26 Temmuz 2011 Salı

AKP-İran İttifakı


AKP’nin her türlü baskı ve şantajına rağmen BDP yada Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu direnişte ısrar etti. Blok milletvekilleri şartları kabul edilmeden Meclis boykotunu sona eİRAN, K.IRAK’TA TAMPON BÖLGE OLUŞTURUYORrdirmediler. CHP gibi erken pes edip Başbakan Tayyip Erdoğan’ın alay konusu haline gelmediler.

Dahası PKK Lideri AKP’nin bu baskısını sert sözlerle teşhir etti. AKP’nin yaptığını “siyasi iradeyi kırma” olarak değerlendirdi. Bu durumu “siyasi fahişelik dayatması” olarak tanımladı. Bununla da yetinmeyip İmralı’da devlet heyetiyle yürüttüğü görüşmelerin ulaştığı düzeyi açıkladı. Yani “siyasetin nabzı sandıkta değil, esas olarak İmralı’da atıyor
” demeye getirdi.

Kürtler ve demokratik güçler AKP saldırılarına karşı direnişi bunlarla da sınırlı tutmadılar. 14 Temmuz günü Demokratik Toplum Kongresi, Demokratik Özerklik ilanında bulundu. Bununla demokratik direnişi daha yüksek bir noktaya taşıdı. Böylece AKP saldırıları kırıldığı gibi, güçlü bir demokratik siyasal hamle de ortaya çıktı.

Peki bütün bunlara AKP’nin cevabı ya da cevapları ne oldu?

Başlangıçta “Zaten herkesin Demokratik Özerklik’i var” diyerek Başbakan siyasi baskıyı hafifletmeye çalıştı. Ardından bunun mümkün olmadığını görünce “Strateji değiştireceğiz” deyip Kürtleri ve tüm demokratik güçleri tehdit etmek istedi. Yeniden basına serzenişte bulunarak, “Bu tür haberlerin yazılmaması” talimatını verdi.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söz konusu yönlendirmesiyle de, AKP’nin içte bazı siyasi cevapları ortaya çıktı. Zaman zaman PKK Lideri’nin avukatlarıyla görüşmesi engellendi. AKP polisinin öncülük ettiği Kürtlere karşı linç girişimleri denen olaylar yaygınlık kazandı. “PKK içinde görüş ayrılığı, bölünme, şahinler ve güvercinler” biçimindeki psikolojik savaş propagandasına hız verildi.

Elbette bütün bunlar AKP’nin Kürtlere ve demokratik güçlere verdiği cevaplardı. Fakat siyasi irade kırma saldırısına karşı gösterilen direnişe denk cevaplar bunlar değildi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği “Strateji değişimi”ni bunlar ifade etmiyordu. Başbakanın strateji değişecek dediği esas cevap, Kandil’e yönelik İran üzerinden gelişen askeri saldırı oldu.

Başlangıçta siyasiler tarafından fazla dillendirilmeyen ve medya sayfalarında fazla yer bulmayan bu durum, giderek çok fazla tartışılacağa benziyor. Eğer Başbakan’ın sansürü engel oluşturmazsa, önümüzdeki hafta içinde temel tartışma gündemi haline geleceği görülüyor. Bu konu iki bakımdan çok önem taşıyor. Biri İran-PKK savaşının geldiği düzey bakımından, diğeri ise bunun PKK’ye karşı AKP savaş stratejisi içindeki yeri bakımından önemli oluyor. Siz İran-PKK savaşının AKP ve Türkiye ile ne ilişkisi olur demeyin. Olur olur hem de bal gibi olur!

Tarihte de zaten hep böyle olmadı mı? Birbiriyle en çatışmalı oldukları dönemlerde bile Osmanlı ve İran İmparatorlukları ittifak yaparak Kürt isyanlarını bastırmadılar mı? Yirminci yüzyılda iki blok arasında bölünmüş ve birbirine karşıt olmalarına rağmen Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri Kürtleri ittifak halinde yönetmediler mi?

Dahası Kürtlere karşı İran Türkiye’den çok daha zalim değil mi? Bakmayın siz yumuşak ve Kürtlere yakın görünmesine! 16. yüzyıl başında ittifak arayan 19 Kürt beyini İran Şahlığı katletmedi mi? 20. yüzyılın ikinci yarısında ve hem de Avrupa’da iki Kürt liderini bugünkü İran devleti öldürtmedi mi? Daha geçen yıl ondan fazla PJAK üye ve taraftarını bu devlet idam etmedi mi?

Bunların hepsi gerçek olduğuna göre, o halde İran devletinde Kürt düşmanlığı hem tarihi ve hem de daha derindir. Aslında “Kürt vardır” diyerek Kürdü yok etme siyasetinin esas mimarı ve uygulayıcısı İran devletidir. Bu politikayı AKP’nin İran’dan almaya çalıştığı gözleniyor. AKP ile Ahmedinecad yönetiminin Kürt politikası uyuşuyor.

Yıllardır da Kürtlere karşı ittifak halindeler. Türkiye, İran ve Suriye ittifakının Kürt karşıtı bir araya geliş olduğunu herkes biliyor. Şimdi isyanla başı dertte olduğu için Suriye aktif olamıyor, dolayısıyla geriye AKP-İran ittifakının pratikleşmesi kalıyor.

Bir de AKP kendi gücüyle her şeyi yapmasına rağmen sonuç alamadı. Gerillaya yönelik askeri operasyonları yoğunlaştırdı, sonuç alamadı. Demokratik siyasete karşı “KCK operasyonunu” dayattı, sonuç alamadı. PKK savaşını KDP’ye ihale etmek istedi, sonuç alamadı. Şimdi AKP’nin ihalesini İran devleti almış görünüyor. NATO bölge çıkmazını AKP’ye, AKP de Kürt çıkmazını İran’a ihale ediyor.

Tabi bu işin içinde ABD’nin de olduğu gözleniyor. Bayan Clinton ile çuvalcı generalin Türkiye ziyaretlerinin en önemli gündeminin bu olduğu ortaya çıkıyor. PKK’ye karşı saldırı için AKP-İran ittifakna ABD’nin onay verdiği anlaşılıyor. ABD onay vermese zaten AKP bunu yapamaz. Fakat ABD’nin bu işte biraz daha ihtiyatlı olduğu görülüyor. PKK’ye karşı AKP-İran ittifakına onay verirken, İran’ın güçlenmesini de istemiyor. Bunun için İran’a karşı Irak’ı hazırlamaya çalışıyor.

İşin içinde başka güçler var mı? Elbette olmaması mümkün değildir. Örneğin gizli ve pasif olarak YNK desteği zaten görünmektedir. 2000 savaşının intikamını almak için, eğer başaracağına inansa, YNK desteğini açık hale bile getirir.

İran üzerinden PKK’ye saldırı yabana atılacak bir strateji değildir. Bunu PKK’ye karşı bir stratejik saldırı olarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle PKK direnecektir, hem de sonuna kadar. Eğer başarırsa bu direnişte tüm Kürtlerin desteğini de alacaktır. Bu nedenle mevcut savaş riskli olmakla birlikte, eğer direnişi başarırsa, PKK açısından çok daha fazla güçlendirici sonuçlar verebilir.

AKP bu yeni strateji ile başarılı olabilir mi? Bir kere İran üzerinden saldırması AKP için ciddi bir zayıflık ve başarısızlıktır. Eğer gücü olsaydı, o zaman İran’ı taşeron tutmaz mevcut savaşı kendisi yapardı. Şimdi AKP’nin bu savaşı yürütemediğini herkes görüyor. Peki sahibinin başaramadığını taşeron başarabilir mi? Zor, hem de çok zor!..
 
Yeni Özgur Politika

Hiç yorum yok: