28 Eylül 2011 Çarşamba

Bombalanan Kürdistan ve Kara Operasyonu

Türk savaş uçaklarının Güney Kürdistan’ı bombalaması ve İran devletinin Kandil’i işgal girişimi haberlerini sizlere ulaştırmaya çalışırken, öte yandan da olası bir kara operasyonu öncesinde gerillaların mevzilerini dolaşıyoruz. Onların düşüncelerini ve duygularını almak için yollardayız.

Bugünlerde medyanın gündemini işgal eden temel konu sınırötesi operasyon. Herkes yeni bir sınırötesi operasyonun kapıda olduğunu tartışıyor. Türk ordusu da her gün güney Kürdistan sınırına askeri sevkiyat yapıyor. Öte yandan Türk savaş uçakları uzun bir aradan sonra 17 Ağustos’la birlikte yeniden Güney Kürdistan topraklarını savaş uçaklarıyla bombaladı. Kuzey Kürdistan’da ise her gün çatışma haberleri geliyor. İşte böyle bir ortamda hazırlığı yapılan sınırötesi operasyonun kapsamı, nasıl olacağı, nereleri hedef alacağı, kimlerin desteğiyle gerçekleşeceği tartışmaları almış başını gidiyor.

1984’te gerilla savaşı başladığından beri hatta ondan önce başlayan sınırötesi operasyonlar, bugüne kadar Türkiye gündeminden hiç düşmedi. Bugüne değin resmi rakamlara göre 25 kez sınırötesi operasyon gerçekleştirildi. On binlerce askerin katıldığı her sınırötesi operasyon için NATO, ABD ve zaman zaman da güney Kürdistanlı güçlerin aktif desteği alındı. Ayrıca çeşitli Avrupa ülkelerinden de silah ve siyasi destek alındığı bilinen gerçekler.
Kürt örgütleri arasında yaşanan savaş, BIRA KUJÎ ismiyle Kürt literatürüne geçmiş oldu. Her operasyon öncesi PKK’nin bitirileceği, operasyon sonrasındaysa PKK’ye büyük darbe vurulduğu, belinin kırıldığı gibi değerlendirmeler operasyonu gerçekleştirenlerin dilinden hiç düşmedi. Buna benzer söylemler, neredeyse iktidara gelen tüm siyasi partilerin ve askeri generallerin temel ve vazgeçilmez ezberi oldu. Şimdi de ezber bozulmadı. İktidarı, muhalefeti, askeri ve medyasıyla bu koro aynı baklayı çiğnemeye, aynı nakaratı tekrarlamaya devam ediyor.

Yeni bir operasyon mu?

Yıl 2011, yeni bir sınırötesi operasyon gündemde. Neredeyse her gün yeni sınırötesi operasyon haberleriyle yatıp kalkılıyor. Toplumsal hafıza adeta yok sayılarak, gerçekler görmezden gelinerek aynı film sanki vizyona yeni giriyormuşçasına reklamı yapılıyor. Bazı çevreler bunun için gece gündüz dua ederken, bazıları ise ‘niye hala yapılmadı’ diye hayıflanıyor, feryat figan koparıyor. Sizin baktığınız yerden bu film nasıl değerlendiriliyor, bilemiyorum. Ama bizim baktığımız yerden bakanlar bu filme hiç de yabancı değiller. 

 
Bu film, bize Zap operasyonu öncesi yaşananları hatırlatıyor. O zaman gazeteci arkadaşım Doğan Çetin ile birlikte olası bir operasyonu yerinde izlemek üzere Zap’a geçmiştik. O zaman da bugün izlediğimiz filmin abartıdan ve yalandan ibaret kareleri yaşanmıştı. Türk medyası her gün onlarca gerillanın öldürüldüğü haberleri yayınlıyordu. Hatta şimdilerde olduğu gibi 17 Aralık’la birlikte Medya Savunma Alanları onlarca F-16’yla uzun süre bombalanmıştı. Hemen akabinde ise 2008’in şubat ayında Zap’a yönelik sınırötesi operasyon gerçekleştirilmişti. 9 gün süren operasyonu her gün size aktarmaya çalışmıştık. Türk ordusu o zaman da yüzlerce gerillayı etkisiz hale getirdiği propagandasını yapıyordu.. Ancak Zap’tan kaçarak kurtulan Türk ordusunun o dönem ki genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt “yağdan kıl çeker gibi çekildik” diyerek Zap’ta yaşadıkları yenilgiyi açıkça itiraf etmişti.

Yine ayın 17’si ve yine siviller

Sözün özü aynı film yeniden gösterimde. Sinema salonlarına döndürülen Tv’lerde aynı film. Benzer bir süreci yaşıyoruz. Şimdi de ne hikmetse yine savaş uçaklarının bombardıman tarihi bir ayın 17’si. Bir süredir de size savaş uçaklarının bombardıman haberlerini iletiyoruz. Tıpkı 2007’de başlayan hava saldırılarında olduğu gibi yine siviller katledilmeye başlandı. Türk genel kurmayı ve AKP yandaş basınıyla bunu inkar ede dursun; Kortek’e yapılan ve biri hamile kadın olmak üzere 7 sivil insanın katledildiğini tüm dünyaya duyurmuştuk. 

 
Bir yandan savaş uçaklarının bombardımanlarını ve İran devletinin Kandil’i işgal girişimi haberlerini sizlere ulaştırmaya çalışırken, öte yandan da Kandil’e yönelik olası bir kara operasyonu öncesinde gerillaların mevzilerini dolaşıyoruz. Onların düşüncelerini ve duygularını almak için yollardayız. Bu yolculukta sadece gerillalarla konuşmadık. Hem alanda yaşayan sivil insanlardan görüşler aldık hem de farklı izlenimlerde bulunduk.

Uzun yolculuğa hazırlık

Sabahın erken saatleri. Güneş henüz doğmamış. İlk uyanan arkadaşımız kahvaltımızı hazırlamış. Yola çıkacağız. Halen sabahın erken saati olmasına rağmen sıcaklık kendisini bedenimizde hissettiriyor. Ama yine de yollara düşeceğiz. Sıcaktan etkilenmemek için yürüyüşlerimiz gece olacak. Önce kahvaltıya oturuyoruz. Kahvaltıda gideceğimiz yer için hangi yolları kullanacağımızı tartışıyoruz. Daha önce yapılan yolculuklardan yaşadığımız anıları anlatıyoruz birbirimize. 

 
Böyle bir yolcuğa çıkarken hazırlıklı olmalıyız. Belki de günlerce sürecek yolculuk boyunca gerekli yiyecekler, içecekler vs hazırlanıyor. En önemlisi çalışma ekipmanlarımızı eksiksiz hazırlamak zorundayız. Zaten tüm bunları daha önce detaylarıyla kendi aramızda konuşmuştuk. Burası dağ başı. Her an her istediğiniz yerde ekipmanlarınızı karşılayamazsınız. Onun için hazırlıklı olmalıyız. Kameralar, fotoğraf makinaları, piller, kasetler vs vs. her şey gerektiği gibi sırt çantalarına özenlice yerleştiriliyor. Bu hazırlıkları yaparken şimdiye kadar kaç defa bu tür yolculuklara çıktığımızı düşünüyorum. Sayısını hatırlamıyorum. Bir de birlikte bu yolculuklara çıktığım arkadaşlarımı hatırlıyorum. Her biri şimdi başka yerlerde, her biri şimdi belki de aynı şekilde sizin için haber peşinde.

Dağlara tırmanış başlıyor

Derken hareket saati geliyor. Çantalarımızı sırtlıyoruz. Çantalarımız o kadar ağır ki, “ya boş verin çantaları, biz bunları taşıyamayız, gelin biz gidelim çantalar kalsın” diyor bir arkadaş. Ama nafile, herkes çantasını almak zorunda. Sizin için kaydedeceklerimizi bu çantalar olmadan kaydedemeyiz. Bir de gerçekten uzun ve dik yokuşlar olunca bu çantalarla yürümek oldukça zor olacak, ancak çaresiz yükleniyoruz yüklerimizi. 

 
Çantalarımızı sırtlıyor, kalanlarla tek tek vedalaşıyoruz. Dedim ya burası dağ dorukları. Gezintiye, pikniğe çıkılmıyor. Bir savaşın kaydı için yollara çıkıyoruz. Onun için her gidenin geri geleceği diye bir şey yok. Bazen gittiğiniz yoldan bir kazan bombası yanınıza düşebilir ve bir anda yok olabilirsiniz. Ya da ayrıldığınız ve buluşmak için sözleştiğiniz yeri ve kişileri bulamayabilirsiniz. Bütün bunların bilincinde olarak vedalaşıyoruz, yeniden buluşmak üzere… Arkadaşlarınızdan ayrılınca bunları dillendirmiyorsunuz ama zaten herkes bunu bildiği için sanki bir daha hiç görüşülmeyecekmiş gibi herkes vedalaşıyor. Espriler, gülüşmeler bir anda yerini duygusal sahnelere terk ediyor. Derken yola koyuluyoruz. Belki de bu tür zamanlarda gidenden ziyade kalanlar daha çok zorlanır. Arkadaşlarımız arkamızdan bir süre bakıyorlar. ‘Kendinize iyi bakın’ tembihleri sesin duyulabildiği yere kadar ardımızdan haykırılıyor.

Sarp dağlar, derin vadilerde yürüyüş

Yoldayız şimdi. Yeniden sarp dağlar, derin vadiler, zikzaklı patikalar uzanıyor önümüz sıra… Yeniden bizi nerelerden geçireceğini bilmediğimiz ve zamanı kestirilemeyen yolculuklar. Yolculuğumuz bir süre konuşmalarla, anılar, yapılacaklar hakkında sohbetlerle koyulaşarak devam ediyor. Dillendirmezsek de hepimizin aklında geride bıraktığımız arkadaşlarımız var. 

 
Yürüdükçe on kiloyu aşan çantalarımız daha da ağırlaşıyor. Vücut ısıları arttıkça ter içinde kalıyoruz. Bir süre sonra elbiselerimiz suya batırılmış gibi ıslanıyor ve elbiselerle birlikte çantalar da sırtımıza yapışmaya başlıyor. Ağırlık sırtımıza çöktükçe yorgunluk daha da belirginleşiyor ve esprilerle, gülüşmelerle başlayan yolculuğumuz tam bir sessizlik içinde devam ediyor. Zorlasan bile kimse konuşmayacak. Üç saatlik bir yürüyüşten sonra artık kimsenin dizinde derman kalmıyor. Yol daha çok uzun, belki de günler sürecek bir yolculuk. Onun için dinlenmek gerekiyor. kıvrımlı bir patikadan biraz yürüdükten sonra geride üç saatlik bir yolculuğu bırakmış olarak bir çeşmede konaklıyoruz. Durduğumuz gibi çantalar yerlere fırlatılıyor, kısa bir süreliğine bile olsa gitgide ağırlaşan yüklerimizden kurtulmuş olmanın sevinciyle çeşmeye koşuyoruz. Herkes bir an önce susuzluğunu gidermenin peşinde.

Her yerin bir ismi var…

Öyle ya bu yollarda en fazla da tuz ve su tüketimi yaşıyorsunuz. Suya batırılmış gibi ıslanan elbiselerimiz kuruduklarında her tarafından tuz izleri beliriyor, elbiselerimizin üzerinde terlemenin etkisiyle oluşan beyaz izler, adeta soyut bir tabloyu anımsatıyor. Rastgele çizilmiş, bazı çağrışımlar yaptıran şekilleri yorumluyoruz. Bazı arkadaşlar elbiseleri üzerinde oluşan şekilleri bir ülkenin haritasına benzetiyor. 

 
İsmini bilmediğimiz bu çeşmenin başında bir süre dinlendikten sonra tekrar yollara düşüyoruz. Çeşme isminden söz etmişken, dağlarda her çeşmeye, her tepeye bir isim veriliyor. Örneğin sizin genel adlandırmalarla Zagros, Zap, Kandil, Kato, Besta… diye bildiğiniz dağların her tepesinin, vadisinin bir ismi vardır. Her ismin de aslında bir öyküsü, bir hikayesi… Çoğu da gerillalarca verilmiş isimler. Tıpkı falanca şehirdeki falanca semt, mahalle, sokak gibi! Böyle isimlendirmelerle koca bir dağın neresinden, hangi noktasından söz ettiğinizi bir başkasına çok rahatlıkla kavratabilirsiniz.

Gökyüzünde savaş uçakları

Biz yola haber için çıkmışken haberler ayağımıza geliyor. Mesleğin bir yönü de bu ya haber peşinde koşarken bazen haber size doğru hızla gelebiliyor. Kürdistan dağlarında bazen haber yapayım derken her an haber konusu bile olabilirsiniz.

 
Savaş uçakları yeniden büyük bir gürültüyle, gökyüzünü yırtarcasına uğulduyor. Uzaklardan sesini aldığımız uçaklar tam tepemizden manevra yapıyor. Biz bitmiş bir savaşın ardından geriye kalan manzaralar üzerinden izlenimler edinmeye çıkmadık zaten. Devam eden savaşın takipçisi ve savaş gerçeğini yansıtmak için buralardayız.

 Savaşın izleri her yerde

Derin vadiler, yüksek dağlar… yüksek dağlarla çevrili derin vadilerdeki dağınık köy evleri. Evlerin, okulların, camilerin bombalarla parçalanmış duvarları. Tuğlaları, priketleri etrafa dağılmış ve dumanlar içinde her şeyiyle savaşın izleri. Etrafa saçılmış havan, katyuşa ve kazan bombalarının parçaları, evlerinden çıkıp çadırlarda yaşamlarını inadına sürdüren güney Kürdistanlılar.
Normal bir yaşamda size garip gelecek görüntüler denklaşörümüze takılıyor. Köylüler uygun buldukları yerlerde korunmak için sığınak yapıyorlar. Bir köylü kendi başına itfaiye görevi görüyor. Koskoca arazi içerisinde tek başına tutuşan araziyi söndürmeye çalışıyor. ‘Sivilleri hedeflemiyoruz’ diyen savaş baronlarının yalanlarını ortaya çıkaran en açık kareler oluyor bunlar. Yani uzun lafın kısası buralarda nereye baksanız savaştan bir iz bulmak mümkün.
Ve tabi Gerillalar. Bir yandan gelişecek olası bir savaşa hazırlıklarını sonlandırmaya çalışırlarken bir yandan da Türkiye’den her gün açıklama üzerine açıklamalar geliyor. Neredeyse PKK üzerine açıklamaların olmadığı gün hatta saat yok. Tehditler, şantajlar hükümet tarafından arka arkaya geliyor. Bu sadece söylemde de kalmıyor. Büyük bir bölümü psikolojik amaçlı olsa da dağlarda karşılığını kıyasıya bir savaş olarak da buluyor. Kuzey kürdistan’da her gün çatışma haberleri geliyor. Şimdi olduğu gibi güney Kürdistan dağları da her gün savaş uçakları tarafından bombalanıyor.

İlk gerilla birliğine misafirlik

Nihayet gerillaların ön cephelerine ulaşıyoruz. Konakladığımız çeşmeden yola çıkış üzerinden tam sekiz saat geride kalmış. Yürüdüğümüz toplam süre 11 saat. Artık düştük düşeceğiz derken bir gerilla birliğine varıyoruz. Gerilla noktasına vardığımızda ilk etapta iki gerillayı görüyoruz. Kalkıp kibarca karşılıyorlar.
Sık bir ormanlık. Dağlarda bir zirve. Zirve de, savaş cephesinde iki gerilla. İki gerillayı tek başına bu zirvede görünce şaşırıyoruz. Çok geçmeden ağaçların arasından çıkan gerillalar tek tek yanımıza geliyorlar. Her gelen için yeniden ayağa kalkıp tokalaşıyoruz. Yorgunluk, açlık, susuzluk bedenimizin her yanını kuşatmış durumda. Değerli okurlar. Şu anda ay ışığında bir gerilla birliğinde otururken tarihler 12 Eylül’ü gösteriyor. Yani 31 yıl önce Türkiye’de yapılan askeri darbenin yıl dönümü. Bu satırları kendi günlük defterime karalarken 31 yıl öncesine yapabildiğim kadarıyla uzanmaya, o günde yaşanılanları aklımda canlandırmaya çalışıyorum. Yarın yanımızdaki gerillalarla konuşacağız. Kim nereden gelmiş bu dağlara. Her birinin bilmediğimiz hikayesinde neler var? Olası bir savaş için neler düşünüyorlar. Yarına sizin için tüm bunları almaya çalışacağız. Ama önce biraz 31 yıl öncesine gidelim ve bugünden o günü gözleyip anlamaya çalışalım.

12 Eylül günlüğü

31 yıl önce yaşananlar… Sokak ortası tutuklamaları, gözaltılar, infazlar, faili meçhul cinayetler, zindanlarda kurulan işkence tezgâhları ve tutsakların ölümüne direnişleri. “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” şiarıyla başlatılan ölüm orucu direnişi. Ama hangi yaşam? Elbette ki özgür yaşam… Ölümle bedeli ödenen özgürlük mücadelesi. Resim böyle canlanıyor aklımda. İşte bütün bunlardan tam otuz yıl sonra bugün, aynı sloganı, özgür yaşam mücadelesini devralanlarlayız.   

 
Sahi biz böyle bir dönemin insanlarıyız, değil mi? Biz darbenin gölgesinde büyümüş çocuklarız. Biz her gün işkence ve ölümlere maruz kalan bir toplumun çocukları olarak büyüdük. Peki, bugünün Türkiye’sinde değişen ne? Bu değişimi anlatmayacağım burada. Ancak bir gerçek var ki o da bir değişim olduysa, verilen mücadele ve bedeller karşılığında olduğudur. Ama değişmeyen bir şey var. O da, dün olduğu gibi bugün de özgürlük için hala ölümünü tereddütsüz göze alanlar var. 

 
12 Eylül karanlık bir örtü gibi toplumun üzerine çöktüğünde belki de bazılarınız halen doğmamıştı. Belki de buradaki gerillaların bazıları da halen yaşama gözlerini açmamışlardı. Ama şimdi Kürdistan dağlarının zirvelerinde özgürlük mücadelesi veriyorlar. Ay ışığı dağların zirvesine ışık huzmesi bırakırken silahlarının namlularında yakamozlar oluşuyor ve biz 31 yıl önce yaşanan darbenin toplumda yarattığı travmayı gerillaların sohbetlerinde tartışıyoruz.

Amaç herkesi teslim almak

“Darbenin amacı korku toplumu yaratmak ve kendisine öteki olan herkesi ve her şeyi teslim almaktı” diyor ince uzun boylu, yirmi beşli yaşlarında olan ve silahını kucağına almış bir kayalığın altına oturarak sırtını kayalığa dayayan gerilla. “Türkiye metropollerinde insanlarla karşılaşsanız, topluma dair söylenenler kimsenin umurunda olmaz, yadırganırsınız. İşte sorgusuz, sualsiz, sorgulamaktan dahi korkan bu toplum 12 Eylül’ün mirasıdır” diyor bir başkası. 

 
Saatler ilerledikçe ay ışığı daha fazla yükseliyor. Artık tam tepemizde, daha büyük daha parlak bakıyor bizlere. Sohbet koyulaşıyor. Ama öyle bir yorgunluk kol geziyor ki bedenimizde, onlar da bunu fark ediyor. Sohbetimize sabahleyin devam etmek üzere uyumaya çekiliyoruz. Doğu Kürdistanlı bir gerilla, “sizi misafir odasına alalım, orada rahat uyursunuz”, diye takılıyor. Üzerimize çöken uyuşukluğu biraz olsun gülerek atmaya çalışıyoruz. Ama nafile uyku gözlerimizden akıyor. Uyku tulumlarımızı alelacele açarak giriyoruz. Öyle ya bir eve konuk olmadık. Gideceğimiz her yerde de gerillalar yok. Onun için çantalarımızın üzerine uyku tulumlarımızı da bağlamak zorunda kalıyoruz. Uzandığım gibi uykuya dalıyorum.

Rojbaş rojbaş…

Sabahın erken saati. Halen gün doğmamış. Rojbaş sesleriyle nöbetçi gerilla tarafından uyandırılıyoruz. Şafak sökmeden kalkmak gerekiyor. Gerillaların temel kurallarından birisi de bu işte. Gün doğmadan siz yaşama doğmalısınız. Yıllardır dağlarda gazetecilik yaptığımız için artık biz de biliyoruz bunları. Onun için yorgun olsak da hiçbirimiz ne kızıyor ne de garipsiyoruz bu durumu. Yine de takılmadan edemiyorlar. “Rojbaş, büro açıldı” diyor, bir gerilla. “Habere çıkın, şimdi gitmezseniz size haber atlatırlar”, diye ekliyor. Göz göze geldiğimizde ikimiz de gülüyoruz. 

 
İsminin Rojdî olduğunu öğrendiğim gerillanın iletişim öğrencisiyken gerillaya katıldığını öğreniyorum daha sonra. Yani işin yabancısı değil anlayacağınız. Aslında buralarda rakip gazeteciler olmadığından olsa gerek çok fazla haber atlatılma korkusu yaşamıyoruz. Ama yetişemeyeceğimiz bir haberin başkası tarafından kamuoyuna duyurulma, belgelenme durumunun olamayışı da handikapların başında geliyor. Onun için bazen muhabir, bazen kameraman, foto muhabiri kısacası komple çalışmak zorundayız. Hiçbir haberi es geçme gibi bir lüksümüz de yok...  DEVAM EDECEK


HALİT ERMİŞ/CİHAN ÖZGÜR - KANDİL

Hiç yorum yok: