28 Eylül 2011 Çarşamba

Hükümet O Protokolleri Açıklasın!

Ayşe BATUMLU
Gerçek şu ki, bugün, ancak beceriksiz yöneticilerin basiretsiz politikalarıyla varılabilecek bir olumsuz noktadayız. “Tam barışıyorduk ki Kürtler savaşa başladı” diyenler, savaşın başından beri yapılan hatayı tekrar ediyorlar. Nedenleri ortadan kaldırılmadan savaşın bitmeyeceğini unutuyor, durumu daha farklıymış gibi gösterince yutulur sanıyorlar.

“Tam barışıyorduk ki, Kürtler yine savaşa başladı” iddiası aslında “yeni strateji”nin giriş cümlesidir” diyordu Aysel Tuğluk, Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar’a yazdığı mektupta. O mektupta yazılanların tamamına katılmamak mümkün değil.


13 Eylül tarihli yazımda, tırmanan savaştan hükümeti sorumlu tutanlar için kullandığı “şizofreni” tabirini eleştirip, “bu asıl sizin şizofreninizdir” demiştim Yasemin Çongar’a. İktidar körlüğüne kapılmış gidiyorlar hâlâ.


Savaşın neden bitmediği çok açık aslında. Çünkü bitmesi için yapılması gerekenler yapılmıyor. Savaşanları değil, savaşın nedenlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir hükümet bitirebilir ancak bu savaşı, o da bizde yok şimdilik.


Sahi ne için başlamıştı bu savaş? Karayılan’ın tabiriyle “pikniğe mi çıkmışlardı dağa?“


Varlık ve dayanışmalarına gereksinim olduğu tarihlerde “Kürdistan” mebusu dahi olabilen Kürt halkının, onlara olan gereksinim ortadan kalktığında varlığının inkar edilmeye başlanması ve yıllarca “Türk”leştirilmeye çalışılması yüzünden olabilir mi?


Koskoca bir tarihin üstü kapatılarak Kürd’ün ve Kürtçe’nin varlığının unutturulmaya çalışılması, yasaklanması, varım diyenlere zindanlarda zulmedilmesi, annelerin hapislerde “Kürtlüklerinin” cezasını çeken evlatlarıyla “Türkçe” konuşamadığı için tek kelime “nasılsın”a mahkum edilmesi başlatmış olabilir mi bu savaşı?


Kürt mahpuslar Kürtlüklerini inkar etsinler, illa da Türk’üm desinler bir de üstüne bundan “mutlu” olsunlar diye işkencelerden geçirildiğinde başlamış olabilir değil mi?


“Kürtler cumhurbaşkanı bile olabilir” denilirken, okulda, işte, sokakta Kürt olmanın yasak olması da başlatmış olabilir pekala.


Nelerden başladığı belli demek ki.


Peki neden bu kadar sürdü? Nedenler ortadan kaldırılmadığı, Kürd’e Kürt denebilmesi için 30 bin kişinin ölmesinin beklendiği, 17 bin aydınlık insanın, sırf Kürt halkının imhasına, inkarına karşı çıkması nedeniyle devlet yetkisi kullananların işlediği “faili meçhullere” kurban edildiği, yakılan 3 bin köyden 4 bin Kürd’ün göçe zorlandığı koşullarda bitemezdi de o yüzden.


Her gelen iktidar, bir öncekinin hatasını tekrar etti. Rojda’nın, Helin’e “rojbaş” diyebilmesi için bunca can kaybedilmişken, anadilde eğitim gibi tartışmasız bir hakkın önlenmesi mesela, anlaşılır bir şey değil.


Mevcut hükümetin, halkı tanımak yerine silah ve zindan tehdidiyle yok edebileceği yanılgısı sürdürüyor savaşı. İnsana değil, savaş “mühimmatlarına” yapılan yatırımlar, sürdürülen operasyonlar, rekor sayıya ulaşan tutuklamalar, özgürlüklerin değil “polisiye” tedbirlerin arttırılması, koruculuk gibi derin yaralar açmış müesseselerin muhafazası nedeniyle bitirilemiyor bu savaş.


Artık kavranması gereken şey şudur ki; “ben ne kadar verirsem o kadar” zihniyeti kandırmıyor Kürtlerin anadillerine, kimliklerine, varlıklarına olan susuzluğunu. Diyorlar işte size, “Kürtler statüsüz yaşamayı asla kabul etmezler!”


Kendi çağırdığı barış gruplarını cezaevine gönderen, karşılıklı görüşmeler ve tek taraflı ateşkes sürerken, hem askeri hem yargı operasyonlarını artıran, bir yandan 4 bin sivil Kürt siyasetçiyi zindana atarken bir yandan Kürdistan ahalisini polis zulmüyle karşı karşıya bırakan uygulamalara imza atan, dağı taş bombalatan, İmralı’daki tecridi tüm hakların yok edilmesine vardıran iktidarın kurulan “tam da barışıyorduk” cümlesi, durumu hiç ama hiç izah edemiyor.


Hükümetin kendi kendine attığı bir iyileştirme adımı da yok! O halde “tam da çözüm” olacağını nereden çıkarmışlar? Aysel Tuğluk da o süreçte geçilen aşamaları, aslında zannedildiği gibi çözümün eşiğine gelinmediğini açıkça anlatmış başta bahsettiğim mektubunda. Aslında olan bitenin iktidar cephesinden ifadesi daha çok şöyle bir şey olabilir “tam susturuyorduk ki, kabul etmediler.”


İşte bu yüzden ölümler ayrım yapmaksızın sürüyor. Kaygım odur ki, acil önlemler alınmazsa, artık hiçbir kural tanımayan bu savaş, daha da acımasız bir dönemece doğru gidebilir.


Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi artık asıl meselemiz “kim savaşı tırmandırdı”dan çok, savaşı nasıl durdurabiliriz olmalı.


Bunun birincil şartı operasyonların durdurulması, Sayın Öcalan’ın koşullarının iyileştirilerek görüşmelerin sürdürülmesidir. Ayrıca imzalansaydı barış devrinin başlangıcı olabilecek o protokollerin ne içerdiği ve hükümet tarafından neden imzalanmadığını da bilmemiz gerek. Çünkü o protokoller imzalanmış, en azından imzalanacağına dair güven sağlanmış olsaydı bugün bunları yaşıyor olmazdık. Geleceğe daha fazla  acı devrediyor değil, geçmişin yaralarının nasıl sarılacağıyla ilgileniyor olurduk.

Hiç yorum yok: