Blok
vekillerinin meclise dönüp dönmeyeceği tartışılıyor. Bu tartışmalarda,
BDP’lilerin de yüzünü çizdirmeyecek bir dönüş için, hükümetin de adım
atması gerektiğinden söz ediliyor. Buna bağlı olarak da örneğin
Erdoğan’ın “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi irade ile de müzakere ederiz Siyasete gelenle konuşuruz ama gelmeyenle konuşmayız” şeklindeki sözleri, Hükümetin bir adımı olarak yorumlanıyor ve BDP’ye “bakın
işte Hükümet “PKK’ile aranıza mesafe koymadan görüşmeyiz”den, bu koşulu
kaldırarak sizlerin siyasi olarak muhatap alınacağınız noktasına gelmiş” diye yorumlanıyor ve “haydi ne duruyorsunuz, dönün” sonucu çıkarılıyor.
Meclis’e dönüşü desteklemeyenler de buna karşılık “ya dönerler ya da…” şeklindeki tehditler ve burun sürtmeye yönelik diğer beyanları öne çıkararak dönmenin doğru olmayacağını söylüyorlar.
Bizce
sorunu bu biçimde tartışmak daha baştan yanlıştır ve Blok vekilleri ve
BDP sorunun bu yanlış biçimde tartışılmasına bizzat kendisi yol
açmıştır.
Şimdi bunun neden ve nasıl bir yanlış olduğunu ve bu temel yanlışa nasıl son verilebileceğini ele alalım.
Savaşın birinci kuralı, düşmanın istediği şartlarda savaşı kabul etmemektir[1].
Siz
tavrınızı karşı tarafın tavrına bağlı olarak tanımladığınız anda,
mücadelenin koşullarını belirleme hakkını bizzat kendi ellerinizle karşı
tarafa vermiş olursunuz.
Blok vekilleri,
Meclis’e girişlerini hükümetten istedikleri bir koşula bağlayarak (Hatip
Dicle ve diğer tutuklu vekillerin salıverilmesi ve mazbatalarının
verilmesi) savaşın koşullarını belirleme imkanını bizzat kendi elleriyle
altın bir tepsi içinde hükümete sundular. Elbet hükümet de bunu gayet
iyi değerlendirdi ve topu yargıya attı. Ondan sonra da dönüşün yolunu
kapamak ve eğer dönülürse de bunun karşı tarafın itibarını iki paralık
ederek olmasını sağlamak için kendi açısından haklı olarak elinden
geleni yaptı ve yapıyor. Hükümet’e neden böyle yapıyorsun demek kadar
saçma bir şey olmaz. Hem savaşacaksınız hem de savaştığınız rakibinizden
sizin zayıf yerlerinize vurmamasını; hatalarınızdan yararlanmamasını
isteyeceksiniz. Politik mücadele, sportif, kuralları olan bir bir
yarışma gibi algılamak belki çocuklarda hoş görülebilir.
Ne
var ki, Blok vekilleri ve Kürt Özgürlük Hareketi hala bu temel yanlışı
görüp tavrını değiştirmiş değil. Hala eğer Meclise dönerlerse,
dönüşlerinin koşulların değişmesine bağlı olduğu türünden bir gerekçenin
ardına sığınıp bunu öyle gerekçelendirme peşinde koşuyorlar.
Elbette
bir şeyi yapmak isterseniz, en uygunsuz söz ve davranışları bile yapmak
istediğinize uygun yorumlayarak yapacağınızı gerekçelendirebilir ve
yapabilirsiniz.
Ama kimse de aptal değildir
ve bir süre sonra inandırıcılığınızı ve güvenilirliğinizi yitirirsiniz.
Bu ise olabileceklerin en kötüsüdür.
O halde, bütün bu duruşu kökünden değiştirmek gerekmektedir.
Bir
kere Meclis’e gitmeyerek gerek içerikçe, gerek biçimce daha baştan
yanlış yapıldığı kamuoyuna açıkça ifade edilmelidir. Dönüş başta
yapılan bir yanlışın düzeltilmesi olarak ilan edilmelidir. Koşullar
değişti de ondan dönüyoruz gibi bir gerekçeyle temellendirilmemelidir.
Halka açıkça bu söylenmelidir:
“Biz
bu Meclise’gitmeme kararımızı alır ve bunu gerekçelendirirken, baştan
bir yanlış yaptık; mücadelenin koşullarını belirleme hakkını düşmana
veya Hükümete bizzat kendi ellerimizle verdik. Şimdi bu hatamızdan
dönüyoruz. Hükümetin şu veya bu tavır içinde olması bizim dönüşümüzün
gerekçesi değildir. Aksine hükümet bizim bu hatamızı bize karşı bir
silah olarak kullanmıştır, kullanmaktadır ve kullanacaktır. O kendi
açısından elbette bunu yapacaktır. Bunu yaptığı için suçlanamaz. Bizler
birbirine zıt amaçlar için mücadele eden güçleriz. Elbette bizi
zayıflatmak için elinden geleni ardına koymayacak ve bizlerin hata ve
zaaflarından yararlanacaktır. Şimdi bu hatamızdan dönüyoruz. Hükümet hiç
bir taviz vermedi, koşullarda hiçbir değişme olmadı; hatta olumsuz
gelişmeler oldu. Buna rağmen başlangıçtaki hatadan kurtulmak için
Meclis’e gidiyoruz. Bu bizim için hiç de küçümsenmeyecek bir yenilgidir.”
Ancak
böyle gerekçelendirilmiş bir Meclis’e giriş, bir yenilgiyi bir zafere
veya yeni zaferler için bir başlangıç noktasına çevirebilir.
Aksi
takdirde “tıpış tıpış geldiniz”; “korktunuz da geldiniz” türünden
dokundurmalardan ve her debelenmede daha da batmaktan başka sonuç
vermeyecek gerekçelendirmelerden kurtulmak mümkün olamaz.
Hatasını
saflarda moral bozukluğu yaratır diye veya başka bir gerekçeyle açıkça
koymayan; Meclis’e gidişi bir takım koşul ve tavır değişiklikleriyle
açıklayan veya bir zafer gibi göstermeye çalışan her davranış uzun
vadede, yeni yenilgilerin tohumlarını içinde taşıyacak ve aslında
kendisi en büyük yenilgi; yani bir hatayla bütünleşme olacaktır.
*
Bu özeleştiriye şu da eklenmelidir elbette: “Bu
tavır belirlenirken, uzun uzadıya tartışılmamış; seçmenlere ve halka
danışılmamıştır. Aceleyle ve adeta bir emri vaki gibi Meclis’e gitmeme
tavrı geliştirilmiştir.”
Elbette insanlar, hareketler ve partiler hatalar yapılabilir. Ama bunların asgariye indirilmesi için belli usullere uyulması hata payını azaltabilir.
Bundan
sonra her yeni durumda daha serinkanlı karar almak; daha geniş ve derin
tartışmak ve özellikle seçmenlere ve halka danışmak hem demokratik
muhalefetin politik kültürünün bir ayrılmaz bileşeni olmalı hem de bir
prosedüre bağlanmalıdır.
Blok vekilleri,
özellikle Sabahat Tuncel örneğinde, ezilenlerin vekillerinin yerinin
Meclis’ten önce, ezilenlerin sokaklardaki mücadelesinin içinde, önünde
ve yanında bulunmak olduğunu gösteriyorlar. Türkiye’nin alıştığı politik
kültürün tüm tabularını yıkıyorlar.
Şimdi
böyle açık bir özeleştiri ile, ezilenlerin politikacılarının hatalarını
açıkça koymaktan çekinmeyeceklerinin ve çekinmemeleri gerektiğinin bir
örneğini de sunarak bir tabuyu daha yıkabilirler.
“Meclis’e
gidiyoruz. Hükümet geri adım atmadı; şartlar değişmedi, aksine
kötüleşti. Önce savaşın koşullarını kendimiz belirleyebilmek için, kendi
hatamızı açıkça ortaya koyabilmek için Meclis’e gidiyoruz.
Orada
kalıp kalmayacağımıza; orayı bir politik mücadele alanı olarak kullanıp
kullanmayacağımıza Hükümet değil biz karar vereceğiz.
Gittikten sonra da ilk işimiz bunu seçmenlere ve halka sormak, bunun için bir tartışma açmak olacaktır.”
Söylenmesi gereken başka bir üslup veya sözcüklerle de olsa bu türden bir içerik olmalıdır.
Bunu söylememek, Meclis’e gitmek veya gitmemekten çok daha büyük bir yanlış olacaktır.
Demir Küçükaydın
[1]
Elbette ezilenler daha baştan yenik ve altta oldukları için hiçbir
zaman koşulları belirleme durumunda olmazlar. Ama onlar binbir savaş
hilesi ve taktiğe baş vurarak, karşı tarafın koşullarını ona karşı bir
silaha dönüştürmenin ve onları kendi silahıyla vurmanın yollarını
aramak, bulmak ve bunu uygulamakla yükümlüdürler. Örneğin en sınırlı söz
ve örgütlenme olanaklarını bile kullanarak örgütlenmek böyledir. Bunun
için fikri ve örgütlenme özgürlüğünü bir hiçe çeviren yasaların
kaldırılması beklenmez. Aksine en küçük olanak bile değerlendirilir. Bu
başarılı olduğunda egemenler “yasallık bizi öldürüyor” diye feryat
etmeye başlarlar.
Yüzde on barajını
aşmak için bağımsız vekiller bunun bir başka başarılı örneğidir. Burada
seçime katılmak için, yüzde on barajının düşürülmesi aranmamış, bu
silahı egemenlere karşı kullanmanın ve etkisiz kılmanın yolları
aranmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder