KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Silvan çatışması ardından yayılan ırkçı saldırılara dikkat çekerek, bunun sorumlusunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi. “Peki, biz de şimdi kalkıp Kürtlere, hadi siz de Türklere vurun, desek ne olacak?” diye soran Karayılan, “Sertlik diyorsanız bu sertlik Türkiye’yi böler. Çünkü Kürt halkı artık bastırmayla, öldürmeyle teslim olmayacaktır” şeklinde uyardı.
ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Silvan’daki çatışmayı değerlendirirken, tek taraflı ateşkesin ölümleri durdurmaya yetmeyeceğini vurguladı. Karayılan, Silvan’daki olayın sorumlusunun askerleri oraya göndererek operasyon yaptıranlar olduğunu belirtti ve Türk medyasında olaya ilişkin spekülasyonlara tepki gösterdi. Karayılan, Kürtlere karşı ırkçı linç saldırılarına da dikkat çekerek, metropollerde yaşayan Kürtleri kendilerini korumaya çağırırken, kendilerini koruyamayan Kürtleri de Kürdistan’a dönmeye çağırdı.
ÖLÜMLERİN DURMASI İÇİN OPERASYONLARIN DA DURMASI GEREK
* 14 Temmuz günü Silvan kırsalında HPG gerillaları ile Türk ordu güçleri arasında bir çatışma yaşandı. Sonuçları itibarıyla gündemi çok meşgul ettiği gibi, birçok çevre tarafından çeşitli spekülasyonlar da ortaya atıldı. 22 kişinin yaşamını yitirdiği bu çatışma, hangi siyasi ve askeri koşullarda ortaya çıktı?
Bilindiği gibi biz hareket olarak en son sekizinci ateşkesi 13 Ağustos 2010 tarihinde ilan ettik. Fakat bu süreç boyunca AKP hükümeti ve Türk ordusu bizim ilan ettiğimiz bu eylemsizlik kararına karşılık fırsat buldukça operasyonlarını geliştirdi. Biz eylemsizliğin kalıcı olabilmesi ve artık ölümlerin hiçbir biçimde olmaması için bazı koşulları ifade etmiştik. Bu koşulların başında eylemsizliğin çift taraflı olması gerektiğiydi. Yani eğer sen insan ölümlerini durdurmak istiyorsan, bir taraf askeri harekati durdururken, öbür tarafın da durdurması gerekmektedir. Ama bir taraf ben eylemleri durduruyorum derken, karşı taraf ben bunu dinlemiyorum ve fırsat buldukça öldürme operasyonlarını yürüteceğim diyerek operasyona çıkarsa o zaman çatışmalar olur ve kayıplar da yaşanır.
SİLVAN’DA NELER OLDU
Bahar aylarından bu yana başta Amanos alanında 7, daha sonra Dersim alanında 7, Pazarcık’ta 3, en son Uludere alanında 10 arkadaşımız ve daha birçok yerde tek tek arkadaşlarımız ordunun tamamen tek yanlı, fırsat kollayıp operasyon gerçekleştirmesiyle katledilmişlerdir. Bunun karşısında biz ne yapacağız? Tabii ki, güçlerimize, ‘kendinizi savunun, sizi öldürmek üzere operasyona çıkan askerlere karşı savunma pozisyonunda olun’ denilmiştir. Bu hareketimizin genel bir kararıdır. Çünkü savunma bir haktır. Seni öldürmeye gelenler karşısında sen kendini savunmak durumundasın. Bu her canlının bir hakkıdır.
Silvan’daki olay da, bu çerçevede gelişen bir olaydır. Yani orada büyük bir askeri birlik, gerillayı orada bulup yok etmek için operasyona çıkmıştır. 14 Temmuz günü öğle saatleri sonrası temas sağlanmıştır. Bu temas içerisinde, gerilla birimi daha baskın davranıp, hızlı bir biçimde hamle yaparak kendisini imha etmek isteyen askeri birimi önemli oranda darbelemiş, kendisi de 2 kayıp vererek geri çekilmeyi başarılı bir biçimde sağlamıştır. Çatışma devam ederken Kobralar müdahale etmiş alanı yoğun bir biçimde vurmuş ve yangına yol açmıştır. Bu vuruşlarında bazı ölümlere yol açmış olması ihtimali yüksektir. Burada önceden planlı, örgütlü, tertiplenmiş herhangi bir saldırı yoktur. Burada, gerilla komutanının inisiyatifini kullanarak, güçlerini korumak üzere aktif savunma temelinde askere darbe vurması ve gücünü sağlama alması olayı vardır.
GERİLLANIN BAŞARILI BİR GİRİŞİMİ SÖZKONUSUDUR
Gerillanın başarılı bir girişimi söz konusudur. Burada gerilla, kendisini yutmak üzere çıkan askere karşı kendisinin kolay kolay yutulamayacağını gösteren bir eylem yapmıştır. İşin esası budur. Bunun başka olgularla bağlantılandırılarak değerlendirilmesi tamamen gerçek dışıdır. İşin gerçeği budur. Bu kadar arkadaşımızın tek taraflı bir biçimde hedeflenerek şehit edilmesi ardından hareketimizin ‘kendinizi savunun’ karar ve perspektifleri temelinde oradaki birimin kendini savunması temelinde girdiği çatışmada aktif davranması ve sonuç olarak gerilladan 2 askerden de 20 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan bir olaydır.
BU OLAYIN SORUMLUSU ASKERİ ORAYA GÖNDERENDİR
Bu olayın sorumlusu askeri oraya gönderen ve bu operasyona karar verenlerdir. Sokaklara çıkıp bizi teşhir etmek ve halkımızı linç etmek isteyenler öncelikle bu operasyona karar veren, bu askeri oralarda dağ dağ, tepe tepe dolaştırarak gerilla avcılığına çıkaran kurumlara hesap sormalıdır.
TEK TARAFLI ATEŞKES İNSAN ÖLÜMÜNÜ SONLANDIRMAZ
Çünkü bundan onlar sorumludur. Biz bunu yıllardır söylüyoruz. ‘Tek taraflı ateşkes olmaz. Tek taraflı ateşkes insan ölümünü sonlandırmaz. Eğer askerin ölümünü istemiyorsanız, askeri dağa çıkarmayın ve gerillanın yürüttüğü eylemsizliğe siz de uyun. Böylece hem barışçıl bir sürecin önünü açmış ve daha sağlıklı tartışma zeminini yaratmış olursunuz, hem de bu sorunun köklü çözümü için yol açmış olursunuz.’ Ama AKP hükümeti buna yanaşmıyor. Hem buna yanaşmıyor, hem de çatışmada asker kaybı olduğunda yandaş basını Ergenekon’dan tutalım da bilmem nereye kadar gerçekleri çarpıtıp halkı kandırmaktadır.
GERÇEK ŞUDUR…
Gerçek şudur: Biz bu sorunu barışçıl yollarla çözmek istiyoruz. Bunun için de eylemsizlik ilan etmiş bulunuyoruz. Eğer hükümet de iyi niyetliyse, o zaman o da askerini - polisini durdursun, diyalogla tartışmayla bu sorunun çözümü derinleşsin. Ama buna gelmedikleri gibi, fırsat kolluyorlar, rahat bir biçimde her yere girip çıkıyorlar. İstihbarat topluyorlar, keşifler yapıyorlar; gerilla birimini tespit edince de üzerine çullanıyorlar. Gerillalar tarafından tutuklanan 2 subayın oradaki görevleri nedir? İstihbarat toplamak değil midir? Bu kişiler halkı ajanlaştırma faaliyetlerini yürütmüyorlar mı? Yani siz sürekli gerilla güçlerini bitirme, öldürme peşinde olursanız, siz de ölebilirsiniz. İşin gerçeği budur.
O KADAR ÇOK ÇARPITMA VAR Kİ, ARTIK BASINI OKUYAMIYORUZ
*Türk basını, hükümet yetkilileri ve kimi çevreler bu eylemi, PKK’nin gelişen huzur ortamını bozmak amacıyla gerçekleştirdiği, bu çerçevede de Sayın Öcalan’ın düşünsel ve eylemsel düzeyde boşa çıkartıldığını öne sürüyorlar. Yine bazı kesimler bu eylemi 1993 yılında Bingöl’de 33 askerin öldürülmesi olayıyla benzeştiriyorlar. Bu konularda neler söyleyebilirsiniz?
-Evet, bu konuda çok büyük bir çarpıtma söz konusu. O kadar fazla çarpıtma var ki inanın, Türk basınını artık okuyamıyoruz. Çünkü okudukça insanın çıldırası geliyor. Yani çarpıtma, psikolojik savaş olur da bu kadar mı olur. Empati yok, gerçeklere doğru yaklaşma yok. Kendi kendilerine bir olay ve olgular dizisi yaratıyorlar, onun etrafında değerlendirme ve bağlantılarla gerçeğin üstünü tümüyle örten bir tablo çiziyorlar. Şu anda Türk basınının yürüttüğü tartışmaların çok önemli bir kesimi hiçbir biçimde gerçeğe isabet etmiyor. Sen askerini çıkarmışsın oraya, oradaki karşıt askeri birlik de kendini vurmak isteyeni vurabilir. Nitekim vurmuştur da. O kadar yalın. Evet, Önderliğimiz barışçıl çabalar yürütüyor. Önderliğimizle söz konusu devlet heyetinin yürüttüğü tartışma ve diyalog elbette önemlidir. Ancak bir taraftan İmralı’da diyalog varken, öbür taraftan asker ve polisin gerçekleştirdiği operasyonlar vardır. Bu operasyonlar karşısında güçlerimizin kendini koruma sorunu vardır. Bunu bizzat Önderliğimiz de söylemiştir. Bunu herkes görmek durumunda: ‘Savunma kutsal bir haktır.’ Bir canlıyı öldürmek üzere gelen bir saldırgan karşısında, o canlı kendini savunma hakkına sahiptir.
ÖCALAN’I BOŞA ÇIKARMA İLE NE ALAKASI VAR?
Silvan’daki olay da böyle bir olaydır. Önderliğimizi boşa çıkarmayla ne alakası vardır. Bu iddia bir çarpıtmadır, ortada öyle planlı, tertiplenmiş bir durum ve yeni bir karar söz konusu değildir. Onun için bu temelde yorumlarla geliştirilen senaryoların hiç birisi doğru değildir. Hareketimizin tümü Önderliğimizin temel çizgisini bütün gücüyle esas almaktadır. Aslında burada Türk devletinin, AKP hükümetinin ve Türk basınının Kürt halk gerçekliğini, siyasetini, önderliksel durumunu tarafsız bir biçimde ele alıp yorumlaması yoktur. Sürekli Kürt siyasal kimliğini bölüp parçalama peşinde ve zayıflatma amacında olma durumu vardır. Herkes aynı paralelde ve birbirini tamamlayacak şekilde konuşunca ‘bak kimse farklı konuşamıyor, herkes aynı kalıptan çıkmışçasına konuşuyor, demek ki burada çok seslilik yok, bastırma var’ diyen bu kesimler, farklı görüş belirtenler oldu mu da bu sefer de ona asılarak ‘çatlak oldu, bölünme var’ demektedirler.
CİDDİ BİR PSİKOLOJİK SAVAŞ YÜRÜTÜLÜYOR
Bu konuda hareketimize karşı çok ciddi bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Hareketimizin içinde sanki şahinler varmış, güvercinler varmış gibi senaryolar oluşturularak, hiçbir maddi temeli olmayan safsatalar ortaya atılmaktadır. Ancak herkes bilmeli ki hareketimiz yekvücuttur. Bu bir. İkincisi, bu hareketin Önderliğiyle hiçbir sorunu yoktur, olamazda. Ancak sorun varmış gibi teoriler ortaya atılmaktadır. Evet, Önderliğimiz orada süreci yumuşatmak, barışı ilerletmek için çaba gösteriyor ama asker ve polis durmuyor, her gün vahşet uyguluyor. Bu uygulamalara karşı tabii ki Kürt halkı ve Kürt gerillası kendini savunacaktır, Önderliğini de esas alacaktır. Gerçek bu. Bakınız, tarihte ilk kez Kürt halkı bir Önderlik etrafında bütünleşmiştir. İllegal örgütlenmeleri, askeri güçleri, legal siyaseti, siyasal güçleri ve yasal demokratik örgütlenmeleriyle, herkes tek noktada birleşiyor ve Önder Apo’yu muhatap olarak kabul ediyor. Devlet ise bundan bir biçimde rahatsız oluyor; bu birlik ortamını bölmek istiyor. Mesela “Bir İmralı var, bir dağ var -dağ da iki başlı-, bir legal var, bir de Avrupa var” diyorlar. Neredeyse bizi onlarca parçaya bölecekler. Ancak gerçekte böyle bir şey yoktur, Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi yekvücuttur ve sonuna kadar önderliğinin arkasındadır.
BLOK’TAN ÇOK RAHATSIZLAR VE PARÇALAMAK İSTİYORLAR
Seçimde Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu oluştu. Bu blok hem Kürt birliğinin gelişmesi için, hem de Kürt ve Türk halkları arasında bir halka olabilecek Türkiye sol hareketinden de bazı kesimlerin katılımıyla Demokratik Ulus eksenine yakın doğrultuyu da tutturdu. Bu önemli bir tabloydu. Şimdi bu bloğun içerisinde elbette ki farklı düşünen insanlar olabilir. Hepsi tek bir çizginin yetiştirdiği siyasal kadrolar değildir. Ancak bloktan birilerinin farklı bir şey ifade etmesiyle hemen çatlaklık var diyorlar. Tabii ki, burada blok siyaseti ekseninde siyaset yürütenler, özellikle de Kürdistanlı siyasetçiler şunu görmeli: Mücadelemiz ve halkımız karşısında bir psikolojik savaş vardır. Bu psikolojik savaş rahatça ve açık tartışmamızı sürekli çarpıtıyor ve önlüyor. Bir taraftan onlar arasında demokrasi yok derken, öbür taraftan ise kısmi bir tartışmaya hemen parçalanma var diyerek asılıyorlar, kitlelerin kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Sayın değerli siyasetçiler bilinmeli ki, bu mücadele karşısında bir özel savaş olgusu vardır. Bunun için düşüncelerini önce basın yoluyla değil de, önce kendi aralarında paylaşmalı ve tartışmalıdırlar. Diyelim Özerklik, DTK gibi bir yapı tarafından büyük bir çoğunlukla onaylanmış, kabul edilmiş, karar alınmıştır. Şimdi bunu zamanı mıdır, değil midir, diye basın üzerinden tartışmanın çok yararı olacağını sanmıyorum. Bu tür tartışmaları daha çok kendi aralarında yapmaları daha yararlı olur. Buna dikkat etmezlerse psikolojik savaş organları bunu hep işleyerek birliklerini zorlayabilirler. Blok eğer bir blok demokratik olacaksa elbette ki değişik fikirler olacak ve çok tartışacaktır. Ancak basın yoluyla şu doğrudur, şu yanlıştır deme değil de, farklı biçimde tartışmaları daha yararlı olur. Bana göre blok siyasetçileri bu tür konulara dikkat etmeseler karşı taraf bundan yararlanır. Çünkü Bloktan çok rahatsızlar ve parçalamak istiyorlar.
Egemen zihniyet ve sömürgecilik hiçbir zaman ne Kürtlerin birliğini ister, ne de Kürt Özgürlük Hareketiyle Türk solunun birleşmesini ister. Bu birlikteliğin oluşmasını engellemek için öteden beri derin devlet güçleri çok yoğun çaba sarf etmişlerdir. Bu nedenle, şimdi güçlü bir tablo ortaya çıkaran, seçimde başarı sağlayan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğunu parçalamak istiyorlar. Bunun için en ufak bir farklı bakışa ya da görüşe bu kadar asılıyorlar. Bunu öncelikle sayın blok üyeleri iyi görmeli ve buna dikkat etmeli. Bunlara açık kapı bırakacak yaklaşımlara girmemeye herkes dikkat etmeli diye düşünüyorum.
HALKIN KAFASINI BULANDIRMAYA, MORALLERİNİ BOZMAYA ÇALIŞIYORLAR
Bırakalım blok hareketini hareketimizin çok güçlü ruhsal, ideolojik birliği olmasına rağmen, neredeyse bizi bile birkaç parçaya bölecekler. Farklılığımız üzerine çarşaf çarşaf yorumlar yapıyorlar. Bunun hiçbir temeli de yoktur. Bu tamamen istihbarat kurumlarının kurguları sonucu geliştirilen, halkın kafasını bulandırmaya ve sempatizan yapımızın moralini bozmaya, kafasını karıştırmaya dönük psikolojik savaşın teorileridir. Hiçbir biçimde gerçeğe dayanmamaktadır. Hareketimizde ne kimsenin Önderliğimizle herhangi bir sorunu olabilir ne de birbiriyle her hangi bir iç sorunu vardır. Bu konuda çarpıtmanın düzeyi o kadar ilerlemiş ki, Hasan Cemal gibi birisi bile gitmiş, ruhunu üç-beş kuruşa satmış birisiyle konuşarak, onun konuşmasına itibar ediyor ve kendi köşesinde yer veriyor. Yani çarpıtma olgusu Türk basınında bu kadar ilerlemiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, Bir kere söz konusu alıntının bile kendi içinde çelişkisi var: 2003’te bizden ayrılan birisi nasıl ondan bir yıl sonra, 2004’te alınan bir karar sonucu ayrılmış oluyor. Açık ki, öyle bir şey yok. Düşkünlük sonucu ruhunu satan ve pişman olmuş birinin, niye gençliğimi çaldın diye suçladığı ve tepkiyle dolu olduğu bir hareket hakkında doğru konuşması mümkün müdür? Niye bu düşünülmüyor? Yani bu işleri en yakından takip edenler bile böyle temelsiz bazı tespitlere varıyorlarsa, varın Türk basınının ne düzeye ulaştığını siz hesap edin.
SİLVAN’IN 33 ASKER OLAYIYLA NE İLGİSİ VAR?
Yine, nasıl oluyor da buradaki bir kişi ne askeri örgüt içerisindedir, ne bir ilişkisi vardır, Silvan’daki bir takıma diyecek ki sen şunu yap. Böyle bir şey mümkün müdür? Her şeyden önce biz bir sistemiz. Biz bir örgütüz. Bu örgütün savunma merkezi, ideolojik, siyasal, sosyal ve ekonomik merkezleri var. Herkes kendi işini yapar. Sizin ismini zikrettiğiniz arkadaşlar, savunma merkeziyle ilgileri olmayan arkadaşlardır. Nasıl bağlantı kurabiliyorsunuz? Veya ruhunu satmış bir sosyal ajanın sözlerini nasıl referans alabilirsiniz? Yani eğer biz sorunu çözmek istiyorsak, gerçeklere temas ederek çözüme yaklaşabiliriz. Öyle afaki değerlendirmelerle veya hiç gerçekle alakası olmayan bir takım benzeştirmelerle kimse sorunu çözemez. Silvan olayının 1993’te 33 askerin öldürülmesiyle ne gibi bir alakası var? O olayda gerillanın yol kesmesi sonucu silahsız askerlerin teslim alınması var. Teslim alındıktan 1 saatten fazla zaman geçiyor ve ardından kurşuna dizilerek öldürülüyor. Bunu biz de şaibeli görüyoruz. Ancak Silvan olayında silahlı güçler karşılaşmış ve çatışma yaşanmıştır. Bu açıdan bu olayların birbirleriyle herhangi bir benzerliği yoktur.
20 ASKER DEĞİL DE 20 GEİRLLA YAŞAMINI YİTİRSEYDİ NE TEPKİ GÖSTERİLECEKTİ?
Açık ki, bizi süreci zorlamakla suçlayanlar aslında kendileri süreci zorlamaktadırlar. Çünkü, gerçekler ters yüz edilmekte ve hiç empati kurmama durumu söz konusudur. Yaşanan bu olaylarda bizim de insanlarımız yaşamını yitirmektedir. Onlar niye düşünülmemektedir? Mesela bu çevreler Silvan’da 20 asker değil de 20 gerilla yaşamını yitirseydi aynı tepkiyi gösterirler miydi? Hayır. Hatta belki hepsi değil ama çoğu alkışlardı. O zaman eğer çözüm için düşünülüyorsa daha gerçekçi değerlendirmeler ve yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Gerçekçi yaklaşımlar olmayınca da işte Başbakan’ın açıklaması, çeşitli hükümet yetkililerinin açıklamaları ve Türk basınının dediğimiz bu değerlendirmeleri, bütün Türkiye’de bir hezeyan yarattı.
LİNÇ OLAYLARINDAN BAŞBAKAN SORUMLU
*Silvan olayı ardından Türk basınının yapmış olduğu haberler ve çeşitli çevrelerin açıklamaları sonucunda Türkiye’nin birçok şehrinde Kürtlere yönelik bir linç kampanyası başlatıldı; BDP binalarına dönük yürüyüşler yapıldı ve birçok bina ateşe verildi. Yapılan bu linç girişimleri hakkında neler söyleyeceksiniz?
Şu an Kürt halkına karşı her yerde linç olayları var. Bu linç olaylarının birinci elden gelen sorumlusu Başbakan’dır. Başbakan ne dedi: “Bundan sonra iyi niyet göstermeyeceğiz.” Ardından ise bir sürü insan Kürtlere karşı linç girişimlerinde bulundu. Ardından ise polis ateş kesildi. Türk polisi şimdi her yerde zulüm yapıyor. Bakınız iki gün önce Siirt’te gerçekleşen olay, tarihte gerçekleşmeyen bir şeydir. Bir taziyede 50-60 kişi oturmuş. Bunların bir kısmı seçilmiş kimseler, meclis üyeleri ve belediye başkanlarıdır. Siirt belediye başkanı da oradadır. Ancak polis ne yapıyor? Resmen girip herkesi tekme tokat yere seriyor. Bu olacak bir iş mi? Şimdi bunun sorumlusu Başbakan değil midir? Adalet ve kardeşlik bu mudur? Vicdan ve demokrasi bu mudur? Bir ilin ve bazı ilçelerin belediye başkanlarını yere sereceksin, coplayacaksın, sonra da ben halkın iradesine saygı duyuyorum diyeceksin. Bu ne biçim saygı?
KÜRTLERE SİZ DE TÜRKLERE VURUN DESEK NE OLACAK?
En son Erzurum’da Kürt emekçilerine karşı gerçekleştirilen saldırıyı Başbakan nasıl izah edecek? Bu kadar çarşaf çarşaf halkı tahrik eden gazeteciler, köşe yazarları bunu nasıl izah edecek? Peki, biz de şimdi kalkıp Kürtlere, hadi siz de Türklere vurun, desek ne olacak?
BU SERTLİK TÜRKİYE’Yİ BÖLER
Açık ki Türk basınının ve Türk hükümetinin bindiği at yanlış bir attır. Bu attan inilmelidir. Sertlik diyorsanız bu sertlik Türkiye’yi böler. Çünkü Kürt halkı artık bastırmayla, öldürmeyle teslim olmayacaktır. O sınırı geçmiştir. İşte biz diyoruz ki gönüllü birlik toplumsal kabullenmenin gelişmesi temelinde olabilir. Birbirini kabul etmek için önce gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor. Herkesin kendi tarihiyle yüzleşmesi gerekiyor. Tarih içinde yaptığı yetersizlikleri bir bir göz önüne getirmesi gerekiyor, empati kurması gerekiyor. Ancak bu temelde Türkiye’de toplumsal uzlaşma olabilir. Bunun dışında toplumsal uzlaşmanın gelişmesi mümkün değildir. Hele hele böyle dinamitlemeyle, sürekli küçümseyerek bölüp parçalama senaryoları oluşturarak, işte teröristtir, bilmem nedir diyerek gerçekleri çarpıtarak her gün bizi tehdit ediyorlar sonra kalkıp diyorlar ki, PKK bizi tehdit etti. Siz her gün halkımızı sokak sokak tehdit ediyorsunuz. Açık ki, birlik ancak gönüllü birlik temelinde olabilir. Bu da bir yeni toplumsal mutabakata ve uzlaşmaya varmakla olabilir.
ŞOVENİST DUYGULARI AKP VE TÜRK BASINI PROVOKE ETTİ
Başbakan’ın, AKP hükümetinin ve Türk basınının önemli bir kesiminin geliştirdiği propaganda üslubu, Türk toplumunda şovenist duyguları harekete geçirmiş ve provoke etmiştir. Bu nedenle bir takım şovenist kesim ve çevreler sokağa dökülmekte, Kürt insanlarını hedeflemektedirler. Yine BDP binalarına yönelik, doğrudan yönelimler gerçekleşmektedir. Birçok yerde polis de gerekli tedbirleri almamakta, hatta bu tür kesimlere yumuşak yaklaşımlarıyla teşvik edici bir rol oynamaktadır. Örneğin Zeytin burnun’da polis müdürü sokağa çıkan topluluğa ‘siz gidin evlerinize biz bunlara yeteriz’ demektedir. Yani ‘bunlar hak etmiş ama siz şimdi evlerinize gidin’ mesajı verilmektedir. Bir polis müdürü böyle söylüyorsa o polis müdürü orada asayişi sağlayamaz. Tüm vatandaşlara karşı eşit ve adil yaklaşamaz. Çünkü ondan önce yapılan bir yürüyüşün ardından sokağa dökülmekte olan tepkici kesimlere diyor siz evlerinize gidin, biz onlara yeteriz. ‘Onlar’ dediği Kürt halkının çeşitli siyasal kesimleri ve gençliğidir. Burada açıkça görülen devletin doğrudan yürüttüğü baskılardan sonuç alınamaması nedeniyle bilinçli bir biçimde toplum Kürt halkına ve siyasal örgütlerine karşı harekete geçirilmekte ve böylece toplum sindirilmek istenmektedir. Bu bilinçli bir sindirme faaliyetidir ve çok tehlikelidir. Son çare olarak buna baş vurulması düşünülüyorsa bu çok tehlikeli bir düşünce ve uygulama biçimidir.
KÜRTLER FAŞİZAN SALDIRILARA KARŞI KENDİLERİNİ KORUMALI
Bu açıdan metropol ve Kürtlerin azınlıkta olduğu yerlerde yaşayan tüm halkımız daha dikkatli ve daha tedbirli yaklaşmalı, kendi örgütlülüğünü ve birliğini güçlü kılmalı, öz savunma sistemini kurmalıdır. Bu tür faşizan saldırılara karşı kendi öz savunma sistemiyle cevap vermelidir. Biz halk olarak artık hiç kimseden korkmayacak ve boyun eğmeyeceğiz.
KENDİLERİNİ KORUYAMAYANLAR KÜRDİSTAN’A ÇEKİLMELİ
Tüm Kürdistanlılar bulunduğu her yerde provokasyonlara gelmemeli ama provoke edilmiş olan kesimlere karşı da kendini örgütlü bir biçimde korumayı bilmelidir. Bu olanakların olmadığı yerde de farklı tedbirlere giderek, gerekirse kendini koruyabilecek, örgütlü kılabilecek yerlere çekilmeli veya Kürdistan’a gelmelidir. Yoksa bu gözü dönmüş faşizan çete grupları her türlü vahşi yönelimi yapabilirler. Nitekim bazı gençlerimizi aralarına alıp çok vahşice dövdükleri açık ortadadır. Bu tür uygulamaları Kürt halkına reva görenler her şeyi yapabilirler. Bunun için halkımız bulundukları her yerde kendi tedbirlerini almalıdır.
Yurtsever Kürdistan halkı ve gençliği faşist çevrelerin geliştirdiği linç saldırılarına ve AKP polisinin faşizmine karşı sessiz kalamaz ve sessiz kalmamalıdır. Siirt’te belediye başkanlarına ve halkımıza yapılanlar ve uygulanan vahşet tüm Kürt halkına yapılmış bir saldırıdır. AKP hükümeti alçakça intikam almakta ve Kürt halkını sindirmek istemektedir. Buna karşı tüm Türkiye ve Kürdistanlı barıştan ve demokrasiden yana olan güçler sessiz kalmamalı ve AKP hükümetinin halkımızın onuruyla oynama ve polis vahşetine karşı sesini yükseltmelidir. Bilinmeli ki AKP polisinin bu ırkçı saldırıları karşısında halkımız geri adım atmayacak ve derinişini daha da yükseltecek demokratik özerklikle taçlandıracaktır. Bir Kürt sanatçısı olan Aynur Doğan’ın Kürtçe türkü söylemesine bile tahammül edemeyecek düzeyde şövenist ırkçı duyguları harekete geçiren AKP hükümetinin teşvik ettiği linç politikaları ve polisin vahşetine karşı Kürdistan halkı serhıldanlarıyla cevap vermeli ve boyun eğmeyeceğini ortaya koymalıdır.
ÖZERKLİK İLANI İLE SİLVAN EYLEMİ TESADÜFEN AYNI SAATE DENK GELDİ
* Silvan çatışması ile aynı gün DTK tarafından Demokratik Özerklik ilan edildi. Hem Türkiye, hem de dünyanın birçok yerinde gündem olan bu tarihsel çıkış üzerine siz de 12 sayfalık bir bildirge yayınladınız. Demokratik Özerklik deyince Kürt halkı ne anlamalı ve bu çözüm modeli nasıl yaşamsallaştırılmalı?
-Diğer bir çarpıtma konusu da DTK’nin Demokratik Özerkliği ilan etmesi ile Silvan’daki eylemin tesadüfen aynı saate denk gelmiş olmasıdır. Yani dağdaki gerillanın DTK’nin aynı gün Amed’de böyle bir karar alacağından haberinin olması mümkün değil, DTK üyelerinin ve yöneticilerinin de aynı gün Silvan’ın Dolapdere köyünde askerlerle gerillanın temasa geçeceği ve bu temas sonucu da gerillanın askerlere kayıp verdireceğini hesaplaması ve bilmesi açık ki söz konusu olamaz, bu mümkün değildir. Çünkü hareket halinde olan güçlerin karşılaşmalarının ne zaman olacağı belli değildir. Ama hemen hemen aynı saatlerde olmuş -sanırım arasında 1 saat falan fark vardır- bu iki olaydan sonra birçok kişi çıkıp ‘madem eylem yapıldı, askerlerimiz de öldü, DTK yöneticileri bu ilanı erteleyemez miydi?’ diyor.
GERİLLA ÖZERKLİK İLANINI NASIL BİLECEK?
İnsaf. Saate bak. Gününe bak. Onlar nasıl bunu bilecek? Kaldı ki o bir saat içerisinde hemen haberi duymaları da söz konusu olamaz. Bildiğim kadarıyla dağdaki bir çatışmayı şehirdeki bir insanın 1 saat içerisinde duyması mümkün değil. Buna rağmen maksat sadece Kürt siyasetini suçlamak ve onu daha ağır bir baskı altında tutmak olduğu için habire ‘niye ertelemediniz, niye tam da böyle bir günde ilan ettiniz’ demektedirler. Nereden haberleri olacak, nereden bilecekler? Kimse bunu düşünmüyor. Empati olmadığı ve de sürekli Kürt siyasetini baskı altına alma tutkuları olduğu için hiç orayı düşünmüyorlar. Her şeyi kendilerine göre dizayn edip ona göre yükleniyorlar. Biraz gerçekçi ve adil düşünülse durumun öyle olmadığı ve iddiaların boş bir temele dayandığı görülecektir.
BİZE GÖRE ÖZERKLİK İLANI ZAMANINDA VE İSABETLİ OLMUŞTUR
Bize göre DTK’nin yapmış olduğu Demokratik Özerklik ilanı, zamanında ve isabetli bir ilandır. DTK bu ilanıyla Kürdistan’daki kurum ve kuruluşları temsil eden iradi bir güç olduğunu ortaya koymuştur. AKP’nin Kürt siyasetini bastırmak üzere 14 Nisan 2009’dan bu yana yürüttüğü KCK operasyonu adı altındaki siyasal soykırım hezeyanına karşı ve en son çıkardığı parlamenter krizine ve ısrarlı bir biçimde Kürt iradesini ayaklar altına alma politikalarına karşı DTK’nin ortaya koyduğu tutum, çok şerefli bir tutumdur. Çok onurlu ve tarihsel bir çıkış ve ilandır. Kürt siyaseti başka ne yapabilir? Şimdi bazıları diyor ki zamanı ve zemini yoktu. Zemini çok güçlü olmayabilir ama bu siyasal duruşun çok önemli bir anlamı vardır. Bir hedefi ve çözüm tarzını ortaya koymaktadır. Kürt halkının ve siyasetinin çaresiz olmadığını ortaya koymuştur. Kaldı ki ilan bir sürecin artık bir aşamaya geldiğinin ilanıdır. Kürt halkı artık kendi kendini yönetmek istiyor. Bu açıktır. Kürt halkı polisin baskısından ve devletin uygulamalarından usanmış ve bıkmış bir halktır. Bu halk halen işkence ve resmen ilan edilmeyen sıkıyönetim uygulamalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Mesela Siirt’teki uygulama nedir? Sıkıyönetimlerde bile belediye başkanlarının ayaklar altına alınması gibi bir uygulama yoktur. Ama şu an Kürdistan Halkı bunu yaşamaktadır. Peki, sözüm ona o kadar çok demokrat kesilen basın-yayın organları bu Siirt olayından bahsettiler mi? Hayır. Çünkü onlar Kürt’tür ve “milletvekili de olsa, belediye başkanı da olsa köteği hak etmişlerdir.” Yine “Kürt gençleridir; madem dağa çıkmışlarsa, özgürlük istiyorlarsa ölümü hak etmişlerdir.” diye düşünüyorlar. Sömürgeci zihniyetin ta kendisi işte budur.
ÖZERKLİK ÖTEDEN BERİ KÜRDİSTAN’DA VAR OLAN BİR UYGULAMA
Özerklik, Kürdistan’da öteden beri var olan bir idari uygulama biçimi olmuştur. Özerklik, toplumların doğasında süre gelen ve Kürt toplumunda öteden beri doğal bir biçimde yerleşen bir sistemdir. Kürt halkıyla Osmanlı yönetiminin ilişkisi bir tür özerklik ilişkisiydi. Esasında özerkliğin ilanında geç bile kalınmıştır. 87 yıllık bir geç kalma vardır. Aslında 1924’te Cumhuriyet tarafından Kürtler yok sayılınca ilan edilmeliydi. Öncesinde Mustafa Kemal’in kendisi defalarca Kürt Özerkliğinden bahsetti. Ama sonra Lozan Antlaşması’nı arkasına alan, o zamanki Türk yönetimi 1924 Anayasası’yla Kürtleri yok saydı. Verdiği sözleri tutmadı. İttifaka ters davrandı ve sonra Kürdistan’daki doğal özerk yapıyı katliamlarla ortadan kaldırdı. En son Dersim’deki Tenkil ve Tebdil hareketinin esas amacı Dersim özerkliğini ortadan kaldırmaktı. Kürdistan’da en son özerklik 1938’de Dersim’de ortadan kaldırılmıştır. Yani özerkliği cumhuriyet ortadan kaldırmıştır ve o zamandan beri Kürt toplumu cumhuriyetle çelişkilidir. Eğer cumhuriyet Kürt halkıyla barışmak istiyorsa, Kürt halkının hakkı olan bu özerkliği teslim etmelidir. Kürt halkı kendi dili ve kültürüyle Türkiye sınırları içinde gönüllü birlik temelinde yaşamak istiyor. Kendi kendini yönetmek istiyor. Özerkliğin tarihsel arka planında bu gerçeklik var. Ama şimdi önerilen özerklik değil demokratik özerkliktir, demokratik özerkliğin dayandığı çok güçlü ve derin bir siyasal, felsefi perspektifi söz konusudur.
AKP’NİN İŞİ YOKUŞA SÜRMESİ HİÇBİR SONUÇ VERMEZ
Bugün önermekte olduğumuz Demokratik Özerkliğin dayandığı güçlü bir alt yapısı, demokratik modernite perspektifi vardır. Ve bu sadece Kürdistan için değil, tüm Türkiye için önerilen bir modeldir. Demokratikleşme modelidir. Yani demokratik özerkliğin dayandığı güçlü bir alt yapısı var. Türkiye’yi demokratikleştirme, Kürt toplumunu demokratikleştirip özgürleştirme çerçevesi olmaktadır. Aynı zamanda özerklik Kürt halkının doğal, uluslararası yasalar tarafından da kabul edilmiş bir hakkıdır. Türk devleti artık bundan kaçınamaz. AKP hükümetinin de işi yokuşa sürmesi hiçbir sonuç vermez. Kürt Halkı kimseden babasının hayrına bir şey beklemiyor. Demokratik Özerklik, Kürt halkının yıllarca verdiği büyük emek ve direniş temelinde ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Ve artık uygulanmak durumundadır. Devlet bunu kabul etmezse elbette ki Kürt Halkı buna karşı mücadele edecek ve kendi öz gücüne dayanarak demokratik özerk yaşamını örgütleyecek ve geliştirecektir. Bu konuda Kürt Halkının haklı istem ve talepleri kadar yeterli oranda meşru mücadele araçları ve imkanı da bulunmaktadır.
Biz, Demokratik Özerkliğin çerçevesini, sizin de belirttiğiniz gibi 12 sayfalık bir bildirgede, geniş bir şekilde kamuoyuna sunduk. Demokratik Özerklik deyince nasıl ele almak, nasıl anlamak gerektiği orada geniş bir biçimde vardır. Türkiye koşullarına uygun bir çözüm modelidir. Hem Türkiye’yi demokratikleştirecek, hem de Kürt sorununu çözecek, kapsayıcı bir formüldür. Bu, Kürt halkının çözüm perspektifi durumunda olan bir formüldür. Yani Kürt halkının en geniş bileşimleri tarafından kabul görmüş, legal siyasetleri tarafından programa alınmış ve bugün hareketimiz tarafından da uygun görülen bir çözüm modelidir.
Şimdi görev bildirgede ortaya konulan çerçevede demokratik özerkliği pratikleştirme görevidir. Her yerde kurumlarını inşa etmek, işlevsel kılmak ve toplumun demokratik sistemini ve öz yönetimini kurmak gerekmektedir. Bütün yurtsever, demokratik kurum ve çevrelerin öncelikli olarak üzerinde durması gereken dönemin en önemli görevi budur. Kürdistan Halkı artık kendi demokratik sistemini kurarak kendi çözümünü ortaya koymalıdır. Bu dönemde özgürlük ve demokrasi mücadelesinin üzerinde duracağı yegane çerçeve budur. Demokratik özerkliği yaşamsallaştırmak ve onu korumak herkesin görevidir. Demokratik özerklik kurumlarını savunma, pekiştirme ve işlevsel kılma tüm özgürlük hareketinin birleşenlerinin üzerinde duracağı bir eksendir.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK SADECE TÜRKİYE İÇİN DEĞİL
* Demokratik Özerklik yalnızca Kürt halkının özgürlüğü için mi ortaya konulmuş yoksa Türkiye’de yaşayan diğer halklar da bu proje içerisinde yer bulabilecek mi?
Demokratik Özerklik kuşkusuz sadece Kürt halkı için değil, bir önceki soruda da belirttiğim gibi tüm Türkiye için öngörülen, yani Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen bir projedir. Demokratik Ulus eksenini esas almaktadır. Demokratik Ulus, Başbakan’ın hep dediği gibi, ‘Tek, tek, tek, …’ değildir. Çoklu ulustur. Yani farklı dilleri, kültürleri ve toplulukları zenginlik sayan, onları bir tek demokratik ulus olarak toplumsallaştıran, topluma mal eden, bir formdur. Biz demokratik ulus ekseninde zaten demokratik özerk yapıların gelişmesi gerektiğini söylüyoruz. Yoksa özerk yapıları demokratik ulustan ayrı bir olgu olarak ele almıyoruz. Demokratik ulusun geniş bakış açısı çerçevesinde özerkliğin uygun düştüğünü yani onu tamamlayan bir model olduğunu ifade ediyoruz. Bu özerklik temelinde tabii ki Türkiye’de yaşayan ve Kürdistan’da bulunan Araplar, Terekemeler, Azeriler, Ermeniler, Asuri-Süryani halkımız, herkes, en geniş biçimde bunda yer almalı, bu yapılanma içerisinde bütün zenginliğiyle katılım göstermeli, katkı sunmalı ve özgür toplumun birer kültürel varlığı olarak demokratik ulusun zenginliği içerisinde özerk yapılanmaları içinde yer alarak her kültürel yapı kendisini özgür bir biçimde yaşayabilme olanaklarına kavuşmak durumunda olacaktır. Yani demokratik özerklik kapsayıcıdır, demokratik ulus eksenine dayanmaktadır. Herkesi kapsayan, bütün toplumsal farklı kültürel sorunları çözüme kavuşturan, demokratik siyaset, demokratik toplum ve ortak vatan eksenini esas alan bir çözüm modelidir.
BDP’NİN ÇÖZÜMLEYİCİ YAKLAŞIMI VAR
* Sayın Öcalan’ın Demokratik Ulus Kongresi - Partisi ve parlamentoda yaşanan krizlere ilişkin vermiş olduğu perspektifler var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Önderliğimizin bu konulara ilişkin verdiği perspektif çok açık ve nettir. Ek olarak söyleyeceğim her hangi bir şey yok ama içini doldurmak gerekiyor. O perspektifi pratikte daha da derinleştirerek uygulamak önem taşıyor. Biz Demokratik Ulus Kongresi’nin güçlü bir ortak mücadele platformu olacağına inanıyoruz. Aslında bu çok önceden yapılmalıydı. Ama en son, seçimler öncesinde oluşan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu bir tablo ortaya koydu. Görüldü ki böyle başarılabilinir. Bu cesaret verdi. Bize göre seçimden bu yana bu kadar beklemek aslında hatadır. Hızla bu blok hareketini esnek, çatı partisi olabilecek bir partileşmeye dönüştürmek gerekiyor. Bu da Demokratik Ulus Kongresi - Partisi olabilir. Bizce de bunun için zaman yitirmeden harekete geçme, Türkiye ve Kürdistan’daki tüm sol, sosyalist, demokratik yurtsever kesimleri içine alacak şekilde geniş bir bloklaşma hareketini geliştirme zorunluluğu kendisini dayatmış bulunmaktadır.
Parlamenterlerin boykotu konusunda krizi aşma yönünde BDP’nin çözümleyici yaklaşımı vardır. Fakat her şey hemen olsun anlamındaki yaklaşım daraltıcı olabilir. Bunu zaman içerisinde çözmek üzere bir ortak mutabakat temelinde çözüme kavuşturmak mümkündür. ‘Tutuklu milletvekillerinin durumu bir anayasal sorundur. Politik bir sorundur. Biz bunu yasal ve anayasal çerçevede çözeceğiz’ biçiminde bir mutabakat formülünü Önderlik ortaya koymuştu. Bizce bu eksende yaklaşılabilir. Eğer hükümet tarafı da olumlu yaklaşırsa elbette ki bu sorun bu biçimde çözüme kavuşabilir ama temel ilkelerden vazgeçme değil, zamanla hepsini çözme ya da adım adım çözme perspektifi temelinde yaklaşmak gerekiyor. Eğer hükümetin de bu temelde bir yaklaşımı söz konusu olursa tabii ki çözümleyici bir süreç gelişebilir. Bu konunun sorunun genel çözümü açısından bir önemi vardır. Şimdi ortada protokoller vardır. Eğer bu protokoller ekseninde sorunun çözümü geliştirilecekse, bu parlamenter krizinin çözülmesi de işte buna ön ayak olabilir.
SORUN DİYALOG VE BARIŞÇIL YÖNTEMLERLE ÇÖZÜLMELİ
Biz açıkça şunu söylüyoruz: Bu sorun diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi gereken bir sorundur ama bir taraftan baskı-öldürme, bir taraftan da çözme tutumu bir arada yürümez. Biz çözüme açık oluruz ama kendimizi de savunuruz. Biz bir gücüz, bizi doğru tanımaları lazım. Dolayısıyla koşullar oldukça çözümleyici yaklaşımı elden bırakmamak lazım. Ama karşı taraf kendini kilitleyip teslimiyeti dayatırsa ne parlamenterler kabul eder, ne halk kabul eder, hiç kimse hiçbir yerde hiçbir zeminde teslimiyeti ve onursuzluğu kabul edemez. Ama biz onurlu, adil bir barışa varız. Bu açıdan ara sorunları bu şekilde çözme temelinde bir girişim söz konusu olabilir.
Esas önemli olan tüm Kürt siyasetinin özelliklede bu dönemde, esas alması gereken olgu, öncelikle kendi arasında ekipleşmesidir. Güçlü bir siyasal duruşu sağlayabilmesi için önce güçlü bir ekip halinde olmayı başarmalıdır. Yoksa her biri bir köşede oturmuş, kendi dünyasında, kendi içinde kapalı bir yapı olmaz. Demokratik tartışma üslubuna sahip, karar aldıktan sonra tavır birliğine ulaşabilen, oldukça iç tartışmaları zengin, bütünleyici bir yapıya ulaşmaları gerekiyor.
ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ TARİHSEL BİR SÜRECE GİRDİ
Özgürlük mücadelesinin çok önemli tarihsel bir sürece girdiği açıktır. Demokratik Özerkliğin ilanı aslında bu anlamda sorunun çözümü süreci itibarıyla yeni, tarihsel bir süreçtir. Bu süreç bir çözüm sürecidir. Artık başarma sürecidir. Hiç kimse bunun önünde duramaz ama bunun öncüleri mutlaka kolektif öncü olmayı başarmalıdır. Tek ben yaparım, ben ederim, ben şuraya buraya dayanırım olmaz. Bakın düşman ne kadar uğraşıyor. Bizi parçalamak ve bölmek için olmadık şeyler ortaya atıyor. O zaman bizim de kendi bireysel duruşlarımızı değil -elbette ki bireyin kendi ilkesel duruşu şart- öncelikle halkımızın mücadelemizin bu tarihsel aşamasında herkesin yüksek özveri, fedakarlıkla katılım göstererek güçlü bir duruşu sergilemeye dönük çaba göstermesi gerekmektedir. Bu olmadan başarının gelişmesi söz konusu değildir. Bu açıdan sorunlara cevap olma, var olan sorunları çözme, böylece nihai olarak bu tarihsel süreci başarıyla tamamlama ancak bu perspektiften yaklaşılarak olabilir. Örgütlenme, önce kendinden başlatılarak geliştirilebilir. Şimdi bazı yapılar belki halkla fazla ilgilenmemiş, mesela çok kolektif tarza ihtiyaç hisseden bir ortamdan gelmemiş olabilir ama herkes bilmelidir ki işler kolektif bütünleşme ve ortaklaşmayla olur. Bireysel bazı demeçler ve çıkışlarla hiç kimse hiçbir yere varamaz. Tabanı sürüklemek, tabanı yürütmek, halka güven vermek ancak bu bütün bir organizasyonun güçlü bir bileşeni olmakla mümkündür. Bu açıdan öncelikle iç düzenini, ahengini, uyumunu, kolektif yapılanmasını güçlü bir biçimde oturtmak gerekiyor. Eğer bu oturursa daha güçlü ve başarılı sonuçlar ortaya çıkarmak mümkün olacaktır.
HİÇBİR KÜRT GENCİ KENDİNİ YAKMAMALI
* Geçtiğimiz günlerde Muş’un Bulanık ilçesinde genç bir Kürt kızı (Evrim Demir) bedenini ateşe verdi ve yaşamını yitirdi. Sayın Öcalan ve hareketiniz tarafından bu konuda daha önce birçok kez gençlere ve halka yönelik çağrılarınız olmuştu. Bu konudaki düşüncelerinizi kısaca alabilir miyiz?
Muş Bulanık’ta genç bir devrimci olarak Evrim Demir’in bizler açısından kutlu bir gün olan 14 Temmuz’un yıl dönümünde bedenini ateşe vermesi, Kürdistan gençliğinin yaşadığı fedai ruhun dışa vurumudur. Elbette ki anlamlıdır. Saygın bir eylemsel duruştur. Bunun için Kürdistan gençliği ve halkı Evrim Demir’e sahip çıkmıştır ve her zaman fedai ruha sahip çıkacaktır. Fakat açıkça söylüyoruz ki, bu eylem biçimi yanlıştır. Önderliğimiz de bunu belirtiyor. Hiçbir Kürt genci kendini yakmamalıdır. Ben burada Evrim Demir, Mustafa Malçok gibi yüreği devrimle yanan genç fedai arkadaşları kendini yakmaya değil, onları saflara katılmaya çağırıyorum. Bu tür arkadaşlar gelmeli, gerilla saflarına katılmalı, eğer daha ileri bir fedai düzeyine ulaşmak istiyorlarsa Ölümsüzler Taburu’na katılmalıdır.
Hareketimiz içerisinde, şimdiye kadar pek açıklanmayan ve kendisini tümüyle fedai eyleme hazırlayan Ölümsüzler Taburu vardır. Ben böyle fedai gençleri Ölümsüzler Taburu’na katılmaya çağırıyorum. Gidip bir köşede kendini yakacağına, gelip fedai ruh üzerine ideolojik ve felsefik yoğunlaşma ile birlikte askeri formasyon kazanma ve bu temelde Önder Apo’nun çizgisinde Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne hizmet eden güçlü bir militan olma, Zilanların, Beritanların ve Kemal Pirlerin yolunda ruhunu yücelterek yürümeye çağırıyorum. Kendini yakma değil, saflara katılmaya, Ölümsüzler Taburu’nun ölümsüz birer üyesi olmaya çağırıyorum. Bu tarz bir eylemin bizler tarafından tasvip edilmesi mümkün değildir ama duruşun kendisi anlamlı ve saygındır. Fedai bir ruhu temsil etmektedir. Bu açıdan bu fedai ruhu, bu tarz kendini yakarak değil, Ölümsüzler Taburu’na katılarak yücelmeyi, mücadelenin başarısı için öncü konumda rol oynamayı daha anlamlı buluyor, bu temelde böyle genç yoldaşlara katılım çağrısını yapıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder