20 Temmuz 2011 Çarşamba

Sermayenin Örgütlü Propaganda Aracı: Televizyon !


Dizi izlenme üzerine uzmanların yaptığı en önemli tespit: İnsanların gelişen ve değişen yaşam şartları ile birbirleriyle olan ilişkilerinin azalması ve yalnızlaşmalarıdır. İnsanlar bu yalnızlığını gidermek için çeşitli uğraşlar bulmaya yönelir. En kolay ve düşünme ihtiyacı duymayacağı bir uğraş olarak da, televizyon karşısında durur. Televizyondaki dizileri izlerken, dikkatini o konuya verdiği için kendi sorunlarından uzaklaşır.

İnternet sitelerinde „En çok satan kitaplar“ adlı başlık, kitap severlerin dikkatini sürekli çeker. Genel beğeniyi, kutsal etiği anlama açısından biraz da veri oluşturur. Ya da girdiğiniz bir kitabevinden içeri girenlerin özellikle kadınların çoğunun kasiyerden sorduğu kitaplar... „Binbir Gece Masalları, Hanımın Çiftliği, Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü vb“ Eski yazarlara yeniden bir ilgi patlaması mı yaşanıyor, sorusu ilk akla gelen olur. Kitaplar alınırken söylenen sözler, ilk akla geleni hemen ortadan kaldırır. Çünkü söz konusu kitapların neredeyse içerikleriyle bağı kalmamış senaryolardan oluşan dizi furyası, kitaplara yönlendirmiştir insanları.

Ülkedeki durumu gözlemleme şansım olmasa da gazete ve internet ortamına düşen bilgilerden, bu dizilerin insanların yaşamının bir parçası olduğu açık. Avrupa’da da durum farksız değil. Türk TV kanalları arasında her gece dolaşan insanlarımız... Reklam arasında başka kanala geçip diğer diziye geçen ya da birini izlerken, ikincisini video ile kaydedip daha sonra izleyen insanlarımız... Kıyafet seçimleri, saç kesimleri, yaşam biçimleri taklit edilen dizilerin, insanların yaşamında artık büyük bir yeri var. Avrupa’nın herhangi bir kentinde bir düğün salonuna gidin; genç kızları ve erkekleri izleyin. Hangisinin hangi dizi karekterine büründüğünü daha açık göreceksiniz!

Doğal olmayan doğallaştırılıyor!

Şimdi reytingleri üst düzeyde olan birkaç diziyi ele alalım. Aşk-ı Memnu, Hanımın çiftliği, Küçük Kadınlar, Ezel... Daha adını sıralayamadığımız onlarca dizi... Peki bu dizilerde ne var, sorusuna verilebilecek en iyi yanıt; çarpık ilişkiler, yenge ile ilişki, arkadaşın sevgilisiyle ilişki, evliyken eski sevgiliyle ilişki... Ve hızla büyütülen küçük kızlar... Yani toplamda aldatma, ihanet üzerine kurulu diziler. Tüm hepsi toplumun ortak olarak ürettiği değerler sistemini bozan, zedeleyen sözde hoş karşılamadığımız ama nedense ekrana kilitlendiğimiz diziler. Halkın bu zaafını keşfetmiş ve neredeyse tüm dizileri bu içerikler üzerine kurgulamış reyting pastasından ilk sıralarda bu konular yer alıyor. Şimdi izleyici, „bize ne sunulursa biz onu izliyoruz“ derse, inandırıcı olur mu? Daha kaliteli ya da toplumsal sorunları içeren Kasaba, Bu Kalp Seni Unutur mu gibi diziler ise, reytingleri düşük olduğu için yayından kaldırıldı. Tercihler belli, entrika dolu, ihanet içerikli diziler rağbet görüyor.

Durum acı ve trajik. Daha vahimi bu çarpık ilişkileri doğalmış gibi algılamaya başlamak. Bir taraftan eleştirilen bu diziler, reytinglerine bakıldığında tüm doğruları ters düz ediyor. Halk böyle dizileri seviyor ve amcasının eşiyle birlikte olan Behlül’ü haklı görüyor. Adnan bey yani amcaya ise ‘yaşlı, o yaşında evlenirse genç eşinin onu aldatması doğal’ deniliyor. Kendi yaşamında özlem duyduğu şeyleri görmek doğallaştırıyor bu beraberlikleri. Kardeşinin eşiyle birlikte olan Nejla’ya acıyor. Her türlü entrikayı oluşturan Ferhunde tiplemesini destekliyor. ‘Ama’larla başlayan cümleler bu yaşam şekillerini gizliden destekliyor. Entelektüel kesim ise çağdaşlık maskesinin altında onaylıyor bu ilişkileri. Bu ruh hali düşünüldüğünde gençliğin ilişkilerinin nereye koştuğu ortaya çıkıyor. Milliyet gazetesinde İzmirli bir modacının açıklaması: „Antep’ten bir müşteri aradı. ‘Dün gece Bihter’in giydiği gecelikten eşime almak istiyorum’ dedi“ Ahlaksızlıkla suçlanan bir kadının geceliği yok satıyor. Vehametin boyutunu anlamak için daha fazla örneğe gerek yok.

Sektörün gelişim seyri
 
Türkiye’deki özel televizyon sisteminin biçimlenişinden sonra, dizi film sektörü kendi içinde hızlı bir gelişim seyri izledi. Yaygın olan sinema filmleri, pembe diziler, polis ve macera dizileri, diğer programlar, dışarıdan satın alınmış diziler; özü itibariyle hepsi Amerikan ticari tarzının kötü bir kopyasıdır. Televizyonda bu kadar fazla dizi olmasının sebebi, arz-talep dengesidir. Televizyon kanalları, talep olan şeyleri yayınlamak ve kendi kanallarını seyrettirmek ister. Çünkü reklam kaygıları vardır. Kanallarına reklam taleplerinin artması için insanların ilgisini çeken programlar hazırlarlar. Dizi filmler devamlılık gösterdiği için bireyi o kanalı izlemeye yönlendirmek ve reytinglerini yükseltme amacı vardır. Sadece bununla da sınırlı değil. Topluma yeni değer yargıları, kapitalist modernitenin yaşam biçimini empoze etmek, en temel amacıdır. Bunun içinde insanların içinde bulunduğu şartları ve psikolojisi değerlendirilerek hazırlanan filmler, her yıl katlanarak artıyor. Bu alanda özellikle Türkiye’de büyük bir pazar oluşmuş durumda.

Dizi izlenme üzerine uzmanların yaptığı en önemli tespit: İnsanların gelişen ve değişen yaşam şartları ile birbirleriyle olan ilişkilerinin azalması ve yalnızlaşmalarıdır. İnsanlar bu yalnızlığını gidermek için çeşitli uğraşlar bulmaya yönelir. En kolay ve düşünme ihtiyacı duymayacağı bir uğraş olarak da, televizyon karşısında durur. Televizyondaki dizileri izlerken, dikkatini o konuya verdiği için kendi sorunlarından uzaklaşacaktır. Biraz da öğrenme ile ilgili bir konudur aslında. Şöyle ki çevresinden özellikle aileden alınan görerek öğrenme sonucu okumayı seçmek yerine seyretmeyi seçecektir. Okuma alışkanlığı ya da okuma tembelliği de kişileri bu alana yönlendiriyor.

İnsanlar sahip olamadıkları ya da asla sahip olamayacakları bu hayatları seyrederek ve o hayatlarda yaşayan kişileri örnek alıp, kendilerini onlarla özdeşleştirerek hayal kurmaktadır. Bu şekilde belli amaçlar edinmektedir. Bir gün bu tür bir yaşam ile karşılaşma olanağı olacağını ümit etmektedir. Kendi yaşamını da bir takım tesadüflerin değiştirebileceğini hayal etmektedir. Ya da seçtiği kahramanla empati kurmaktadır. 


Dizi ve bağımlılık ilişkisi! 


Evet dizi izlemek bağımlılık yaratır. Tıpkı sigara, alkol ve internet bağımlılığı gibi bağımlılık yaratır. Sorunlardan kaçmak, kendine farklı bir dünya kurmak, insan ilişkilerindeki sorunlarla baş edebilmek, yalnızlıktan kurtulmak için bağımlı olur. Çoğu insan işinden gelip ya da ev işlerini düzenleyip belli bir saatte beklediği diziyi seyretmek amacıyla televizyon başına geçmektedir. Hatta yapılacak sosyal toplantılar ya da arkadaş toplantıları bile bu dizilere göre düzenlenmektedir. Zaman zaman aile içinde bile insanları birbirinden uzaklaştırmaktadır. Toplumda geleneksel olan ve aile fertlerinin biraraya gelme fırsatı bulduğu yemek saatleri bile dizilere göre ayarlanmaktadır. Ayrıca herkes istediği diziyi farklı odalarda seyretmektedir. Böylece insanlar hem yalnızlıktan yakınırken hem de kendilerini yalnızlığa itmektedir. Çünkü bireyler arasında iletişim kalmamaktadır. Kendi sorunlarını paylaşmak yerine dizilerde yaşanan olaylar üzerinde konuşmalar yapılmakta ve bu insanların birbirinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

Dizi filmler genellikle belli dönemlerde yaşanan sorunlara uygun şekillerde yaratılıyor. Yani gündemde olan konular seçiliyor. Böylece ilk yapılan dizi reyting alınca, diğer kanallar da buna benzer diziler yapıyor. Yaşanan sosyal olaylar, televizyon dizilerinde etkili oluyor. Sosyal sorunlara duyarsız hale gelirken, bu tür dizilere yöneliyoruz. Bazı şeylerle yüzleşmek yerine hayal dünyasındaki şeylerle uğraşmayı tercih ediyoruz. Çünkü bu şekilde sorumluluk almıyoruz. Yorulmuyoruz. Belki bir şekilde de kendi hayatımızın eksikleri ile yüzleşmekten kaçıyoruz. Yaşadığımız olumsuz olayları unutuyoruz bu şekilde. Var olmayan hayatları izlemek ve hayallere dalmak sorumluluk duygusundan uzaklaştırıyor. Kendi hayatımızın sorumluluğunu almak yerine hayal aleminde yaşayarak kendimize gerçek olmayan bir yer edinmeye çalışıyoruz. Hatta seçtiğimiz başrol oyuncuları ile özdeşleşip hayatımızı yönlendirmeye çalışıyoruz. Bir şey olduğunda da ‘şu dizideki şu kişi böyle davranıyordu’ diyebiliyoruz. Davranışımıza kılıf uydurmaya çalışıyoruz. O dizideki kişilerin özellikle başrol oyuncusunun her şeyi doğru yaptığına kendimizi inandırıyoruz. Aslında bir şekilde kendimize yol gösterici arıyoruz.

Evet dizilerde hep daha mükemmel hayatlar izleniyor. Böylece insanlar kendi hayatlarındaki eksiklerin farkına varıp, bu eksiklerini farklı şekillerde gidermeye çalışıyor. Ancak bunu yaparken de yanlış yollar seçebiliyor. Ya da birlikte olduğu, ilişki kurduğu kişilerden abartılı beklentileri olabiliyor. Karşılanmadığında hayal kırıklığı ve ruhsal sorunlar yaşanabiliyor. Tabii karşı tarafta bu istekleri yerine getiremediği için sıkıntıya giriyor. 


Sermayenin örgütlü yapısı: Televizyon! 

Televizyonun yapısı, iş yapış biçimi ve onun ürünü diziler, elbette kendiliğinden bir süreç değil. Sermayenin örgütlü yapısının bir parçasıdır, tüm bu yaşananlar. Özellikle ekonomik ve siyasal pazarın, belli zaman ve yerdeki egemenlik ve mücadele yapısının sonucu olarak kitleleri bu sürece sürükler. Medyanın teknolojik yapısı, program üretimi, dağıtımı ve tüketimi bakımından bağımsız bir yapıya sahip olması koşulları yoktur. İletişim pazarının yapısı, iletişimde tekelleşme, neyin, nerede, nasıl üretileceği ve nerede, nasıl pazarlanacağı konusunda karar verebilme gücü, bizzat sermayedarların güdümündedir. Dizilerle insanlara verilen ise, bu egemenliğin kitlelere empoze etmek istediği kültürden başka bir şey değildir. Bu durum elbette sadece Türkiye’ye özgü değildir. Avrupa dahil bütün dünya, 1980’lerde Amerikan gerçeğinin „özelleştirme ve Deregulasyon“ saldırısıyla karşılaştı. 1990’lara gelindiğinde, Avrupa ve Türkiye’deki iletişim gerçeği Amerikan tipi iletişim düzeninin yapısal olarak özelleştirdiği, profesyonel program pratikleri ve ideolojileri açısından küreselleştirdiği bir gerçek oldu. Türkiye gibi ülkeleri, bu saldırı ve değişimde Avrupa’dan sonraya bırakmıştı. Gerçi Türkiye’de oluşum Avrupa’dakiyle beş altı yıl gibi kısa bir zaman farkıyla oldu, fakat diğer ‘az gelişmiş’ ülkelerde bu oluşum, 1990’ların egemen gündeminin bir parçasıdır.
Günümüzde ise dünya; Amerikan kültürünün, özelleştirme ve deregülasyonla getirilen örgütlenme biçiminin egemenliği altına hızla girmeye devam etmektedir. Dallas Smythe’in belirtiği gibi (1986) kitle iletişim araçları tekelci kapitalist sistemin bir buluşudur. Bu araçların amacı, bütün nüfus ve öteki örgütlerin önderliği için sorunlar, değerler ve politikalar ‘gündemini’ oluşturmaktır. Bu araçlar aynı zamanda izleyicileri kitle halinde üretirler ve reklamcılara satarlar. Bu izleyiciler, kendilerine kitle halinde üretilmiş tüketim malları ve hizmetlerinin pazarlamasında çalışırlar ve pazarlamasında tüketilirler. Bunu P. Baran ve P. Sweezy ‘sivil satış çabası’ diye adlandırır: İzleyicilerin üretimi, tüketimi ve çalışması (emeği) olmaksızın, tüketici mal ve hizmetlerinin kitle halinde üretimi ve büyümesi olanaksızdır. 


Halk: İzleyici!


Kapitalizmin son yüzyılda bu değişiminin ana etkisini reklam, dizi, film vb. dünyası, bütün nüfus tarafından anlaşılan „gerçek dünyanın“ doğası arasındaki farkı silmek veya bulanıklaştırmak amacıyla çok büyük bir yol katetmiştir. Dünya çapında halk ve sermaye arasındaki ana çelişki, bir taraftan sermayenin kendi güç konumunu teknolojinin nimetiyle sunulan bu ürünlerin etkisiyle korumak ve genişletmek yeteneğini, öte yandan kendi yaşam koşullarını denetlemek için mücadele eden halkın direnişi ve kişisel girişimleri arasındadır.

İşin özü kapitalizmin sunduğu bu iletişim, iletinin veya aracın iletişimin ana yanı olmasından uzak, halk ile başlar, halk ile biter. Halk ise burada ‘izleyici’ yapıldığı üretim ve ilişki yeridir. 
Her siyasal ekonomik sistem enformasyonun kullanımını denetleme gücüne dayanır. Bu nedenle basit bir internet sitesinde karşılaştığınız ‘en çok okunan kitaplar’, filmlere dayanarak kitap seçimi yapması ve dizi filmler normal yaşam döngüsünün ötesinde kapitalizmin günlük yaşamımıza örgütlü bir tarzda girişinin sembolleridir. Elimizde kumandayla kanallar arasında gezinirken, uzaklaştığımızı sandığımız sorunlar ise, sistem tarafından her gün yeni biçimlerde üretilerek önümüze çıkar. Bu kullanış; kapitalist- siyasal ekonomik sistemin vazgeçilmez temelidir. Tekelci kapitalizmin çelişkileri yoğunlaştıkça, bu sistemin en zayıf yanının aslında sistemin gücünün en çok dayandığı yanın iletişim olduğu ortaya çıkar. Burada asıl sorun, biz bu iletişimin seyircisi olmaya devam edecekmiyiz?

SELMA AKKAYA

Kaynaklar
Alvarez, Sally. (1996). Do You Have a Labor Program on Your Community Channel? Community Media Review. 
Arévalo, Roberto (1995, July 20). Behind the Scenes: Mirror Project Director Reflects on his Latest Endeavor. Somerville Journal. Chomsky, Noam (1997) Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. New York: Seven Stories Press.
Erdoğan, I. (2000). Kapitalizm, Modernleşme, Post modernism ve iletişim.

Hiç yorum yok: