Sayın Başbakan,
Siz de duymuşsunuzdur belki. Ondört yıl emek verdiğim NTV’den
geçtiğimiz günlerde ayrılmak durumunda kaldım. Bu haber duyulduğundan,
hatta programı erken tatile sokmamı gerektiren malum sıkıntıları
yaşadığım günden beri çevreme ‘neden böyle oldu’ sorusunun cevabını
vermeye çalışıyorum. Yanlış anlamayın, anlattığım kişisel bir mağduriyet
hikayesi değil. Ölçülebilir başarı kriterlerini karşılamış olan ve
yayında olduğu dönem içinde kanal yönetiminin takdirini alan bir
programın ve benzerlerinin gelecek yayın döneminde, en azından bugüne
kadar bu yayınları götüren kişiler tarafından yapılmayacağı gerçeğiyle
karşı karşıyayız. Neden? Bu sadece bizim kurumumuzu ilgilendiren bir
durum mu? Sizinle kısa vadede herhangi bir söyleşi yapmam pek muhtemel
görünmediğinden yazma ihtiyacı hissettim.
Yaşananlar
üzerine farklı kuruluşlarda çalışan meslektaşlarımla konuşuyorum.
Onlara neler yaşadıklarını soruyorum. Herkes artık haberciliğin kendi
süzgecinden başka bir süzgeçten geçtiğini söylüyor. ‘Şimdi o kişiyle
konuşmasak’ ya da ‘Bu yazıyı birinci sayfadan görmesek’, ‘Haberi çok
büyütmesek’, ‘Duyulmasından hoşlanılmayacak soruyu sormasak’. Bunlar
herkesin son dönemde sık sık duyduğu cümleler. Bazı konular da üzerinde
hiç yorum bile yapılmadan geçiştiriliyor zaten. Üstelik dinlediklerimin
bir kısmı hiç de yeni hikayeler değil. Bugün yaşadıklarımızın bir
devamlılığı olduğunu anlatıyor. Bir meslektaşım hatırlattı. 2004‘te
Pamukova’daki hızlı tren kazasının ardından ‘Ulaştırma Bakanı istifa
edecek mi?’ diye soran gazeteciye, ‘Sen hangi gazetedensin?’ diye sorup,
sonra da had bildirerek konuşmaya devam etmiştiniz. Bence herkesin
gözleri önünde yaşanan bu çıkışınız habercilerin özgüveni açısından bir
kırılma noktasıdır. Çok kötü bir kazanın etkisinde ortaya çıkan bir
tepki deseniz de buna, o zor ama göğüslenmesi gereken soruya verdiğiniz
cevap da başka bir ‘kaza’ olmuştu. Tamam, bunun üzerinden yıllar geçti,
ama zedelenen o özgüveni tamir edecek yaklaşımlarla karşılaşmadık.
Bundan birkaç yıl önce yabancı bir yetkiliye sorulan sorudan nem kapan
bir hükümet üyesinin, muhabiri çalıştığı kurumun sahibine doğrudan
şikayet etmesinden mi söz edeyim, yoksa ana akım medyadan başka bir
meslektaşımın telefonda ‘Bu iş artık katlanılır gibi değil’ derken
sesinin titremesinden mi? Yoksa birçok meslektaşımın ‘Ama ayrıntıları
telefonda konuşmayalım’ demesinden mi? Haber toplantılarında sizin
duymaktan hoşlanmayacağınızın düşünüldüğü ya da bilindiği konuların
gündemin alt sıralarına itilmesinden mi ya da bizim gazeteci
tabirimizle, hiç görülmemesinden mi? Toplumsal olaylarda biber gazı ve
cop devreye girdiğinde, ‘ağır kaçabilecek’ bazı görüntülerin
ayıklanmasından mı? Yanlış anlaşılmasın, sadece eski kanalımda değil,
yine duyduklarıma dayanarak söylüyorum, başka kanallarda da haber
spotları yazılırken defalarca düşünülmesinden ya da bazı anahtar
kelimelerin kullanım dışında tutulmasından mı? Biliyorsunuz, buna
otosansür deniyor. Sansür canavarı haber merkezlerine gelip kuruluyor.
Zaten siyasi kültüründe biat etkisi kuvvetli olan, mesela darbelere
yıllarca ‘müdahale’ deme kibarlığında yaklaşmış bir toplumda ve
medyasında, otosansürün kendisine yer açması hiç zor değil. Yani durum
hiçbir yayın kuruluşunda pek farklı değil, ama belki farklı farklı idare
ediliyor. Her yayın kuruluşunun ait olduğu grubun karnının yumuşaklık
derecesine göre reaksiyon verdiğini görüyoruz. Başka alanlardaki
yatırımların, girişimlerin ya da sermayenin kazaya uğrama riski
sınırlarımızı belirliyor, zaman zaman iyice geriye çekiyor. Şunu da
söylemek gerek. Türkiye’de medya benzer tecrübeleri daha önce de yaşamış
ve tökezlemiş bulunuyor. Doksanlı yıllardan başlayarak çok sayıda örnek
verilebilir.
Biz de NTV’de, son dönemde bütün basın gibi belli bir ‘frekans’
dahilinde bir ortalama tutturmaya çalışarak habercilik yapmaya devam
ettik. Yani ana akım medya ortalamasına kıyasla sapmaların olduğu
yayınlar yaptık, dokunulması pek tercih edilmeyen konulara, yayına
alınması pek tercih edilmeyecek konuklara da yer verdik. Ama sonra
koridor iyice daraldı ve tavan da basıklaştı. Tam kırılma seçimin hemen
öncesine denk geldi. ‘Neden böyle oldu’ sorusuna bir cevap bulmak için,
Mayıs ayına kadar biraz geriden gelerek bakmak faydalı olabilir.
Görebileceklerimizin yanında asla bilemeyeceklerimiz de var tabii. Her
neyse, bizim daha çok oyumuz var, o halde daha çok konuşma hakkımız
olmalı anlayışıyla bize yayıncılık ilkeleri yeniden öğretilmeye
çalışıldı. Buluttan nem kapabilecek bir iktidar endişesi gelip üzerimize
çöktü. Sorabilirsiniz, ‘acaba benzeri tepki ve talepler hiç
muhalefetten yansımadı mı’ diye. Evet, yıllar içinde muhalefetten de
zaman zaman benzer yaklaşımlarla, bazen boykot olarak
adlandırabileceğimiz tepkilerle karşılaştık. Ama arada sonuç açısından
ufak bir fark var. İktidarla karşı karşıya kalmanın farkı.
Ak Parti’yi seçim başarılarından dolayı tebrik etmek gerekiyor.
Haklısınız muhalefetle birlikte, size oy vermeyenler de partinizin iki
seçmenden birinin oyunu neden aldığını oturup düşünmeli. Hakkınızı
teslim etmeli, ama teslim olunması beklenmemeli.
Siz seçimden sonra yaptığınız balkon konuşmasında, ‘Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler çok daha genişleyecek, herkes kendisini çok daha rahat ifade edecektir. Bütün kardeşlerimin, 74 milyonun böyle bir gönül huzuru içinde olmasını yürekten temenni ediyorum” demiştiniz. Seçim öncesinde bu konuda bambaşka bir anlayışın sert ifadelerini kullanmış olmanıza rağmen, bugün itibariyle ortaya çıkan somut bilgiler bu kadar yıldır kimsenin çözmediği Kürt sorununun sizin iktidarınız döneminde çözülme olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. Aldığınız yüzde 50 oyla bu sorunu korkmadan çözebilecek bir konumdasınız artık. Bu durum heyecan yaratıyor. Bunlar olurken, bir taraftan da tohumları sizler tarafından atılan otosansür nedeniyle bugün karşılaşmış olduğumuz sorunların, mesela benim Leyla Zana’yı çıkaramamış olmamın, Vedat Türkali’nin söylediklerinin sonuçları ne olur endişesinin ya da Ertuğrul Mavioğlu’nun Murat Karayılan’la konuştuğu için yargılanmasının trajikomikliğini yaşıyoruz. Bu sorun çözülünce herkes size müteşekkir olacak. Ama demokratikleşme Kürt meselesinin çözülmesinden ibaret değil elbet. Başörtüsü meselesinden, Aleviler’e eşitlik tanınmasına, suya erişim hakkından, Ahmet ile Nedim’in meslektaşlarının ve kamuoyunun vicdanını yaralayan tutukluluklarına kadar uzun bir liste belirliyor bizim demokrasiye dair notumuzu. Yeni Anayasa çalışmaları bu notun belirleneceği sınav olacak. Yeni Anayasa için vadettiğiniz özgürlüklerin Ceza ve Terörle Mücadele kanunlarında ve özel yetkili ceza mahkemeleri ve savcılarının ‘özel’ tasarruflarında yansımasını bir an önce bulması da gerek. Seçim, Siyasi Partiler, Dernekler ve Sendikalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri kanunları da belki anayasa çalışması bitmeden bu vaatlerle uyumlu hale getirilebilir. Sözünü verdiğiniz ifade özgürlüğünün her alanda hayata geçmesini bekliyoruz. Haberciler olarak içinde bulunduğumuz tablonun bu derece karanlık olmasından sizler kendinizi doğrudan sorumlu tutmuyorsanız, en azından neden böyle bir algının oluştuğunu, nerelerde hata yapıldığını tahlil etmeniz, tespitlerinizi de iletişim içinde olduğunuz medya patronlarıyla ve yönetimleriyle tartışmanız belki somut sonuçlar verebilecek iyi bir başlangıç olabilir.
Siz seçimden sonra yaptığınız balkon konuşmasında, ‘Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler çok daha genişleyecek, herkes kendisini çok daha rahat ifade edecektir. Bütün kardeşlerimin, 74 milyonun böyle bir gönül huzuru içinde olmasını yürekten temenni ediyorum” demiştiniz. Seçim öncesinde bu konuda bambaşka bir anlayışın sert ifadelerini kullanmış olmanıza rağmen, bugün itibariyle ortaya çıkan somut bilgiler bu kadar yıldır kimsenin çözmediği Kürt sorununun sizin iktidarınız döneminde çözülme olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. Aldığınız yüzde 50 oyla bu sorunu korkmadan çözebilecek bir konumdasınız artık. Bu durum heyecan yaratıyor. Bunlar olurken, bir taraftan da tohumları sizler tarafından atılan otosansür nedeniyle bugün karşılaşmış olduğumuz sorunların, mesela benim Leyla Zana’yı çıkaramamış olmamın, Vedat Türkali’nin söylediklerinin sonuçları ne olur endişesinin ya da Ertuğrul Mavioğlu’nun Murat Karayılan’la konuştuğu için yargılanmasının trajikomikliğini yaşıyoruz. Bu sorun çözülünce herkes size müteşekkir olacak. Ama demokratikleşme Kürt meselesinin çözülmesinden ibaret değil elbet. Başörtüsü meselesinden, Aleviler’e eşitlik tanınmasına, suya erişim hakkından, Ahmet ile Nedim’in meslektaşlarının ve kamuoyunun vicdanını yaralayan tutukluluklarına kadar uzun bir liste belirliyor bizim demokrasiye dair notumuzu. Yeni Anayasa çalışmaları bu notun belirleneceği sınav olacak. Yeni Anayasa için vadettiğiniz özgürlüklerin Ceza ve Terörle Mücadele kanunlarında ve özel yetkili ceza mahkemeleri ve savcılarının ‘özel’ tasarruflarında yansımasını bir an önce bulması da gerek. Seçim, Siyasi Partiler, Dernekler ve Sendikalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri kanunları da belki anayasa çalışması bitmeden bu vaatlerle uyumlu hale getirilebilir. Sözünü verdiğiniz ifade özgürlüğünün her alanda hayata geçmesini bekliyoruz. Haberciler olarak içinde bulunduğumuz tablonun bu derece karanlık olmasından sizler kendinizi doğrudan sorumlu tutmuyorsanız, en azından neden böyle bir algının oluştuğunu, nerelerde hata yapıldığını tahlil etmeniz, tespitlerinizi de iletişim içinde olduğunuz medya patronlarıyla ve yönetimleriyle tartışmanız belki somut sonuçlar verebilecek iyi bir başlangıç olabilir.
Saygılarımla.
Kaynak: http://banuguven.com/