Diyarbakır Cezaevi; korkuya, cinayete, vahşete, işkenceye yükselen bir anıt. Biliyor musunuz 1981-1984 yılları arasında tam 34 kişi ölmüş, yüzlerce kişi sakat kalmış Diyarbakır Cezaevi’nde. Burada tutuklu kalıp da kurtulanların anılarına az biraz kulak verin hele:
“E.O, biz tutuklulara yemek vermiyordu, açlık ve susuzluktan verem hastalığına yakalanıyorduk.”
“Dr.
O.Ö. biz veremlilerin balgamlarını tahlil için toplar, mutfağa götürüp
yemeklere karıştırır ve o gün bol miktarda yemeği bütün koğuşlara
dağırtırdı.”
“Eğer bir araştırma yapılırsa 1983 yılında
Diyarbakır Cezaevi’ndeki veremli sayısı, bütün Türkiye’deki veremli
sayısı kadar olduğu anlaşılacaktır ve bu da Dr. O.Ö’nün ‘başarı’sıdır.”
“Yüzbaşı
E.O. tutuklulara bok yedirirdi. Doktorsa; ekmeğin üzerine krem deterjan
sürdürerek yedirmeyi, toz deterjanı suya katarak içirtmeyi tercih
ederdi.”
“Ve ‘Cellat ‘ dediğimiz bir gardiyan sırtlan sırtlan sırıtarak şöyle diyordu Yüzbaşı’ya:
Komutanım,
siz ağızlarını pisliyorsunuz, ben temizliyorum. Sizinki bir anlık
midelerini bulandırır, benimkinin ne yapacağını git onlara sor! Ben
onların ağızlarını zorla açtırıp içlerine işiyorum!”
“Yüzbaşı tutukluları aç bırakmaktan zevk alırdı. Doktorsa; susuz bırakmaya bayılırdı.”
“Diyarbakır
sıcağında, yazın ortasında vanadan suyu keserdi; beş veya altı gün tek
damla su akmazdı. Tutuklular ardarda düşer bayılırdı. Koğuş gardiyanları
doktora koşarlardı telaş içinde. Koğuş kapısına kadar gelen doktor ile gardiyanlar arasında tiyatro başlardı.
Doktor: (yerde yatan tutuklulara bakar)
- Yavrum ne oldu bunlara?
- Komutanım bilmiyorum, hastalar!
- Vah vah vah! Ayaklarından çekip koridora çıkarın yavrum.
Gardiyanlar baygın olan tutukluları tek tek ayaklarından çekerek koridorda üst üste atarlar.
Tiyatro devam eder:
- Yavrum bu adamlar susuz, bidonlarla su getirin!
Bidonlarla
taşınan sular tutukluların üzerine dökülür, koridorda beş santim
derinliğinde su yükselir, baygınlar yavaş yavaş ayılır, dökülen suları
kana kana içer ve herkes doktoru alkışlayınca tutuklular içeri
alınırdı.”
Bu anılar böyle uzayıp gidiyor. Elektrik vermekten
tutun, cop sokmaya, falakaya yatırmaya değin uzayıp giden işkence
türleri sıradan sayılıyor Diyarbakır Cezaevi için. Oradaki görevliler
hunharlığın, acımasızlığın ve sadistliğin doruk noktalarına
tırmanıyorlar. Akşam oldu mu da evlerine gidip çocuklarıyla oynuyor,
karılarının koynuna giriyorlar Allah bilir!
Evet bu hapishane yerle bir edilmelidir.
Ama bu yetmez.
Bu yüzbaşı, nerelerde şimdi? Albay mı? Yoksa emekli mi?
Doktor, gardiyanlar ne yapıyorlar?
Doktor muayenehane mi açtı?
Bunları bir bir ortaya çıkaracaksınız! Zaman aşımına girdiyse bile kamuoyu bu sadistlerin kim olduğunu bilmek zorunda!
Not: Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran,22 ekim 1988 tarihinde İstanbul da PKK tarafından öldürüldü.Güneşli bir öğlen sonrasında İstanbul Kısıklı’da belediye otobüsünün içinde, bir Kürt militan tarafından
kafasına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Kürt militan, tetiği çekmeden
önce Yıldıran’a, cezaevindeki işkence mağdurlarından ve Ölüm Orucu Eyleminde yaşamını yitiren Laz Kemal’in (Kemal Pir) selamları olduğunu söylemişti.
Yıllar sonra Bu Kalp Seni Unutur mu adlı dizide Diyarbakır Cezaevi'nin anlatıldığı bölümle ilgili olarak Genelkurmay Genel Sekreteri, “bazı
basın-yayın organlarında TSK’ya uzun yıllar hizmet eden, bazıları terör
örgütü tarafından şehit edilmiş personele karşı yanlı, tek taraflı ve
akıl dışı iddialar gündeme gelmektedir.”şeklide basın acçıklaması yapmış...
Doktor Orhan Özacanlı ise Ankara'da bir Özel Hastahane kurmuş adına da Sevgi Hastanesi demiş!!Aynı zamanda Sevgi Vakfı'nın da kurucusu.Bir de Gazetesi var ''Öncü''...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder