Dünkü gazete haberlerinden birinin başlığı TC’nin bitmeyen ve asla
doymayan yalan ile dolan dolambacının ironik (gülünesi) bir halini de
sergiliyordu.
Vatan gazetesi, devlet adına sürdürülen bir yalanı, „24 yıl sonra JİTEM itirafı” başlığıyla vermişti. Haberin ilk cümlesi şöyleydi:
„İçişleri Bakanlığı adı faili meçhul cinayetlerle anılan JİTEM’in 1987 yılında kurulduğunu resmen açıkladı.”
JİTEM çeteleri, 1987 yılında, Türk devletinin „adalet” ve „vicdanı”nın ruhu olarak Kürdistan’a salındı. Türk subaylarının komutasında JİTEM personeli, „din maskeli” kiralık Kürtler (Hizbullah), ücreti mukabilinde Kürtlükten pişmanlaşmış, insan oğlunun en düşmüş hali olan itirafçı kesilmiş Kürtler, sabıkalı katil Türkler, soyguncular, Mafia çetelerinin tetikçileriydi. Personel devletten maaşlı, ödenekli, yerine göre üniformalıydı. Kürdistan ulusal mücadelesine yakın durduğu ya da katkıda bulunduğuna hükmedilen Kürtler kaçırılıp, işkenceden sonra bir daha bulunmamak üzere kaybediliyor, kimileri asitli kuyulara atılıyor, sokakta yürürken ardından yanaşıp enselerine tek kurşun sıkılıyor, satırla doğranıyor, Türk adaleti gerçekleştirilmiş oluyordu.
Türk devletinin dehşet terörü adalet, kurbanları, „terörist”ti.
JİTEM, tesbit edilebileniyle, ardında „faili meçhul” dedikleri 17 bin 500 tane cinayet bıraktı. Kürtlerin feryatları, hep cevapsız kaldı. Sokak cinayetlerinden sonra kovaladıkları katiller kışlalar, karakollarda kayıplara karıştılar.
Çünkü baş sorumluları Jandarma Genel komutanı General Teoman Koman „JİTEM yoktur” buyuruyor, yüksek emri TC’nin resmi yalanı olarak tepemizde hükümranlık sürdü. 24 yıl boyunca, Türk Genelkurmayı ve hükümetleri bu yalanı çiğnediler.
Ta ki, Arif Doğan adındaki bir emekli Albay, tepesi atıp mahkemede, „JİTEM vardır, ben eski şeflerinden biriydim” diye bağırana, sonra kitabını yazana kadar...
Cin şişeden çıkmış, mızrak çuvalı delmişti. Yalanı daha fazla sürdüremediler. 24 yıl sonra yaladılar. Tıpkı, „Kürt yoktur” gibi, yerdeki bu yalanı da yalatan da, Kürdistan direnişiydi. Mahkemelerinde katilleri parmaklarıyla işaret ederek, Avrupa İnsan Haklar Mahkemesine siluetlerini taşıyarak.
Kürtler yere tükürdüklerini yalattılar da, ne oldu? Katil çete kurulduysa eğer, „devlet” olan Milli Güvenlik Kurulu kararıyla idi. Cellatlara ilk „apart” emri veren, daha sonra emri kesintisiz sürdüren Cumhurbaşkanları, Başbakan ve Generalle, „sen ne yaptın?” diye soran mı oldu? Olmayacak da... Daha geçenlerde, devletin istihdam ettiği katillerin listesini ve işledikleri cinayetleri tek tek açıklayan polis Ayhan Çarkın’ı, tutukladılar. Ama, resmen „sen devlet sırrını ifşa ettin” demeden...
Öbür yanıyla, sivilleri öldüre öldüre Kürdistan Rönesansı’nın milliyetçi dalgasını setleyip, bitiremeyeceklerini anladıkları için devlet suçunu gizleme ısrarından vazgeçtiler. Başka bir deyişle, „hukuka uyma” görüntüsü altında, yöntemi değiştirdiler.
Yeni strateji ile bir imkansız olan „öldüre öldüre bitirme”den vazgeçtiler. Gezici katil taburlarına ihtiyaç kalmayınca, „bir zamanlar vardı” dediler.
Yerine, polis devletinin yıldırma ve korkutarak teslim alma aracı olan özel yetkili mahkemeleri ve toplama kamplarını oturttular.
Tatvanlı, 102 yaşındaki Lalixan Akbay davası, Türk devleti adaletinin ironiyi hangi boyutlara taşıdığının bir başka kanıtıydı. Lalixan nine, çatışmada kaybeden oğlu için verilen mevlide katılarak, „terör örgütü propagandası” yapmaktan sanık.
Dini ve dindarlığı da yüksek vicdanında hapsetmiş devlete bakın, devlete!..
102 yaşındaki nine, devletten izinsiz, oğlu için dua etmiş...
Diyarbakır Baro Başkanı, değerli hukuk adamı Emin Aktar, geçenlerde „mahkemelerde şahit, ispat aramaya gerek duyulmadan, polis raporuna dayanılarak sayısız mahkumiyet kararı verildi” diyordu.
Milletvekilliği elinden alınan, oyları çalınıp AKP’li bir kadının boynuna asılan Hatip Dicle’nin mahkumiyetinin delili, „ordunun taarruzları sürerse, PKK de cevap verir ve savaş yayılır” sözüydü. Türk adaletinin keskin vicdanına bakın ki, yüksek mahkeme de bu kararı onaylıyor, ama aynı sözler, Türk televizyonlarında her gün sayısız ağızla tekrarlanıyordu.
Üç bin kadar Kürt siyaset insanı, bu tür raporlara dayalı olarak üç yıldan beri toplama kamplarında tutuluyor. Milletvekili seçilmiş beş kişi dahil, bir çokları neden tutulduğunu da bilmiyordu. Sebep gizliydi...
Kısacası TC’de değişen bir şey yok. Türk adaleti işliyor. Hatta, Kürtlerin oyunu AKP’ye aktararak, Recep Erdoğan’a „benim 70 milletvekilim var” dedirtip, sevindirerek…
JİTEM şimdi, „ileri demokrasi” kılıfı içinde faaliyet yürütüyor. Adına, „imamın özel teşkilatı” diyorlar.
akahraman61@hotmail.com
Vatan gazetesi, devlet adına sürdürülen bir yalanı, „24 yıl sonra JİTEM itirafı” başlığıyla vermişti. Haberin ilk cümlesi şöyleydi:
„İçişleri Bakanlığı adı faili meçhul cinayetlerle anılan JİTEM’in 1987 yılında kurulduğunu resmen açıkladı.”
JİTEM çeteleri, 1987 yılında, Türk devletinin „adalet” ve „vicdanı”nın ruhu olarak Kürdistan’a salındı. Türk subaylarının komutasında JİTEM personeli, „din maskeli” kiralık Kürtler (Hizbullah), ücreti mukabilinde Kürtlükten pişmanlaşmış, insan oğlunun en düşmüş hali olan itirafçı kesilmiş Kürtler, sabıkalı katil Türkler, soyguncular, Mafia çetelerinin tetikçileriydi. Personel devletten maaşlı, ödenekli, yerine göre üniformalıydı. Kürdistan ulusal mücadelesine yakın durduğu ya da katkıda bulunduğuna hükmedilen Kürtler kaçırılıp, işkenceden sonra bir daha bulunmamak üzere kaybediliyor, kimileri asitli kuyulara atılıyor, sokakta yürürken ardından yanaşıp enselerine tek kurşun sıkılıyor, satırla doğranıyor, Türk adaleti gerçekleştirilmiş oluyordu.
Türk devletinin dehşet terörü adalet, kurbanları, „terörist”ti.
JİTEM, tesbit edilebileniyle, ardında „faili meçhul” dedikleri 17 bin 500 tane cinayet bıraktı. Kürtlerin feryatları, hep cevapsız kaldı. Sokak cinayetlerinden sonra kovaladıkları katiller kışlalar, karakollarda kayıplara karıştılar.
Çünkü baş sorumluları Jandarma Genel komutanı General Teoman Koman „JİTEM yoktur” buyuruyor, yüksek emri TC’nin resmi yalanı olarak tepemizde hükümranlık sürdü. 24 yıl boyunca, Türk Genelkurmayı ve hükümetleri bu yalanı çiğnediler.
Ta ki, Arif Doğan adındaki bir emekli Albay, tepesi atıp mahkemede, „JİTEM vardır, ben eski şeflerinden biriydim” diye bağırana, sonra kitabını yazana kadar...
Cin şişeden çıkmış, mızrak çuvalı delmişti. Yalanı daha fazla sürdüremediler. 24 yıl sonra yaladılar. Tıpkı, „Kürt yoktur” gibi, yerdeki bu yalanı da yalatan da, Kürdistan direnişiydi. Mahkemelerinde katilleri parmaklarıyla işaret ederek, Avrupa İnsan Haklar Mahkemesine siluetlerini taşıyarak.
Kürtler yere tükürdüklerini yalattılar da, ne oldu? Katil çete kurulduysa eğer, „devlet” olan Milli Güvenlik Kurulu kararıyla idi. Cellatlara ilk „apart” emri veren, daha sonra emri kesintisiz sürdüren Cumhurbaşkanları, Başbakan ve Generalle, „sen ne yaptın?” diye soran mı oldu? Olmayacak da... Daha geçenlerde, devletin istihdam ettiği katillerin listesini ve işledikleri cinayetleri tek tek açıklayan polis Ayhan Çarkın’ı, tutukladılar. Ama, resmen „sen devlet sırrını ifşa ettin” demeden...
Öbür yanıyla, sivilleri öldüre öldüre Kürdistan Rönesansı’nın milliyetçi dalgasını setleyip, bitiremeyeceklerini anladıkları için devlet suçunu gizleme ısrarından vazgeçtiler. Başka bir deyişle, „hukuka uyma” görüntüsü altında, yöntemi değiştirdiler.
Yeni strateji ile bir imkansız olan „öldüre öldüre bitirme”den vazgeçtiler. Gezici katil taburlarına ihtiyaç kalmayınca, „bir zamanlar vardı” dediler.
Yerine, polis devletinin yıldırma ve korkutarak teslim alma aracı olan özel yetkili mahkemeleri ve toplama kamplarını oturttular.
Tatvanlı, 102 yaşındaki Lalixan Akbay davası, Türk devleti adaletinin ironiyi hangi boyutlara taşıdığının bir başka kanıtıydı. Lalixan nine, çatışmada kaybeden oğlu için verilen mevlide katılarak, „terör örgütü propagandası” yapmaktan sanık.
Dini ve dindarlığı da yüksek vicdanında hapsetmiş devlete bakın, devlete!..
102 yaşındaki nine, devletten izinsiz, oğlu için dua etmiş...
Diyarbakır Baro Başkanı, değerli hukuk adamı Emin Aktar, geçenlerde „mahkemelerde şahit, ispat aramaya gerek duyulmadan, polis raporuna dayanılarak sayısız mahkumiyet kararı verildi” diyordu.
Milletvekilliği elinden alınan, oyları çalınıp AKP’li bir kadının boynuna asılan Hatip Dicle’nin mahkumiyetinin delili, „ordunun taarruzları sürerse, PKK de cevap verir ve savaş yayılır” sözüydü. Türk adaletinin keskin vicdanına bakın ki, yüksek mahkeme de bu kararı onaylıyor, ama aynı sözler, Türk televizyonlarında her gün sayısız ağızla tekrarlanıyordu.
Üç bin kadar Kürt siyaset insanı, bu tür raporlara dayalı olarak üç yıldan beri toplama kamplarında tutuluyor. Milletvekili seçilmiş beş kişi dahil, bir çokları neden tutulduğunu da bilmiyordu. Sebep gizliydi...
Kısacası TC’de değişen bir şey yok. Türk adaleti işliyor. Hatta, Kürtlerin oyunu AKP’ye aktararak, Recep Erdoğan’a „benim 70 milletvekilim var” dedirtip, sevindirerek…
JİTEM şimdi, „ileri demokrasi” kılıfı içinde faaliyet yürütüyor. Adına, „imamın özel teşkilatı” diyorlar.
akahraman61@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder