20 Temmuz 2011 Çarşamba

Arap Baharı mı İran Kışı mı?

 

Arap baharı’ denilen olguyu birçokları 68 gençlik hareketiyle kıyaslamaktadır; ancak isyanların dışardan müdahalelerle sonuç alınmaya çalışılması bile, bunun böyle olmadığının göstergesidir. Arap dünyasını sallayan ‘Arap baharı’nın bir ‘İran kışı’na dönüşebileceği gerçeğinin gözden kaçırılmaması da gerekir.


Tunus’la başlayan halk ayaklanması, Mısır’da yüzbinlerin katıldığı toplumsal ayaklanmalar, domino etkisiyle Bahreyn’e, Yemene ve sıçraması, “isyan”ın artık bir yerle sınırlı kalmayacağının ve giderek de bölgeselleşeceği yönündeki tezleri güçlendirdi. Nitekim yaşananlar da bunun böyle olduğunu gösterdi.

Halkların hayalleri çalınıyor

Tüm Arap coğrafyasını sarsan isyan dalgası hemen herkeste, ne oluyor acaba? Yeni bir devrim ve isyan dalgasıyla mı karşı karşıyayız, sorusunu beraberinde getirdi. Oysa devrimleri, sosyal patlamaları ve benzeri ayaklanmaları bir araya getiren gerçeğin, ekonomik ve sosyal olduğu kadar, psikolojik faktörleri de var. Kavramlar üzerinden yürüdüğümüzde Arap coğrafyasındaki isyanın ciddiyetini görebilmek zor olmasa gerek. Ancak bu üç kavramın dışardan oluşturulan basınç ve yönlendirmeyle nasıl kullanılıp değersizleştirildiğine de tanık olduk. Özgürlük taleplerinin içinin boşaltılıp tarihin çöp sepetine atılması için her sey kullanıldı. Oyunu sahneleyenlerin, sahneye koyanların halkların özgürlük, demokrasi talepleriyle pek ilgilendikleri yoktu. Onlar başka bir oyunun peşinde, halkların hayallerini çalma derdindeydiler.

Tepkinin dışa vurumu

İsyana açılan her pencerenin, politik yapıların bakış açısına göre değiştiği gerçeğini de bir kenara not almakta fayda var. Bu yüzden konuya ilişkin analizler yaparken asıl kaygımız, yanlış anlamalara ve anlam kaymalarına engel olmak, biraz da olsun başka perspektiflerden bakabilmek. Bu mival üzerinden isyan diye gösterilen seylerin gerçekte çok iyi organize edilmiş gösteriler olduğunu söyleyebiliriz. Asağıda bu gösterilerin neden çok iyi organize eldildiğini dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
Eylemlere sıradan insanların katılması; daha fazla özgürlük, daha fazla aş, ekmek ve daha demokratik bir ülke taleplerini pekiştiren bir unsur oldu... Yıllardır uğradıkları baskılar, aşağılanma, devletin buyruğundakileri insan yerine koymaması sonucu biriken tepkinin dışa vurmasıdır. Bu gerçeği yok sayma şansımızın olmadığını biliyorum. Buna rağmen oyunun bu talepler üzerine kurgulandığı gerçeğini de görmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Halkın talepleri manipüle edilip kullanılmaya çalışılıyor

ABD’nin Ortadoğu’daki işgalle kalıcılaşması ve IMF, Dünya Bankası patentli neoliberal saldırılara karşı mülksüzlerde biriken öfke, kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçlarıyla doruğa çıktı. İşsizlik, yoksulluk, sefalet yetmiyormuş gibi uzun yıllardır devletin zorbalık ve onur kırıcı icraatlarına da maruz kalan Arap halkı, sonunda ayaklandı. Korku duvarını yıkan mülksüzler sokaklara döküldüler ve Arap Dünyası’nda bir ilki gerçekleştirerek; diktatörlerine yöneldiler.

 
Neo-liberalizm adına bu eylemleri analiz edenler kendi çıkarları doğrultusunda bu tepkiyi kaşıyıp nasıl kullacaklarını hesapladılar. İsyan hareketi, yavaş yavaş kendi mecrasından çıkarılıp farklı mecraya akması sağlandı. Amerikanın ve AB’nin Ortadoğu’da yapmak istediklerini darbelerle değil, ama kitlerleri manipüle ederek gerçekleştirme imkanı da doğmuş oldu.
 
Batı’nın sahte demokrasisi: Ilımlı İslam rejimleri

Suriye, Libya, Mısır’daki isyanlar, ABD ve AB’nin taleplerini karşılamakta zorlanan gerici faşist rejimleri, kitleleri kullanarak dönüştürmeye, kendi denetiminde ideolojik ve askeri olarak kullanacağı yeni rejimleri inşa ederken mülksüzlerde biriken enerjinin de boşalımı sağlanmış olacaktı. Asıl soru Libya’da Albay Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Suriye’de Beşar Esad yaratılan bu basınçla devrilip yerine ne konacaktır? 

 
Uyduruktan demokrasi talebi üzerine bina edilen pratiğe bakınca gerçek çırılçıplak ortadadır. Amerika ve AB adına demokrasi dedikleri, gerçekte faşizmin tam kendisi olan ılımlı İslam kavramıdır. Bu kavram içinde olan ülkeler Bahreyn, Ürdün, Fas gibi ülkelerdeki demokrasi talepli gösteriler kanla bastırılmasına göz yuman ‘batı demokrasi’nin ikiyüzlülüğü gözlerden kaçmamalı.

Batı’nın gözdeleri: Erdoğan ve Gülen


Ilımlı İslamla kastedilen şey; Amerika’nın ve AB’nin Türkiye’de başarıyla hayata geçirdiği örnek AKP ve Fehtullah Gülen çizgisidir. Amaçlanan ise bu pratiğin tüm Arap Yarımadası’nda hayata geçirilmesidir.

 
Neo-liberalizmin Ortadoğuya yönelik politik hedefinin bugünün şartlarında ancak ılımlı İslamla mümkün olacağı, taleplerinin ancak bu şekilde karşılanacağı Arap halklarının yeraltı ve diğer kaynaklarının daha rahat sömürülmesinin önü açılacağı düşüncesi, Ortadoğu siyasetini belirleyen odakların ortak fikridir. R.T. Erdoğan’ın parlatılıp, yoksul Arap halkına, Batılı canavarlara karşı direnen yürekli bir lider, diye sunulması; çok iyi kurgulanmış planın bir parçasıdır. Ilımlı İslamın kurtuluş gibi sunulması, Fethullah  Gülen güdümlü misyoner okulların Ortadoğu’da mantar gibi çoğalması bu planın ne zamandan beri adım adım hayata geçirildiginin de göstergesidir. Süreç bu okulların açılması ve örgütlenmesiyle başlamış, gelinen aşama ise sürecin artık tamamlandığı düşünülmüş olmalı ki bu okularda örgütlenen yapı, isyanın içinde aktif olarak yer almıştır. İsyan içindeki İslamcı gurupları bir araya getirip örgütleyen, finanse eden dünya otorilerinin çıkarını pekiştiren Gülen grubudur. Batı dünyasını öcü gören, Arap halklarının hayallerini çalma işini üstlenen cemaat, neo-liberalizmin kendisine biçtiği rolü çok iyi oynamış, kendi ideolojisi olan ılımlı İslamı da ihraç etmiştir.

Mısır’da rejim yıkılmadı sadece şekil değiştirdi

Batılı güçlerin, medya aracılığıyla kendi halklarına Arap halklarının gerici faşist rejimlere karşı demokrasi için ayağa kalkışlarını gösterirken, Kürtleri görmek istememesi, yalan ve ikiyüzlü politikalarının ne denli inkara dayandığının da göstergesidir. Özgürlük için ayaklandığını Tahrir Meydanı’ndaki sivil itaatsizlik eylemlerini yazıp çizen Batı medyasının, Kürtlerin doğal talepler için başlatmış olduğu sivil itaatsizlik eylemlerine ilişkin tek satır yazmamaları şaşırtıcı olmasa gerek. 

 
Solcu olduğunu söyleyen çevreler de bu kara propagandanın etkisinde kalmakta, somut değerlendirmelerden çok suyun akışına kendilerini bırakmaktadırlar. Gerçeğin bu kadar iyi gizlenebilmesi ‘Tahir Meydan’ında yıkılmak istenen dikta rejimi değildir özünde. Asıl hedef Amerika’nın ve AB’nin Ortadoğu’da daha da kalıcılaşmasıdır. Amerika’ya yönelik oluşan tepkinin, yine Amerikan propagandası altındaki suni özgürlük hareketidir. Mısır’da Mübarek rejimi yıkılmamış, sadece şekil değiştirmiştir. İslamcı örgütler bu iş için kullanılmış anti Amerikancı tepki doğrudan Hüsnü Müberek ve ailesine yönelmiştir. Suriye’de de çok farklı değildir. Radikal unsurlar Amerika tarafından parasal olarak beslenmiş ve örgütlenmiştir.

Türkiye; Truva atı ya da neo-liberalizmin sopası

Suriye’deki İslamcı grupları Türkiye finanse etmiş ve korumuştur. Türkiye’nin Suriye’yle yakınlaşması sadece sızmayı kolaylaştırma için yapılmıştır. Vizelerin karşılıklı kaldırılması, militanların Türkiye’ye giriş-çıkış kolaylaştırmış silah ve cephanenin Suriye içlerine akışını sağlamıştır. Dostluk sadece görüntüdedir.  

 
Örneğin Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle, “Türkiye Arap ilkbaharında anahtar rolü oynuyor ve artık Avrupa bunu daha iyi anlıyor. Türkiye’nin İslam ülkeleri arasındaki köprü fonksiyonundan korkmak yerine bunu kullanmalıyız” derken, Türkiye’nin bu işe ne kadar girdiğini de anlatıyordu. Yine Westerwelle, Ankara’nın bölgede ağırlığını artırdığını ve artık bölgesel bir güç olduğunu belirterek, “Türkiye’nin bölgede ağırlığı çok arttı. Birçok konuda örneğin Suriye’deki sorunun çözümünde anahtar rol oynuyor.


Türkiye son yıllarda Afganistan, İran, Irak, Libya, Tunus ve Mısır’daki gelişmelerde belirleyici rol oynadı” derken, kastedilen Türkiye’nin, bugün hepimizce malum olan hangi rolleri (Truva atı) üstlendiğidir. Erdoğan, Esad’a “orantısız güç kullanıyorsun, sonuçlarına katlanırsın” derken, kendisinin Kürt halkına yönelik orantısız güç kullandığı hepimizce malumdur. Neo-liberalizmin sopası rolünü üstlenen Türkiye bunu zaman zaman açıktan, zaman zaman da gizli gizli yapmaktadır.

İran kışına dönüşebilir

Hedefinden saptırılan tepki gerçek düşmandan uzaklaşmış olduğundan emperyalist-kapitalist kamp suyun farklı mecrada akması için İslamı ve yoksulların inançlarını çok iyi kulandıklarını,dün terörist addettikleri hatta Guantanamo’da uzun süre esir olarak tutuklarını zamanla devşirip Libya gibi ülkelerde hem (Libya’daki iç savaşta El-Kaideci militanların aktif olarak yer aldıkları artık aşikardır) isyana angaje etmeleri de planın bir parçasıdır.

 
Arap baharı diye dillendirilen olguyu bugün, birçokları 68 gençlik hareketiyle kıyaslamakta, teorik çözümlemeler yapmaktadır; ancak isyanların sıra halinde başlayıp sonuçlandırılması, sonuçlanmayan yerlerde ise dışardan müdahalelerle sonuç alınmaya çalışılması bile bu ayaklanmaların 68 baharından binlerce fersah uzak olduğunun göstergesidir. Öyle ki Arap dünyasını sallayan geniş çaplı protesto hareketi “Arap baharı”nın bir “İran kışı”na dönüşebileceği gerçeğinin gözden kaçırılmaması da gerekir.

Ekonomik krizle de bağı var

2011’’in ilk çeyreğinde, bütün dünyanın gündemine şu ya da bu şekilde oturan, neo-liberal politikaların iflası sonucu oluşan ekonomik krizin, henüz ne olup ne olmadığı anlaşılmamışken; Arap devletlerinin, işleyişini dumura uğratan sokak gösterileri, Arap dikta rejimlerinin sarsılıp kimlik değiştirmelerine neden olan “isyan dalgası”, sessizliği kırma noktasında kaldıraç olabilir mi acaba?
 “Neden” diye sorduğumuzda, geldiğimiz ülkenin Türkiye denilen bölümünde, onca ölüme, gözyaşına rağmen, sessizliğin hala devam etmesidir. Bu örnekleri elbette çoğaltmak mümkündür.

 
Arap Yarımadası’ndaki isyanı ya da sosyal patlamayı ayrıcalıklı kılan özgün durumun elbette hali hazırda yaşanan ekonomik krizle de bağlantısı var. Bunun yanında, dünyayı yöneten egemenlerin, dünyanın birçok yerinde çeşitli sebeplerle neden oldukları krizler de bu süreci tamamlayan etkenlerdendir. Soruları çoğaltmak mümkün olmakla beraber, ancak bunun gereğinden fazlasının bize katkısından ziyade, gerçeğin anlaşılamasını zorlaştırıp, durumu daha da karmaşık sorular yumağına dönüştürür. 

 
İsyana açılan her pençerenin, politik yapıların bakış açısına göre değiştiği gerçeğini de bir kenara not almakta fayda var. Bu yüzden yazıyı kaleme alırken, asıl kaygımız, yanlış anlamalara ve anlam kaymalarına engel olmak, her pencereden kısa da olsa bakabilmekti. İsyanın baharına dikkat kesilip kışa hazırlıklı olmalıyız…

DURSUN KAZAN

Hiç yorum yok: