15 Temmuz 2011 Cuma

Demagog Başbakan

Kim ne derse desin, AKP denilen çağdaş nemrutluk akımı ne denli rahatsız olursa olsun, Kürt Özgürlük Hareketi İbrahimî geleneğin izi üzerinde vücut bulmuştur ve kapitalist modernitenin eskisinden katbekat güçlü nemrutlarıyla mücadelesini sürdürmektedir.

Ali H. Yerkan
 
Türkiye’de devam eden seçim sürecindeki propaganda yarışı deyim yerindeyse bir tür demagoji pazarını andırı-yor. Demagojiyi amiyane tabirle laf salatası olarak tanımlamak mümkündür. Demagog, sözü bir tür uyuşturucu araca dönüştürüp halkı kandırmakta kullanan siyasetçinin unvanı oluyor. Yani demagoji aslında üst toplum siyasetçisinin onsuz edemeyeceği bir yalan söyleme ustalığıdır. Yalan söylemeyi sanat tarzında icra eden kişi, politika yapmaktan uzaklaştırılmış bir toplumda, hemen her zaman en fazla rağbet gören siyasetçi tipi oluyor. Kaldı ki devletçi sistem yalana dayalı toplum sistemidir. Devletçi ve iktidarcı sistemin temsilcileri yalansız, dolayısıyla demagojisiz yapamazlar. Çünkü baskı ve sömürü sistemi sadece zora dayanarak sürdürülemez. Bir hayvan bile sadece zor kullanmak suretiyle uzun süre bir ağılda tutulamaz. Toplumu yönetmek için yalan zorbalığa eşlik etmek durumundadır.

Geçmişte demagog denildiğinde akla Süleyman Demirel gelirdi. Demirel saf kırsal toplum insanını fazla zorlan-madan aldatmayı iyi becerirdi. Son derece basit bir dille konuşurdu. Yerel ağzı çok iyi kullanır ve halkı bununla etkilerdi. Üstelik işini yaparken bir hayli sempatik görünmeyi de başarırdı. Solcular için Demirel’i dinlemek bir bakıma bir mizah dergisini okumak gibi bir şeydi. Kemal Sunal’ın değil Necati Karakaya’nın filmlerini tercih edenlerin Demirel’in konuşmalarını zevkle dinlediklerini kestirebiliyorum. Öyle kendini yırtarcasına bağırıp çağırması da yoktu. Genellikle sakin sayılabilirdi. Konuşmasını pekiştirme cümlesi “Vaa mı bunun başka bi izah taazı?” sorusu olurdu.

Günümüzün en yetkin demagogunun Başbakan Erdoğan olduğundan kesinlikle kuşku duyulamaz. Ancak Demirel ile karşılaştırıldığında, özellikle solcular için Erdoğan’ı mizahi ve sempatik bulmanın söz konusu olabileceğini sanmıyorum. Mizahi Demirel’e gizli bir sempati duyan solcunun Erdoğan’ı dinlerken hissettiği şey ancak tuhaf bir ürperti olabilir. Demirel hazır bir sistemi yürütmek üzere halktan icazet isterken, Erdoğan’ın eski sistemi değiştirmek ve yerine ‘Ilımlı İslam’ sistemini ikame etmek için çaba harcaması ikisi arasındaki en önemli farklılığı oluşturur. Buna İslamcı Türkçülük sistemi de denilebilir. ABD’nin de onayladığı bir sistem oluyor bu. Yani Erdoğan’ın gırtlağına kadar işbirlikçi olduğunu söylemek gerekir. Demirel’in nasıl bir işbirlikçi olduğunu ortaya koymak üzere geçmişte kullanılan ‘Morisson’ lakabı belki de Erdoğan için daha geçerli bir tanımlama olabilir. Libya’ya bomba yağdıran NATO güçlerine katılması ve eski dostu Suriye yönetimini alaşağı etmek için fırsat araması tek başına ABD’ye uşaklığın en çarpıcı kanıtıdır. Gerçek Erdoğan şimdi her zasankinden daha fazla kendi gerçeğine yakındır.

Demirel bir bakıma modernizmle buluşan Türkiye’nin bu yeni döneme uygun siyasetçisiydi. Başbakan Erdoğan ise postmodernizm döneminin Türkiye’ye özgü siyasetçi tipini ifade ediyor. Erdoğan Demirel’e göre daha fazla toplum düşmanıdır, daha doğrusu sürü toplum yaratmakta daha çok uzmanlaşmıştır. Demirel’e göre ‘Führer’ tipine daha yakındır. Kendisi faşist lider tipinin yeni koşullardaki gerçekleşmesidir. Demirel tip olarak belki Musollini’ye oldukça benzer, ama kişilik olarak Musollini’ye daha yakın duran gerçekte Erdoğan’dır. İmam Hatip mezunu olması ve vaiz eğitiminde derinleşmesi, daha usta bir demagog olarak eylemde bulunmasına olanak sunmaktadır. 

Erdoğan’ın Kürt sorununa yaklaşımı da faşist karakterini dışa vuran özelliklere sahiptir. Onun Türkiye’nin gelmiş geçmiş tüm siyasetçilerinden çok daha fazla homojenleşmeyi dillendirmesi, diğer bir deyişle ‘tek vatan’, ‘tek devlet’ ve ‘tek millet’ olgularına aşırı vurgu yapması faşizm dışında bir ideolojik ve siyasal duruşla izah edilemez. Erdoğan’ın Demirel’den devraldığı bir şey de “Dün dündür, bugün bugündür” sözüdür. Nitekim dün “Kürt sorunu benim sorunumdur, bu sorunu çözmek boynumun borcudur” diyen Erdoğan, bugün “Kürt sorunu yoktur” biçiminde fetva verebiliyor. Öyle ki, bu sorunun çözümü doğrultusunda en küçük bir adım bile atmadığı halde, dün var dediği Türkiye’nin en can alıcı sorununu “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet” yöntemiyle hasıraltı edebiliyor.

Siyasal İslam özünde ABD çıkarlarına uydurulmuş İslam’dır ve bölgedeki temsilcisi ise işbirlikçi AKP’dir. Tıpkı ABD gibi AKP’nin de İslam’la ilişkisi bayağı çıkar ilişkisidir. Dolayısıyla bu partinin özü itibariyle kapitalizme karşı olan İslam diniyle ciddi bir ilgisi yoktur. Muhammedî olmaktan ziyade Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’ye has bir İslam anlayışına sahiptir AKP. Bu öylesine bir sahte İslam’dır ki, İslam Peygamberinin Ehlibeyt’nin kökünü kurutmuştur. Ehlibeyt şahsında kökleri kurutulan hiç kuşkusuz İslam’ın radikal demokratik özüdür. AKP özü emilip geride posası bırakılmış bir sahte İslam geleneğini sürdürmeye çalışmaktadır. Bu partinin kimliği ve özgürlüğü için mücadele eden Kürt halkı ve onun öncü güçleri karşısındaki duruşu ise Zalim Haccac’ın duruşudur.

Erdoğan BDP’yi kastederek, “APO’yu peygamber ilan edenlerle bizim işimiz olamaz” dedi. Bu ithamın da diğerleri gibi tam bir kuyruklu yalan olduğunu belirtmek gerekir. Kimse Abdullah Öcalan’ı peygamber ilan etmemiştir. AKP’yi ve liderini böylesi bir yalana sarılmaya yönelten şey kendi nemrutluğu ve firavunluğunun deşifre edilmiş olmasıdır. Sayın Öcalan’ı peygamber ilan eden olmasa da, AKP liderinin firavunlaştığı rahatlıkla söylenebilir. Hazreti İbrahim’in en çarpıcı temsili simalarından birini oluşturduğu peygamberlik geleneği Kürt coğrafyasında köklü etkilere sahiptir. Bu geleneğin sayın Öcalan’ın pratiğini derinden etkilediği ve kendisi çağdaş bir putkırıcı haline getirdiği kesindir. Bu gerçeği dillendirmek, Önder Öcalan’ı peygamber ilan etmek anlamına gelmez. Ancak İbrahimî geleneğin diriltilmesi ihtiyacının derinden hissedildiği bir yerde nemrutlar ve firavunlardan kaynaklanan bir zulüm ve zorbalık hükmünü icra ediyor demektir. Yaşanan gerçeklik budur.

Kim ne derse desin, AKP denilen çağdaş nemrutluk akımı ne denli rahatsız olursa olsun, Kürt Özgürlük Hareketi İbrahimî geleneğin izi üzerinde vücut bulmuştur ve kapitalist modernitenin eskisinden katbekat güçlü nemrutlarıyla mücadelesini sürdürmektedir. Nemrutluk kaybedecek, çağdaş İbrahimî Hareket zafere ulaşacaktır.

Hiç yorum yok: