı korur, hem de
toplum sağlığına en uygun olan üretimdir. Bunları geliştirici be yine
bunun yanında doğaya dost tekniğin kullanılmasıyla hem sanayide, hem de
tarımda, toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını esas alan üretim yapılır.
Demokratik Özerkliğin üretim mantığında hedef azami kârı gerçekleştirme
olmadığından, doğayı tahrip etme, insanın sağlığını bozma kaygıları söz
konusu olmayacaktır. Doğal olarak pazarda da kullanım değeri esas
alınmış olacaktır. Birde şu husus çok tartışılıyor. Ekonomik işler
toplumun ve ya grupların işi değil, başkaların işiymiş gibi algılanıyor.
İşin esasının böyle olmadığı ve yaşadığımız coğrafyada esas ekonomik
faaliyetlerin yapıldığı ve daha halende yapılmakta olduğu bir gerçektir.
İşin temeli böyledir.
Birde işin tarihsel-toplumsal tarafına
bakıldığında ekonomik sistemler içerisinde fazla belirgin olmasa da
doğal toplum özellikleri önemli oranda merkezi uygarlık yanında hep var
olagelmiştir. Zaten uygarlık tarihi ile birlikte demokratik ve devletçi
uygarlık denilen iki nehir yan yana akışı da bunu göstermektedir. Bunun
için de ekonomik ilişkilerden hareketle oluşturulan sistemlerin tümü de
bu doğal toplumun varlığından hareketle yaşayabilmişlerdir. Paradigmasal
olarak kısaca bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra, bir de günümüz ve
yakın tarihimizde neden Organik Tarıma ihtiyaç duyulduğuna bir bakalım.
Atmosfere yayılan sera gazlarının artmasıyla birlikte yeryüzünün
sıcaklığı yıldan yıla artarak küresel iklim değişikliklerine neden
olmaktadır. Kapitalizmin kar hırsı, çevreye zarar verici teknoloji,
artan enerji kullanımı ve sanayileşme gibi nedenlerle dünyamız sonu
kestirilemeyen bir yola girmiş durumdadır. 2007 yılı Şubat ayı BM
raporuna göre yeryüzü sıcaklığı 2 derece daha arttığında, küresel
anlamda bir tatlı su sıkıntısı başlayacak, 5 derece arttığında deniz
seviyesi 70 metre yükselecek ve kıtlık başlayacak, 6 derece daha
arttığında ise büyük çaplı göçler ve buna bağlı savaşlar kaçınılmaz hale
gelecektir.
Demokratik Ekolojik Toplum Paradigmasının Ekolojik Toplum
yaklaşımı, insan ve doğanın birbirini anlayan, birbirine saygı duyan ve
birbiriyle barışık olması temeline dayanan bir yaklaşımdır. İnsanlığın
doğayla ilgili sorunlarına çözüm önerileri de içeren bu paradigma,
insanlar eliyle hızla kirletilen doğa ve çevrenin gelecekte insanlar
için yaşanmaz bir duruma gelmesinden önce bozulan ekolojik dengenin
yeniden inşasını, insanların sağlıklı bir şekilde yaşayabilecekleri bir
hale getirilmesi çabalarını içermektedir. Bunun yanı sıra, doğaya ve
çevreye saygılı, ekolojik dengeye dikkat eden Ekolojik Toplumun yapacağı
faaliyetler (özellikle tarımsal faaliyetler), toplumun ekonomik yönden
refah düzeyinin artırılması açısından da önemli bir kaynak teşkil
edecektir. Yani, DET paradigmasının ekonomik ayağını oluşturacaktır. Bu
nedenle Ekolojik (Organik) Tarım, toplumun örgütlenmesi, ekonomik açıdan
güçlendirilmesi, bu paralelde DET paradigmasının bilince çıkarılması ve
Özgürlük Hareketinin başarısı temelinde büyük önem arz etmektedir.
Önder APO tarafından geliştirilen ve 4 kısımdan(Kent Meclisleri,
Demokratik Siyaset Akademisi, Demokratik Toplum Kongresi ve
Kooperatifler Hareketi) oluşan Çözüm Paradigmasının 4. ayağı
Kooperatifler Hareketidir. Tarım alanlarında komünler geliştirilmesi,
birliktelikler yaratılması, organik tarım yapılması ve bunlar sonucunda
toplumun ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması önerilerini içermektedir.
Bu alanda gelişmiş bir örnek olan Yahudi Kooperatifçiliği ve
tarımcılığının(kibbutz) incelenebileceği söylenilmiştir.
Demokratik
Ekolojik Toplum Paradigmasının ve Çözüm Paradigmasının sunduğu
perspektif doğrultusunda konunun öneminin bilincinde olarak;
- Organik tarım nedir, nasıl ve nerede yapılır?
- Organik tarımın geliştirilmesi
- Pilot bölge uygulaması
- Kooperatifler hareketi
- Organik tarım ve kooperatifçilik
Bu
konular üzerinde değerlendirmeler yapılabilir. Yapılacak
değerlendirmeler sonucunda bu alanda çalışma yapılabileceği/yapılması
gerektiği, toplumun örgütlenmesi ve ekonomik düzeylerinin geliştirilmesi
yönünden önem arz ettiği, Kooperatifçilik Hareketine temel teşkil
edebileceği, Özgürlük Hareketinin felsefik ve ideolojik olarak ekonomik
öngörülerine katkı sunacağı belirtilebilir.
Ali Welat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder