Biz Kürtler için ‘acil’ sayılan şey ‘karakol
inşası’ bir de ‘cami inşası’dır. Başka hiçbir acil ihtiyacımız yok. Onun
için hiçbir yatırıma gerek yok. Karakollarla bedenlerimizi ve
coğrafyamızı, camilerle gönüllerimizi yönetecekler. İşte buna
sömürgecilik denir; dinle şerbetlenmiş sömürgecilik...
Türk milliyetçiliği demokratik Kürt uluslaşmasını bastırmak için temelde
üç aracı kullanmaktadır. Bunlar; askeri zor, sermaye gücü ve dinin
negatif araçsallaştırılmasıdır. Bugün de Türk devletinin dini daha etkin
bir araç olarak kullanmaya hazırlandığı görülmektedir. Bu hazırlık
kendini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bir süre önce ‘irşat formülü’ ve
‘cami atağı projesi’nde ortaya koydu. Bu yazının amacı Diyanet’in ‘irşat formülü’ ve cami atağı projesini incelemek ve Türk Diyaneti’nin ideolojik ve yapısal özelliklerini, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerle ilişkisini ve Kürtlere karşı üstlendiği yeni politik misyonu ortaya koymaktır. Zira Diyanet’in, devletin restore edilmesi projesi çerçevesinde yeniden yapılandırıldığı düşünülmektedir. Elbette Demokratik laiklik paradigması ve kültürel İslam projesi çerçevesinde politika önerileri yapılmalıdır. Dinin egemen ulus, sınıf, cins ve devletlerin çıkarlarını destekleyecek şekilde araçsallaştırılmasına karşı mücadeleyle birlikte özgürlükçü yorumlar geliştirmek demokratik uluslaşmanın başarısı için zorunludur. Diyanetin irşat formülü Türkiye’de Kürt sorunun çözümü konusunda formüller tartışılmaktadır. Ama tek çözüm formülü Kürt demokratik siyaseti tarafından önerilmektedir. Devlet ve Hükümet ise Kürtlerin siyasi iradesini ve ulusal haklarını tanıyan bir çözüme yanaşmamaktadır. Daha ziyade Kürtlerin ulusal demokratik iradelerini ve taleplerini bastırmaya yönelik formüller peşinde koşmaktadır. Daha açıkçası Kürtler üzerindeki ulusal baskıyı devam ettirmesine yarayacak projeler peşinde koşmaktadır. Bunu en somut ve son kanıt Diyanet İşleri Başkanlığı’nın projesidir. Türk Diyanet İşleri Başkanlığı, Kürtleri Türk ulusal egemenliğine razı etmek amaçlı devlet konseptinin etkin bir aktörü olarak sahada mobilize olmaya karar vermiştir. Kasım 2010’da Türk basınına yansıyan, Türk Diyaneti’nin Kürt sorununda büyük bir hazırlık sonucu başlattığı ‘irşat formülü’ ve ‘cami atağı’ kesinlikle yanlıştır ve çözüme değil, savaşa hizmet edecektir. Önce sözlük anlamıyla başlayalım. Nedir irşat? “Doğru yolu göstermek” ve “uyarmaktır.” Demek ki Türk diyaneti Kürtlerin yanlış yolda olduklarını düşünüyor. Hayır beyler! Kürtler doğru yoldadır; yanlış yolda olan sizsiniz. Kürtlerin sizin yol göstericiliğinize ihtiyacı yok. Kürtler kendi yollarını kendilerinizi bulabilirler. Bulmuşlar ve bu yolda yürüyecekler. Kürtlerin de kişisel ve kolektif akılları vardır. Allah akıl melekesini sadece Türk’e değil, Kürde de verdi. Bir de “uyarı” var! Ey xwedê! Ey Homa! Ey Heq! Şu Türk kardeşlerimiz bizi uyarmaktan ne zaman vazgeçecekler? Parmaklarını sallayıp bizi tehdit etmekten vazgeçmiyorlar. Koca bir ulusa çocuk muamelesi yapıyorlar. Uyarının anlamı şu: “Ey Kürt! Eğer benim gösterdiğim ‘doğru yol’a girmezsen sana gününü gösteririm.” Eee güzel de Türk Diyaneti’nin Kürde gösterdiği yol neyin yoludur? Kürt halkının fıtrattan gelen haklarını tanımayan bir diyanetin yolu hakiki midiri? Halkın hakkını inkâr eden “Hakk’ı inkâr eder. Zira hakkı “Hakk”ı tanımanın gereğidir. Kürt halkı da bütün halklar gibi Hakk’ın ayetlerindendir. Hakk’ın verdiği hakkı inkâr edenin yolu batıl’dır. Bunlar sömürgeci misyonerlerdir Türk Diyaneti, Kürtlerin özgürlük mücadelesine karşı savaş açmıştır. Basına yansıdığı kadarıyla Türk Diyaneti, “Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü” ile ilgili planlamalar yapmış ve “bölücü akımlarla mücadele” yürütecekmiş. Bu kapsamda “cami içinde ve dışında vatandaşlara telkinde bulunacak, irşat ekipleri kurulacakmış. Bu ekipler “kasaba ve köylere kadar ulaşıp, teröre karşı uyarıda bulunacakmış.” Şimdi bunun neresinden tutacaksın? Bir kere Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden bölücü bir akım Kürtler içinde yoktur. Kürtler eşit vatandaş olarak, dilleriyle, kültürleriyle, özgür birlik temelinde yaşamak istiyorlar. Demek ki Türk diyaneti bu talepleri bölücülük, talep sahiplerini bölücü akım sayıyor. Kürtlerin Türklerle eşit vatandaş olmasını istemiyor. İkinci sınıf vatandaş kalsın istiyor. Kendi dilleriyle ve kültürleriyle özgürce yaşamalarını istemiyor. Köle olmalarını istiyor. Ezilen ulus statüsünde kalmalarını istiyor. Özgür birlik istemiyor. Zorla birliği savunuyor. Bu savunuyu da “fetih hakkı teorisine dayandırıyor.” Ve Diyanet bu iş için özel bir yapılanmaya gidiyor. Daha doğrusu zaten vardan ve dini hizmetler veren irşat ekiplerini yeniden yapılandırıyor ve görevini yeniden tanımlıyor. Bu ekipler artık dini hizmetler vermeyecek. “cami içinde ve dışında”, “kentte, kasaba da, köyde” yani hayatın her alanında Kürdü “teröre karşı uyaracak”. Bir diğer idare ile tamamen politize ekipler olacak. Din kisvesi altında resmi Türk ideolojisi Kürtlere empoze edecek. Bu ideolojinin topluma nüfuz etmesine çalışacaklar. Bu ekipler Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kara propaganda yapacak ajan kuruluşlardır. Halkı özgürlük hareketinden soğutmaya çalışacaklardır. Bunlar sömürgeci misyonerlerdir. Ekiplerin kuruluşu da özel misyonlarına dair fikir veriyor. İl müftülüklerini, valiliklerin onayı ile kuracaklar. Din kılıklı korucularla karşı karşıyayız. Aslında bu, “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojik iflasının resmidir. Cumhuriyetin otoriter “laiklik” ilkesi ve uygulaması Kürt coğrafyasında kesinlikle iflasa uğramıştır. Devlet, dinin gerici araçsallaştırılmasına sarılmıştır. Ama o da iflas edecektir. Demokratik laiklik ilkesi etkin şekilde hayat bulacaktır. Diyanetin camisi devletin evi Türk Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2011 Mali Yılı Bütçe Tasarısı’nda, “Acil Eylem Planı” dahilinde Kürt yerleşim birimlerine 1362 cami yaptırılması bulunuyor. Bunun için bütçeden 53 milyon, 652 bin 992 TL ödenek ayrıldı. Buradaki “acil” koduna dikkat edelim. Biz Kürtler için ‘acil’ sayılan şey “karakol inşası” bir de “cami inşası”dır. Başka hiçbir acil ihtiyacımız yok. Onun için hiçbir yatırıma gerek yok. Karakollarla bedenlerimizi ve coğrafyamızı, camilerle gönüllerimizi yönetecekler. İşte buna sömürgecilik denir. Dinle şerbetlenmiş sömürgecilik. Türk Diyaneti’nin camileri, güvenlik konseptini birer unsurudurlar. “Terörle mücadele” konsepti çerçevesinde inşa edilmekte olan özel savaş mekânlarıdırlar. Dini amaçlarla, Kürtler gelip ibadet etsin diye inşa edilmemektedirler. Devlet olarak Kürtleri buralara çekip bilinçleriyle oynamak içindirler. Bu nedenle Allah’ın evi değildirler. Devletin evdirler. Fetih aracıdırlar. Türk Diyaneti Kürtlerin özgür ruhunu kontrol etmek istemektedir. Bu camilerin Yatılı Bölge Okulları’dan (YİBO) farkı yoktur. Cumhuriyet YİBO’larla beyinleri fethetmek istemişti. Türk İslam sentezcileri bunu gönüllerin fethi ile tamamlamak istiyorlar. Bir başka ifade ile, Türk-İslam sentezcileri Kürdistan’ın fethini yeterli görmedikleri gibi, beyinlerin işgalini de yeterli görmüyorlar. Zira beyin fethi az çok rasyonalizme olmuş bazı çıkarlar üzerinden yapılan vaatleri içerir. Kürtlüğünden vazgeçme karşılığında ekonomik ve sosyal statüsünü yükseltmeyi vaat eder. Neşteri daha derine atmak istiyor. Ruhunu ele geçirmek, gönlüne nüfuz etmek istiyor. ‘Yeni Hegemonya’ arayışının özelliği budur. Bu camilerde görevlendirilecek imamlar ise cumhuriyetin asimilasyoncu öğretmenleri rolündedir. Öğretmenlik de imamlık da saygıdeğer işlerdir ama asimilasyoncu bir devletin memuru olarak öğretmenlik de, imamlık da silahsız ‘Hizb-i Kontralık’ gibi bir anlam taşır. Türk İçişleri Bakanlığı’nın yaygınlaştıracağını açıkladığı Kuran kurslarındaki amaç da, ‘ağaç yaş eğilir’ mantığıyla Kürt çocuklarının üzerinde hâkimiyet kurmaktır. Babalar cami cemaati dolayısıyla kontrol altında tutulacak, çocuklar devlete bağlanacaklardır. Bunun adı da yeni asimilasyondur. Dinle şerbetlenmiş asimilasyon. Tipik bir güvenlik konsepti ile karşı karşıyayız. Aslında bu proje kontrol toplumunun tipik bir uygulamasıdır da. Türkiye disiplin toplumundan kontrol topluma geçiyor. Diyanet buna ayak uyduruyor. Kürt de payına düşeni alıyor. Türk diyaneti yeniden yapılandırılıyor.
Türk Diyaneti’nin yapısı
Anlaşılan MGK’da Türk Diyaneti’ne özel bir görev verilmiştir. Bu özel görev, Kürt halkı ile Kürt Özgürlük Hareketi arasına bir duvar örmektir. Halkı hareketinden kopartmaktır. Hareketi tecrit edip, halkı, devletin resmi çizgisine çekmektir. Türk Diyaneti bu görevi üstlenmekte çok isteklidir. Heyecanla, şevkle işine sarılıyor. Ama buna şaşmamak gerekir. Çünkü mayasında devletçilik vardır. Mayasında Türk milliyetçiliği vardır. Mayasında daha başka ideolojik, yapısal nitelikler vardır. Nitelikleri kuruluş sürecinde ve amacında gizlidir. Devletin resmi bir kurumu olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Genç cumhuriyetin dini kontrol etmek ve Türk devletinin ulusunu yaratma konsepti içinde anlam ve işlevini bulmuştur. Cumhuriyetin dini kontrol etmek ve Türk devletinin ulusunu yaratma konsepti içinde anlam ve işlevini bulmuştur. Cumhuriyetin kurucuları devletin ‘ulusal’ niteliğine karar vermişlerdi. Ama ortada ulus yoktu. Ulus yaratmak için Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Türk Diyaneti gibi araçlar yapılandırıldı. M. Kemal’in Diyanet’ten maksadı, hilafetin ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmaktı. Dini ulusallaştırarak Türk ulusunun ortak paydalarından biri olarak işlevselleştirmekti. Zira Misak-ı Milli içindeki farklı etnisiteleri İslam inancı birleştiriyordu. Gayri-Müslimler bir şekilde bu topraklardan sökülüp atılmışlardı. Zaten İslam, kurtuluş savaşında kitlelerin harekete geçirilmesinde kullanılmıştı. M. Kemal dini ulusallaştırmanın ilk adımını Kuran-ı kerim’i Türkçe’ye çevirterek attı. Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran’ı ücreti karşılığında Türkçe’ye çevirtti. Kuran çevirisi Sünni-Hanefi-Maturidi doktrinine göre gerçekleşti. Bu doktrin Türk Diyaneti’nin ideolojik-teorik temelidir. Bu öykü Türk diyanetinin politik amaçlarla, ulus inşa etme ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıktığını anlatıyor. Bu anlamda milliyetçidir. Birinci görevi Türk ulusunun inşasında devlete yardımcı olmaktır. Cumhuriyetin ulus yaratma projesi tepeden inmesi ve tekçidir. Diyanet, cumhuriyetin ‘tekçi’ zihniyetine sahiptir; onu dini açıdan meşrulaştırmak için. Halbuki tekçi-etnisizm dine aykırıdır. Türk Diyaneti Sünni Müslümanların kurumudur. Alevileri her zaman dışlamıştır. Baskılayarak asimile etmeye, Sünnileştirmeye çalışmıştır. Cem evlerini yasaklarken, Alevi köylerine camiler yapmıştır. Kürt Alevilerini mağdur etmiştir. Alevileri hem mezhepsel inançları hem de etkin kimlikleri nedeniyle tehdit saymıştır. Bununla beraber Türk Diyaneti’nin Sünni inanca sahip kitlelerle sorunu olmadığı düşünülmemelidir. Otoriter laiklik anlayışı Sünni kitleleri mağdur etmiştir. Etmeye de devam etmektedir. Ne Sünni Hanefilere ne de Şafii Sünnilere özgürlük tanımıştır. Onları kendi kalıbına dökmek istemiştir. Milliyetçi-Türkçü bir dindarlık yaşamalarını istemiştir. Özetle onları devlet-dindarı yapmak istemiştir. Diyanet devlet tapıncının yaratılmasında etkin olmuştur. Militarist Türk Diyaneti Kürt varlığını tanımıyor Türk Diyanetinin yayınladığı eserlerin ana teması Türkçü bir İslam yorumudur. Türk Diyaneti anti-sosyalist, anti-komünist faaliyetlerin etkin bir odağı olagelmiştir. Sağcılığı desteklemiştir. Devrimci sola düşmanlık beslemiştir. Kapitalizmi desteklemiştir ama işçi hakları konusunda asla duyarlı olmamıştır. Anti-demokratiktir. Resmi öğreti dışındaki demokratik hareketlere karşıdır. Türkiye’deki bütün darbeleri desteklemiştir. Dolayısıyla militaristtir. Darbe karşıtlarına ve anti-faşistlere karşı olmuştur. En büyük gelişmesini 12 Eylül faşist darbesi sayesinde yaşamış, zamanla personeli ve bütçesi ile adeta devlet içinde devlete dönüşmüştür. Türk Diyaneti aynı zamanda patriarkal bir kurumdur. O kadar ki, erkeklerin kadınlara şiddet uygulama hakkı olduğunu savunabilmiştir. Türk Diyanetinin Kürtlerle çelişkisini belirleyen Kürtlerin ulusal kimlikleridir. Misak-ı Milli sınırları içindeki herkesi Türkleştirme esasına dayanan ulus projesinin tökezleyebileceği başlıca olan Kürtlerdi. Diyanet, Kürtlerin ulus olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi. Ulusal hak talepli isyan ve direnişlerine karşı devletin yanında oldu. Direnişi mahkûm etti. Kaderciliği ve teslimiyeti telkin etti. Türk egemenliğine razı etmek için Türk ulusuna ait olan her şeyi yüceltti. Kürdi olan her şeyin aşağılanmasına maruz görüp destekledi. Asimilasyona ortak oldu. Oysa inkâr ve asimilasyon Nemrutvari pratiklerdi. Dinde ve insanlıkta yeri yoktu. Vicdanda yeri yoktu. Kürtler en fazla eşitlik isterken, Türk Diyaneti, her zaman Türkün üstünlüğün kabul ettirmek istedi. Kürtlerin dilini bile tanımadı. Kürtçe vaazı bile yasakladı. Kürt dilinin dayanaklarından biri olan medreselerin yasaklanmasını da destekledi. Yurtsever duyarlıklar taşıdığı din adamlarına her zaman baskı uyguladı. Onları görevden attı. Kürt Özgürlük Hareketi tarih sahnesine çıkınca Türk Diyaneti özel bir anti-propaganda ve özel savaş kurumu olarak karşı-faaliyet yürüttü. Kürtlerin dini duygularını istismar etti. Sanki dini inanç ile ulusal kimlik bir birine zıt olgularmış gibi işledi. Kürdün Kürtlüğünü sahiplenmesini dinden çıkma, din dışılık gibi lanse etti. Herkese normal olanı, Kürt için kabahate dönüştürdü. Türk Diyaneti halen Kürtleri ulus olarak kabul etmemektedir. Kolektif haklarını reddetmektedir. Kürt dili ile dini hizmet üretilmesini kabul etmemektedir. Bir Fransız usulü olan “bireysel haklar” düzlemindedir. Oysa Yaradan, insanı hem bireysel hem de ulusal-toplumsal bir varlık olarak tasarlamıştır. Türk Diyaneti bu bütünlüğü reddederse kendisinin Yaradan’dan iyisinin bildiğini iddia etmektedir. Tarihi çetelesi böyle tutulmuş olan bu günahkâr kurum, bütün bu günahlarının hesabını vereceğine Kürt’ten hesap sormaya kalkıyor. Özeleştiri yapıp özür dileyeceğine, üste çıkmaya çalışıyor. Nedamet getirip doğru yola gireceğine, yol göstermeye kalkışıyor. İşte buna “yavuz hırsız olma” denir. Yani ‘hem diz e hem tepiz e’! Türk Diyaneti işte böyle bir yapı ve tarihsel arka plan üzerinden yeniden yapılandırılarak Kürtlere karşı kullanılmaya çalışılıyor. Küreselleşme süreci ve tarihsel arka plan üzerinden yeniden yapılandırılarak Kürtlere karşı kullanılmaya çalışılıyor. Küreselleşme süreci ve Kürt Diriliş Devrimi Türk ulus-devletini paradigmatik bir kriz içine sürükledi. Türk siyasal-İslamcıları bu krizi kendileri için fırsata çevirerek iktidar ordular. Devlet kurumlarını adım adım ele geçirerek yeniden yapılandırıyorlar. Türkiye iyi bölgesel-emperyalist bir güç haline getirmek istiyorlar. Bu yoldaki asıl hamlelerini Kürt coğrafyasında gerçekleştirmek istiyorlar. Kürt uluslaşmasını tasfiye etmek istiyorlar. İşte Diyanet’in fetihçi girişiminin tarihsel ve ideolojik yeni bağlamı budur. MUHİTTİN ALTIN / Kırıkkale F Tipi Cezaevi |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder