İnsanlık tarihi sayısız konfederal örgütlenmeye tanıktır. Toplumun direniş yaşı kadar konfederal örgütlenme geleneği mevcuttur.
Bese ŞİMAL
İktidar Dışı Sistem
Doğal toplum, ahlaki-politik ve demokratik toplumdur. Kendi kendisine yeten ve yöneten, özgürlük ve anlam değeri yüksek bir gerçekliğe sahiptir. Doğal toplum insanı, ihtiyacı olan her şeyin üretimini kendisi yapmış, eşit ve özgür bir biçimde kullanmıştır. Doğaya zarar vermeden bitkileri değerlendirmeyi öğrenmiş, hayvanları evcilleştirmiş, çanak-çömleği, dokuma ve zanaatı geliştirmiştir. Zihin gücü ve el becerisine dayanarak zengin bir birikim yaratmış, yaşamını biçimlendirmiş, kendi insani erdemlerine uygun olarak komünal demokratik bir yaşam inşa etmiştir. Bir toplumun anlamlı ve özgür yaşaması için ne gerekliyse onu yaratma ve oluşturma yeteneğini ortaya koymuş, demokratik uygarlığın temel değerlerinin yaratıcısı olma onurunu taşımıştır. Bir arada özgür, eşit ve adilce yaşamanın ilkelerini geliştirmiş, insan ve toplum kimliğine harç işlevi gören ahlakı oluşturmuş, böylece kendi kendini yönetmenin ahlaki, politik, felsefi temellerini belirleyerek hakikat sistemini kurmuştur. Bu sistemi, ilerleyen süreçlerde devletçi hiyerarşik sistem karşısında direnen Aryen topluluklar, etnisiteye dayanan kabileler, çeşitli mistik, Batıni, kültürel, feminist ve ekolojik hareketler kendi direnişlerine temel yapacaktır.
Yaklaşık olarak MÖ 5000 yıllarında anaerkil sistem karşısında örgütlenen erkek soy zincirine dayalı ataerkil sistem, 1000 yıllık bir zaman dengede süren şiddetli bir savaşımdan sonra kadın eksenli hakikat sistemini geriletmeyi ve aşındırmayı başaracak ve giderek hâkimiyetini-iktidarını kurumsallaştıracaktır. MÖ 4000 yıllarında temelleri Sümer’de atılan devletçi rahip krallar sistemi ile hâkimiyet süreci hız kazanacak, egemenlik tahtına oturan erkek ‘ben tanrıyım’ diyen zamanların kapılarını ardına kadar açacaktır. Böylece tekelci-devletçi uygarlığın inşası gerçekleşecek, dünya karanlığa boğulacak ve tarihin kanlı, acılı sayfaları gün gün çoğalacaktır. Egemen ve zalim erkeğin uygarlığı olan tekelci- devletçi uygarlık, ana kadın renginde yaratılan temel insanlık değerlerine-buluşlarına bir bir el koyacaktır. Egemen erkeğin ağır saldırıları altında demokratik uygarlık değerleri ciddi anlamda darbe yiyecektir. Fakat demokratik toplum alın teri ile yarattığı bu değerlerden kolay vazgeçmeyecektir. Direne direne bu günlere gelmeyi başaracaktır.
Tekelci-devletçi uygarlığın siyasi örgütlenme modeli iktidarcı-hiyerarşik ulus-devlet yapılanması iken demokratik uygarlığın siyasal örgütlenme modeli ise farklılıkların demokratik birliğine dayanan demokratik konfederal örgütlenmedir. Bu örgütlenme biçimi devletçi uygarlığın oluşturucuları ve yayıcıları olan köleci Sümer, Akad, Babil, Asur, Mısır uygarlıklarına karşı güçlü bir direniş odağı olmuştur. Tarihte genelde saldırılar karşısında toplumun kendisini koruma biçimi, klan, aşiret ve kabilelerin gevşek birliğine dayanan, özgün ve özerk yapıların korunmasına şans tanıyan konfederasyonlara gitmek tarzındadır. Toplumun en dinamik ve demokratik kesimleri, özgürlüklerini ve komünal değerlerini korumak için konfederal örgütlenmeleri esas almışlardır. Tarihin her döneminde konfederal örgütlenme biçimi, ahlaki ve politik toplumu, tekelci iktidarcı uygarlığın saldırıları karşısında en güçlü koruyan sistem olma özelliği taşımıştır.
Aryen topluluklar, Ana Tanrıça kültürüne dayanan Hakikat sistemi dağıtılınca konfederal sistemi, yükselen erkek egemenlikli sisteme karşı temel bir örgütlenme tarzı olarak geliştirmişlerdir. M.Ö 5000 yıllarına uzanan anaerkil ve ataerkil sistem çatışması binyıllara yayılarak güçlü devletçi uygarlıklar ortaya çıkardığı gibi çok güçlü kabile konfederasyon sistemlerini de ortaya çıkarmıştır. Çok açık ki konfederal örgütlenmeler her çağın en etkili sistemleri olma özelliği taşımışlardır. Kürtlerin ilk ataları olarak bilinen Horritler-Hurriler ve Hurrilerin kolları olarak bilinen Hititler, Gutiler, Kassitler, Mitaniler, Urartular ve Medler konfederal temelde örgütlenen Aryen kabile konfederasyonlarıdır. Yine tarihte bıraktığı büyük bir etki gücüyle tanınan Med-Pers imparatorluğu konfederal bir yapıya sahiptir. Aryen kültüründen de önemli oranda beslenen bu tür imparatorluklar, hâkimiyet alanları altındaki farklı kabile ve topluluklara özerk örgütlülüklerini koruma hakkı tanımışlardır. Katı merkeziyetçi, asimilasyoncu, inkârcı bir yapıları söz konusu değildir. Bu gerçeklik konfederal imparatorlukları kendi zamanlarının en etkili ve hayranlık uyandırıcı siyasi yapıları haline getirmiştir. İzledikleri yumuşak ve barışçıl siyasetle çağını çok büyük oranda etkilemişlerdir. Bu siyaset tarzı katı merkeziyetçi, homojenleştirici zulüm sistemi karşısında topluma bir nebze de olsa nefes aldırtmış, toplumun ahlaki ve politik, komünal değerlerinin korunmasında önemli bir rol oynamıştır.
İnsanlık tarihi sayısızca konfederal örgütlenmeye tanıktır. Tarihte neredeyse toplumun direniş yaşı kadar bir konfederal örgütlenme geleneği de mevcuttur. Konfederal örgütlenme sadece aşiret ve kabile birliği ile sınırlı değildir. Tarihte ilk kentlerin örgütlenme biçimi de genelde konfederal tarzda gelişmiştir. Sümer’de ve Babil’de olduğu kadar batı uygarlığının kaynağını aldığı ve Mezopotamya uygarlığının ardılı olan Grek-Atina uygarlık kentleri de zamanlarında güçlü konfederal örgütlenmelere gitmişlerdir. Atina kent uygarlığı katı bir militarist yapıya sahip olan Sparta’ya karşı kent konfederasyonlaşması ile uzun bir süre direnmeye ve ayakta kalmaya çalışmıştır. Tarihin kapitalist moderniteye evrildiği süreçte benzer konfederal kent örgütlemelerine İtalya, Fransa, Almanya ve İspanya’da da rastlıyoruz. Günümüzde bazı ülkelerdeki katı-faşist ulus-devlet anlayışını çözen özerk eyalet ve bölge örgütlenmeleri, bu geleneğin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Yine konfederal tarzda bir araya gelen sivil kurumlar esin kaynağını bu tarihsel gelenekten almıştır.
Bu örgütlenme biçimi günümüzde kapitalist egemenler tarafından içi tümden boşaltılarak, ulus devletlerin konfederal birliği biçiminde bir çehreye büründürülmüştür. Bu renksiz-ruhsuz-kurutucu çehre içerisinde toplumsal zenginlikler, kültürel farklılıklar eritilmektedir. BM bu toplumsal örgütlenme modelinin ulus devletlere uyarlanmış biçimini ifade etmektedir. Yine AB farklı tartışmalar olsa da bu tarz bir örgütlenme olmaktadır. Mevcut örgütlenmelerin toplumun hak, hukuk ve demokratik değerlerinin korunması ile hiçbir ilgileri olmamaktadır. Bu konfederasyonlar, bünyesine aldığı ilgili devlet tekellerinin çıkarlarını koruma, ortaklaşarak iktidar tekellerini daha güçlü işletme ve kârı arttırma temelinde geliştirilen siyasi oluşumlardır. Ulus -devlet zihniyetine ve sistemine dayalı bu tarz konfederasyonlar egemen elitin çıkarını korumakta ve güvenceye almaktadır. Toplumu ise demokrasi, barış, adalet yaftaları ile kandırıp kontrolde tutmaya çalışmaktadır. BM ve AB’nin bundan öte bir rolleri söz konusu değildir.
Demek ki her konfederal örgütlenme toplumsal değerleri temsil ediyor denemez. Her konfederal örgütlenme toplumun demokratik, komünal değerlerini koruma, yaşatma anlamına gelmez. Çıkarlarından hareketle de olsa belki kısmi olarak katı ulus-devletçi sistemi esnetme anlamında bir rolleri ve etkileri olabilir ancak bu, toplum lehine çok köklü bir zihniyet ve sistem değişimini ifade etmediği gibi topluma ve halkların demokratik değerlerine kattığı fazla bir şey de olmamaktadır. Bu durumda hiyerarşik, iktidarcı ve sömürgeci bir zihniyete dayanan bu tarz siyasi yapılardan demokrasi ve barış adına bir şeyler beklemek en büyük yanılgı ve gaflet olmaktadır. İktidar tekellerinin çıkarlarını korumaya yeminli bu siyasi yapılanmalar, sadece farklı maskeler takarak gerçekleri gizlemenin çağsal ifadeleri olmaktadır. Yaptıkları tek şey, sömürgeci tekelci uygarlığın yeni çehresini makyajlamaktır. Faşist-militarist zihniyetin ürünü olan ulus devletlerin sırtına kuzu postu geçirerek altındaki vahşi kurdu gizlemektir.
Tekelci uygarlığın doğurduğu dehşet çocuk ulus devlet, mevcut durumda, ahlaki ve politik toplumu bir ahtapot gibi sarmaktadır. Ulus devlet, 200 yıldır kendisini toplumun ahlaki ve politik, demokratik değerlerini kemirerek var etmeye çalışmaktadır. Bu parazit durumu uzun süre sürdüremeyeceği çok açıktır. Toplumun özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesi ulus devletin faşist karakterini bir bir çözmektedir. Irkçı, inkârcı, imhacı kabuğunu kırmaktadır. Yalancı, hırsız, kanlı yüzünü deşifre etmektedir. ‘’Maskesiz tanrı ve çıplak kral’’ olmasına rağmen bin bir hile ile sürdürdüğü oyunu bozmaktadır.
Halkların ve toplumun tarihin başlangıcından bu yana süre gelen özgürlük direnişleri kendi hakikat sistemleri olan demokratik konfederal sistemi kurmaya adaydır. Demokratik uygarlığın temsili olarak süre gelen bu direniş geleneği, içinde demokratik konfederal sistemi kurmanın potansiyelini oldukça güçlü bir biçimde taşımaktadır.
Önder Apo, Demokratik Konfederal sistemin temel dayanaklarını ve özelliklerini savunmalarında oldukça kapsamlı ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu anlamda savunmalar müthiş derecede ufuk açıcı ve yol göstericidir. Anlamak isteyen, anlamın izini süren açısından savunmalar, en büyük hazine değerindedir. Önder Apo, Demokratik Konfederalizm’in temel özelliklerini ortaya koyarken ahlaki ve politik toplumu baş sıraya yerleştirmektedir.
Önder Apo’nun ifade ettiği gibi Demokratik Konfederalizm’in dayanacağı toplum, ahlaki ve politik toplumdur. Yani demokratik konfederal sistemin ideoloji ve felsefesi ahlaki ve politik topluma dayanıyor. Demokratik Konfederal sistemin siyaseti, demokratik toplumcu siyasettir. Siyaseti demokratik olmayan konfederal sistem demokratik olamaz. Demokratik Konfederalizm’in savunma gücü, öz savunma gücüdür. Öz savunması olmadan Demokratik Konfederal sistem kendisini ayakta tutamaz, koruyamaz. Demokratik Konfederal sistem, toplum üzerindeki ideolojik hegemonyaları tümden tasfiye edecek bir örgütleme düzeyine ulaştığında ve toplumu iktidar tekellerinin kanlı-demir pençeleri arasından çekip aldığında, toplumun en büyük özlemi olan hakikat rejimi olma onuruna sahip olacaktır. Demokratik Konfederal sistem, tekelci uygarlığın BM türünden post modern maskelerini Dünya Demokratik Konfederal Birliği’ni geliştirerek düşürdüğü oranda ise gerçek Demokratik Konfederal sistem olmayı başaracak ve özgür insanlığın onurlu yaşam sistemi olma hakkını kazanacaktır.
Ancak, Demokratik Konfederal sistem kendiliğinden kurulmaz. Her toplumsal sistem mutlaka insan zihninin ve pratik çabalarının ürünüdür. Önder Apo’nun da belirttiği gibi bir sistemi kurmak için öncelikli olarak ciddi bir zihniyet yoğunlaşmasına ve değişimine ihtiyaç vardır. Zihniyeti, yeni ideolojik ve felsefi anlayışta yoğunlaştırmadan yeni sistemi inşa etmek de mümkün değildir. Her şeyin başı zihniyettir. Yeni toplumsal yapılanmanın bilgisinden, bilincinden uzak bir duruş asla yeni bir toplumsal yapılanma ve sistem ortaya çıkaramaz. Yıllardır tartışılmasına ve gündemde olmasına rağmen sistem kurma çalışmalarının bu kadar ağır aksak yürümesinin temel nedeni, yeni sistem zihniyetinde yeterince yoğunlaşmamaktan kaynaklıdır. Bu noktada hâkim duruş, kapitalist modernitenin sınırlarını çok fazla aşmış değildir. Demokratik Konfederal zihniyet donanımından uzak olan kişilik yapısı, insanı sürekli kapitalist modernitenin dalgalarına kaptırmakta ve kapitalist modernitenin kıyılarına çarpıp durmaktadır. İki ayrı zihniyetin kıyısında seyreden bir duruş, Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü sistemi kurmaya yönelik büyük bir aşk duyamaz. Özgürlük ve demokrasi aşkı ile dolu olmayan bir yürek de demokrasi çalışması yürütemez.
Önder Apo’nun ifadesiyle özgürlük ve demokrasi çalışması, yüreği ve beyni demokrasi, özgürlük aşkıyla yanıp tutuşan, tutkulu insanlara ihtiyaç duyar. Ve demokrasiye, demokratik siyasete güçlü inanç besleyen, yaşamını bu mücadeleye adayan kararlı, iradeli insanlara ihtiyaç duyar. Özgürlüğe ve demokrasiye inanmayan insanlar, doğru ve etkili bir biçimde demokratik siyaset yapamaz, demokratik sistemi inşa edemezler. Demokrasi çalışmasının zayıf olduğu, demokratik inşanın ağır aksak, kararsız yürüdüğü noktada eğer derinliğine bakılırsa ilk karşılaşılan gerçekliğin demokrasiye ve demokratik siyasete, Demokratik Konfederal sisteme inançta yaşanan zayıflığın olduğu görülecektir. Bu gerçekliğin dayandığı noktanın ise zihniyet ve bilinç geriliği olduğu anlaşılacaktır.
Demokrasi inancı, çok derin bir demokrasi bilincini gerektirir. Demokrasi bilincini derinliğine taşımayanlar demokrasiye inancını da güçlü geliştiremezler. Kendinden bihaber ve kendinden menkul bir kişilik ve öncülük, demokrasinin vahasında yaşam bulamaz. Bu kişilikler bırakalım Demokratik Konfederal sistemi kurmayı ancak karşısında savaştığı ve özgürlük uğruna onca bedel verdiği tekelci-devletçi uygarlığı objektif olarak besleyen bir pozisyona düşecektir. Nitekim tüm reel sosyalist, sol- demokrat, ekolojik ve feminist hareketlerin başına gelen de bu olmamış mıdır?
Zihniyet her zaman kendini yoğunlaştıracak düşünce ve yoğunlaşma ortamlarına ihtiyaç duyar. Bu noktada Akademiler zihniyet yoğunlaşmasının ve yeniden yapılanmasının en mükemmel ortamlarıdır. Şu çok açık bir gerçektir ki, düşünce tartışmalarının olmadığı bir yerde zihniyet gelişemez, değişemez. Kişi eskiyi aşmaya ve yeniyi almaya, yeniden oluşmaya açık bir yapı da kazanamaz. Zihniyet, bilincin gelişmesiyle gelişir. Düşünce tartışmalarının, yoğunlaşmalarının, eğitiminin olmadığı bir yerde ne bilinç gelişir ve ne de zihniyet, özgürlük ve demokrasi değerleri temelinde kendisini yeniden daha güçlü bir yapılandırmaya tabi tutabilir. Demokrasi değerlerinin yaşamsallaşması, sisteme kavuşması ancak tekrardan, insan ve toplum zihniyetinin ciddi bir eğitimden geçerek öz karakterini, yeteneğini, yaratıcılığını kazanmasıyla sağlanabilir. Eylem ve pratik ancak o zaman, -yoğunlaşmış düşüncenin yaşama en aktif ve etkili bir biçimde akmasıyla- özgür yaşam sistemine dönüşebilir. Yaşama ruh ve beden kazandırabilir. Pratiğin ve eylemin niteliği, oluşturucu ve yapıcı gücü, ancak düşüncenin özgürlükte yoğunlaşmasıyla ortaya çıkabilir.
Çok iyi biliyoruz ki toplumu yeniden inşa etmek, demokratik toplumsal sistemi kurmak çok kolay bir iş ve çalışma değildir. Çünkü Kapitalist modernitenin zehirlediği insan, düşünceden ve hakikatten kopmuştur. Anlam gücünü yitirmiştir. Stres, yalnızlık, bunalım devasa boyutlara ulaşmıştır. Açlık, fuhuş, uyuşturucu ile terbiye edilen toplum, ahlaki ve politik değerini yitirmiş, öz dinamiklerinden ve demokratik-komünal değerlerinden uzaklaşmıştır.
Stres, depresyon, bireysel yalnızlık, şiddet ve toplumsallıktan kaçış, hastalıkların temel nedenini oluşturmaktadır. Ruhsal tatminsizlik ve boşluk nihilizmi gün geçtikçe daha fazla derinleştirmektedir. İnsanların, toplumların tarihle ve yaşamla bağlarını koparmaktadır. İntiharların ve cinayetlerin büyük artış göstermesi, sakinleştirici ve anti-depresan ilaçların rekor kırması bu gerçeğin bir sonucudur. İnsanın ve toplumun içinde bulunduğu hastalıklı ve şiddete meyilli durum, her gün yeni acılara, çok trajik sonuçlara yol açmaktadır. Artık günümüzde şiddet, toplumda yapısallaşmış bir durum arz etmektedir. Şiddetin girmediği ve uygulanmadığı aile ve kurum yok gibidir. Toplumsal şekillenme tümden şiddet endeksli gelişmektedir. Çocuğun ilk tanıştığı olgu sevgi değil, şiddet olmaktadır. Adına terbiye denilen şey, şiddetin yaşam biçimine kavuşmuş şekli, kapitalist modernist sisteme köle yetiştirmenin pratik dili ve eğitim tarzı olmaktadır. Daha çocuk doğar doğmaz şiddet ile ehlileştirilip ve hastalıklı bir psikolojiye, parçalı depresif bir kişilik yapılanmasına tabi tutularak iktidar tekellerine itaati ilke edinmiş biçimde bir kullanım nesnesi olmak üzere hazırlanmaktadır. Bu temelde iktidar sistemi günlük olarak kendisini toplumun en küçük hücrelerinde en etkili bir biçimde üretmektedir.
Bütün bu durumlar kapitalist modernitenin insan ve toplum karşıtı faşist karakterini en açık bir biçimde ortaya koyarken demokratik yaşam ve sistem inşasını da acil olarak dayatmaktadır. Ve bununla bağlantılı olarak toplumu kapitalist modernitenin iktidar-şiddet zehirinden arındırıp demokratik modernitenin değerlerine göre şekillendirmenin soluksuz ve etkili bir mücadele ve çaba gerektirdiğini de ortaya koymaktadır.
Kapitalist modernitenin insanı insan, toplumu toplum olmaktan çıkaran öğütücü sistemine karşı tek alternatif sistem, Demokratik Konfederal sistemdir. Her sistem o sistemin zihniyetini kazanan kadrolar ile kurulur. Hiçbir sistem kadrosuz kurulamaz. Sümer uygarlığını kapitalist moderniteye taşıyan gerçeklik, zigguratın ikinci katında yetiştirilen ve adına o günün koşullarında rahip denilen ideolojik kadrolardır, üniversitelerde yetiştirilen ‘çağdaş’ rahiplerdir. Hiçbir toplumsal ideoloji ve felsefe, bu ideolojiyi derinliğine özümsemiş kadrolar olmadan ete kemiğe bürünemez. Yani özgür yaşam sistemi haline gelemez. Sözkonusu sistem, hakikat sistemi olan Demokratik Konfederal sistem olunca bu gerçeklik kendisini daha yakıcı bir biçimde hissettirmektedir.
Demokratik Konfederal sistemin kurucu kadrosunun temel potansiyel gücü kadındır. Demokratik Konfederal sistem her şeyden önce bir kadın sistemidir, kadın eksenli bir sistemdir. Kadın doğasının ve özünün toplumsal sisteme kavuşturulmuş halidir. Kadının kendi öz iradesi, öz bilinci ve öz rengi ile özgürce ifadeye kavuşacağı demokratik ve cinsiyet özgürlükçü yaşam sistemidir. Bu açıdan bu sistemi belki de herkesten ve her toplumsal kesimden daha fazla kadının savunması gerekiyor. Kuruluş çalışmalarını en etkili bir biçimde kadının geliştirmesi gerekiyor. Kadın öncülüğünde ve kadının öz renginde Kürt halkı ve Ortadoğu halkları kendi Demokratik Konfederal sistemlerini kurdukça hegemonik ideolojilerin ve egemen iktidar sistemlerinin her türlü sömürü, baskı ve zulmünü aşacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder