Ahlaki-politik nitelikleriyle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü toplumun inşasında motor gücü olabilecek bir kongre sistemi, Türkiye’nin demokratik dönüşümünü sağlayabilecektir. Kongre tabanda örgütlere, halk meclislerine ve komünlere dayanır. Siyasal alanda da bir Çatı Partisi ile kendisini kanıtlayabilir. |
Egemen güçlerin her türlü saldırısına uğrayan, açlıkla terbiye edilmeye
çalışılan, savunma araçlarından yoksun bırakılan bir toplumun kendisi
için bir parça özgürlük alanı açması kutsal bir çabadır. Bunlar,
toplumun doğallığına en yakın, en gerçekçi iddialardır. Burada toplum
mühendisliği yoktur. Burada toplumun kendini var etmesine, korumasına
dönük bir mücadele yöntemi söz konusudur. Bunun için siyasi merkezi
belirleyen de yerelin iradesi olacaktır. Yerelin iradesi, devletle
ilişki hukukunu tanımlar ve demokrasi sınırlarına çeker.
Demokratik Ulus Savunması
Kapitalizm ve devlet sistemlerinin her türlü saldırısına karşı demokrasilerin öz savunması da varlığını korumanın en temel ilkesidir. Öz savunma toplumun doğal, meşru, evrensel ve en temel vazgeçilmez haklarından biridir; meşru müdafaa ifadesiyle herkese daha aşina gelebilecek bir kavramlaştırmadır. Bu ülkede meşru müdafaaya şiddetle ihtiyaç duyan bir toplum gerçekliği yok mudur? Binlerce köy yakılıp boşaltılmadı mı? On yedi bin faili meçhul cinayet gerçekleştirilmedi mi? Dil yasaklanmadı mı, kültür yasaklanmadı mı, Kürt adı bile yasaklanmadı mı? Asimilasyon, beyaz katliam dayatılmadı mı? Yoksulluğa, hırsızlığa, uyuşturucuya, fuhuşa sürüklenerek toplum çürütülüp paramparça edilmedi mi? Yüz binlerce korucu silahlandırılıp toplumun başına bela edilmedi mi? Özel ordu adı altında yeni kontra grupları oluşturulmuyor mu? Polis devletine uyan saldırılar en vahşi şekilde her gün sokak ortalarında gerçekleştirilmiyor mu? Çözüm Çadırları‘na kırmızı görmüş boğa gibi saldırılmıyor mu? Çocuklar halen katledilmiyor mu? Halen siyasi tasfiye operasyonları yapılmıyor mu? Toplum her yönden saldırıya uğrarken meşru savunmasını nereden bekleyecek? Tüm bu uygulamaları gerçekleştiren, teşvik eden veya sessiz kalan devletten mi? Çocuk kandırmaca peşinde değilse, kimse toplumun kendini savunmaya hakkının olmadığını, bu görevin devlete ait olduğunu iddia edemez. Hele ki Ortadoğu ve ülkemiz gerçekliğinde!
Taş Atan Çocukları Anlamak
Ortadoğu toplumları her türlü egemenlikçi saldırı altında inletilirken toplumun kendini bir taşla bile savunmaya kalkması meşru görülmez ve katliam konusu yapılır. Meşhur bir öykü vardır; Ortadoğu insanının savunma araçlarından ne denli yoksun kılındığını akıllardan çıkmayacak kadar çarpıcı anlatır.
Gezgin bir müzisyenler ve gösteri topluluğunun yolu, farkında olmadan bir gün hırsızlar köyüne düşer. Köyde gösterilerini sunarlar ve sıra emeklerinin karşılığını istemeye gelince, hırsızlar üzerlerine çullanır, üstlerindeki elbiselere de el koyup kovarlar. Mevsim kıştır ve hava soğuktur. “Bari giysilerimizi geri verin gidelim” derler. Bunun üzerine hırsızlar köyün bağlı olan köpeklerini üzerlerine salarlar. Topluluk can havliyle köpeklerden korunmak için yerden taş almak ister, ama taşlar, buz tutmuş yerden sökülmezler. Bunun üzerine topluluktan biri köye döner ve sitemkâr şekilde şöyle der: “Bu nasıl adalettir? Bu nasıl vicdandır? Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar!“ Odasının penceresinden bu sözü işiten köyün reisi, topluluğun giysilerini geri verir ve onları serbest bırakır…
Taş atan çocukları anlamak istemeyen ve üzerlerine panzerlerle giden zihniyetin topluma zerrece savunma hakkı tanımayacağı açıktır. Buna karşı toplumun kendini savunma araçlarıyla donatmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Kimse ciğerin kediye teslim edilerek korunabileceği safsatasını ileri süremez. Toplum kendini her türlü savunmak zorundadır. Bu savunma sosyaldir, kültüreldir, siyasidir, ahlakidir, ideolojiktir, ekonomiktir, hukukidir, diplomatiktir ve elbette ki beden bütünlüğünü ve yaşam hakkını savunmak temelinde fizikidir. Kürtler açısından, fiziki savunmanın ateşli silahlar gerektiren bir boyutu da vardır ve bu konu gerilla güçlerinin varlığına paralel, barış koşullarında çözümünü bulabilir. Bugünden bir biçim tanımlaması yapmak ve gündemleştirmek yanlış olur. Sondakini başta tartışmak pek sonuç alıcı olmaz, hatta ters tepebilir.
Silahlı güç konusunun ne olacağı ayrı bir tartışma konusu olup Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile muhtemel yürütülecek müzakerelerle şekillenecek bir konudur. Dolayısıyla, bir-iki tartışmayla böylesine devasa bir sorunun üstesinden gelinemeyeceğini bilmek ve esasen prensipler üzerinden tartışmayı geliştirmek ve toplumsal alanda pratikleştirmek gerekir.
Toplumun öz savunması bu kadar geniş bir yelpazeyi kapsarken konuyu ordu gücü-polis gücü kurup kurmamak temelinde tartışmak oldukça daraltıcı olur. Fakat emniyet ve asayiş tedbirleri kapsamında belli düzeyde tanımlanmış yetkilerin belediyelere devredilmesi bile Avrupa yerel yönetim uygulamaları kapsamındadır ve bu uygulamaya benzer biçimler neden ülkemizde de olmasın, neden istenmesin ki? Bu boyut, yerel yönetim yasalarını ilgilendirir, ancak bu, sadece işin bir boyutudur. Meşru temelleri çok güçlü olan savunma anlayışını toplumsal ölçekte yaygınca düşünmek gerekir.
Önemli olan toplumsal savunma mekanizmalarının geliştirilmesidir. İlkesel yaklaşım budur. Savunması olmayanın yaşamı olmaz! Meşru savunma ve hak bilincinin toplumda yaygınlaşması, derinleşmesi ve bir kültüre dönüşmesi adım adım gelişmektedir. Taşları yerinden sökmeyi başarmış bir topluluğa artık hiç kimse köleliği, esareti dayatamayacaktır!
Demokratik Ulus Bloğu
Demokratik Ulus Bloğu, Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere emek, demokrasi ve özgürlükler adına tüm toplumsal sorunların çözümünü hedeflemektedir. Bu anlamda Blok, Cumhuriyet tarihinin tanık olduğu en geniş ve demokratik toplumsal mutabakatı sağlamaya adaydır.
Dar yaklaşımlar önemli ölçüde aşılmış olsa da bu bloğun, Cumhuriyetten dışlanan tüm kesimleri kapsayacak kadar kapsamını genişletmesi ve derinliğine tabana yayılması gerekir. Sosyalistler, Müslümanlar ve Kürtler ile birlikte Türk aidiyeti dışında diğer tüm etnisiteler dışlandı, Aleviler ve Gayrimüslimler dışlandı. Sadece dışlama, bastırma, katliam ve sürgün uygulamalarıyla sınırlı kalınmadı. Zamanla toplum üzerinde uygulanan bilimcilik, dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik ideolojileri ile toplum paramparça bir hale getirildi. Hepsinin tepesine de bekçi olarak ulus-devlet canavarı dikildi. Bu gerçeklik karşısında Türkiye’nin demokratik seçeneği Demokratik Ulus Bloğu’dur ve buluşma zemini olarak Kongre sistemi yaratıcı, esnek ve birleştirici bir alan sunabilir.
Siyasi partiler, emek örgütleri, ekolojist, kültüralist ve feminist hareketler, etnik kesimler, inanç grupları, çeşitli sivil toplum örgütleri gibi tüm sistem karşıtı güçlerin bir partide toplanması mümkün olmadığına göre ve demokratik ulus kendisini devlet dışında örgütleyeceğine göre, toplumsal bir çatı olarak Kongre Sistemi alternatif olabilir.
Partilere alternatif anlamında değil de –çünkü partiler de yeni sistem içinde yerini alır- çeşitli birlik platformları deneyimlerinden hareketle devletçi sisteme alternatif olarak Kongre Sistemi, demokratik ulusun birlik ve koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir. Kongre, tüm toplum kesimlerinin kendi kimlikleri ve renkleriyle katılacakları birlik zemini olarak düşünülebilir. Yine Kongre, sadece kimliklerin ve renklerin buluştuğu bir zemin değil, halkın öz yönetim sisteminin süreklileşmiş ve kurumlaşmış ifadesi olarak ele alınabilir. Dolayısıyla yeni bir zihniyet ve politik tarz olarak gündemleşir.
Türkiye’de Demokratik Ulus Bloğu‘nun oluşturulması seçim ittifaklarını aştığı gibi demokrat şahsiyetlerin üstten birlik oluşturmalarını da aşar. Dolayısıyla önemli bir adım atılmış olsa da bu süreç tabandan örülüp çatıda Kongre Sistemi’yle tamamlanabilir.
Cumhuriyet’in Demokratikleştirilmesi
Türkiye’de hakim olan kurumsal faşizm karşısında demokrasi güçleri dağınıklığın, birlik olamamanın sancılarını yaşadığı için çok güçlü bir halk alternatifi gelişememiştir. Son yıllardaki birlik çabalarının sonuçsuz kalmasının sebepleri kadar, aşılma yollarını da tespit etmek ve pratikleştirmek, tüm demokrasi güçlerinin kaçınılmaz tarihsel görev ve sorumluluğu durumundadır.
Türkiye’de devrimci-demokrat muhalefetin tarihine dair belirlemelerde bulunurken Demokratik Ulus Bloğu içinde sayılabilecek güçlerin Cumhuriyet‘ten dışlanmış güçler olduğunu vurgulamak gerekir. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, dışlanmış tüm kesimlerin demokratik zeminde özgürce yerini almasıyla mümkündür.
Sistem ve sistem karşıtlığı tanımları ve tarihleriyle birlikte güncel durum değerlendirmeleri yapıldığında, tüm düşünce farklılıklarına rağmen, geldiğimiz aşamada tartışmasız ortaklaşılacak temel husus birlik ihtiyacıdır. Nasıl bir birlik? sorusuna Demokratik Ulus Birliği veya Bloğu‘ şeklinde yanıt verilmiş ve büyük ölçüde kabul görmüştür.
Yakın tarihte mücadele birliği oluşturmak adına yürütülmüş birçok çalışma vardır. Ancak bunlar kalıcı sonuçlar doğurmamıştır. Bu çalışmaların muhasebesini her kesim kendi cephesinden yapmak kadar ortak sonuçlara varıp başarı için ısrarını ortaya koymak zorundadır.
Güncel olarak Demokratik Ulus Bloğu‘nu kalıcı bir örgütlülüğe kavuşturmanın tam sırasıdır, ertelenmemesi gereken bir görevdir. Ayrıca, Partiler bu konuda öncülük yapsa da bu yetmez. Partiler genellikle iktidar alanına hitap ettiği için Parti temsiliyetlerinden daha fazla sivil toplum alanının, komün ve meclislerin temsilcileri böyle bir öncülükte yer alabilmelidir.
Birlik İçin Dar Anlayışlar Aşılmalı
Bu temelde Demokratik Birlik çalışmalarına bir göz atılırsa: Birincisi, sistem karşıtlığı ve mücadele birliği denilince dar-iktidarcı bir yaklaşım ve buna bağlı olarak sadece partilerin birliği veya ittifak oluşturmasıyla sınırlı bir anlayışın sergilendiği;
İkincisi, klasik sol yaklaşımların aşılamadığı, geniş yelpazede sistem karşıtı hareketlere yeterince eğilim gösterilmediği; Üçüncüsü, tabandan değil, üstten örgütlenmeye çalışıldığı bugüne dek yapılan birlik çalışmalarının ortak eleştirisi olmuştur. Eleştiri ve değerlendirmelere bakıldığında birlik için yeni bir sistem geliştirmenin zorunlu olduğu görülmektedir. Bu da mevcut koşullara uygun yeni bir sistemi gündeme getirmektedir. Dönemsel, geçici birlikteliklerin tarihi sonuçlar yaratmadığı görülmüştür.
Faşizm -bugün AKP eliyle- kurumsallaşır ve bin bir türlü yöntemle toplumun tüm gözeneklerine yayılmaya çalışılırken, bunun karşısındaki mücadele güçlerinin nasıl bir sistemi olmalıdır? Parti formatının toplumsal farklılıkları kapsayamayacağı ve toplumsal örgütlenmede demokratik niteliği yeterince sağlayamayacağı; Türkiye koşularında birlik ihtiyacına da yanıt olamadığı düşünülürse, yeni bir sistem ihtiyacı daha açık görülecektir. Bu da belirttiğimiz gibi Kongre Sistemi olarak düşünülebilir.
Kongre Sistemi ve Çatı Partisi
Kongre, devlet dışı tüm toplum kesimlerinin öz yönetim sistemini ve konfederal örgütlülüğünü ifade eder. Ahlaki-politik nitelikleriyle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü toplumun inşasında motor gücü olabilecek böylesi bir Kongre sistemi Türkiye’nin demokratik dönüşümünü, cumhuriyetin demokratikleştirilmesini ve devletin demokrasi sınırlarına çekilmesini de sağlayabilecektir.
Kongre kendini tabandan örgütler, halk meclislerine ve komünlere dayanır ve toplumsal yaşamın her alanında komiteler, komisyonlar eliyle çalışmalar yapabilir. Siyasal alanda da bir Çatı Partisi ile kendisini kanıtlayabilir.
Kongre bileşenlerinin arasında demokratik partiler de yer alır. Kendi kimliklerini ve örgütlülüklerini korurlar. Ancak Kongrenin ilkesel karar ve taktiklerinin siyasal alanda temsil edilmesinden sorumlu olup koordineli çalışırlar. Kongrenin tüm bileşenlerinin katılımıyla temel ilkeleri belirlenerek Çatı Partisi’nin oluşturulması da bir süreç işi haline gelir.
Böyle bir kongrede Amed (Diyarbakır) merkezli Demokratik Toplum Kongresi (DTK) de temsilen yer alabilecektir. Ayrıca Kongre Sistemi ve örgütlenmesi için DTK pratikleşmiş bir model olarak incelenebilir. Bu şekilde her bölgenin bir kongresi niye olmasın ki? Ve çatı düzeyinde de Demokratik Cumhuriyet Kongresi neden pratikleşmesin ki? Buradan hareketle başarılı uygulamalara geçildiğinde Demokratik Ortadoğu Kongresi neden daha fazla ertelensin ki?
Ortak Vatan’da Kongre Sistemi, ulus-devletçiliğin ve milliyetçiliğin panzehiri olup DTK‘ye karşı ayrılıkçılık iddialarını boşa çıkaracak ve Demokratik Özerklik’in tüm Türkiye için istendiği söyleminin de altını dolduracaktır. Demokratik Kongre Sistemi’ne geçiş için, “Demokratik Özerklikte İstanbul’un yeri nedir? İzmir’in, Mersin’in, Trabzon’un yeri nedir? Hıristiyan, Alevi, Ermeni, Süryani, Ezidi topluluklarının yeri nedir” gibi soruların kendi yerelinde ve kendi özgülünde yanıtını bulması gerekir.
Amed’den (Diyarbakır) sonra Ankara veya İstanbul merkezli, giderek her bölgede toplum kongrelerinin kurulması ve çatı düzeyinde de Genel Kongre sisteminin kurulması için ilk adımın atılması, Türkiye’de önemli bir gündem olacaktır. Bu temelde Demokratik Ulus Bloğu‘nun çatı örgütlenmesi olarak Kongre Sistemi stratejik ele alınmayı gerektiriyor.
CANFEDA DENİZ
Demokratik Ulus Savunması
Kapitalizm ve devlet sistemlerinin her türlü saldırısına karşı demokrasilerin öz savunması da varlığını korumanın en temel ilkesidir. Öz savunma toplumun doğal, meşru, evrensel ve en temel vazgeçilmez haklarından biridir; meşru müdafaa ifadesiyle herkese daha aşina gelebilecek bir kavramlaştırmadır. Bu ülkede meşru müdafaaya şiddetle ihtiyaç duyan bir toplum gerçekliği yok mudur? Binlerce köy yakılıp boşaltılmadı mı? On yedi bin faili meçhul cinayet gerçekleştirilmedi mi? Dil yasaklanmadı mı, kültür yasaklanmadı mı, Kürt adı bile yasaklanmadı mı? Asimilasyon, beyaz katliam dayatılmadı mı? Yoksulluğa, hırsızlığa, uyuşturucuya, fuhuşa sürüklenerek toplum çürütülüp paramparça edilmedi mi? Yüz binlerce korucu silahlandırılıp toplumun başına bela edilmedi mi? Özel ordu adı altında yeni kontra grupları oluşturulmuyor mu? Polis devletine uyan saldırılar en vahşi şekilde her gün sokak ortalarında gerçekleştirilmiyor mu? Çözüm Çadırları‘na kırmızı görmüş boğa gibi saldırılmıyor mu? Çocuklar halen katledilmiyor mu? Halen siyasi tasfiye operasyonları yapılmıyor mu? Toplum her yönden saldırıya uğrarken meşru savunmasını nereden bekleyecek? Tüm bu uygulamaları gerçekleştiren, teşvik eden veya sessiz kalan devletten mi? Çocuk kandırmaca peşinde değilse, kimse toplumun kendini savunmaya hakkının olmadığını, bu görevin devlete ait olduğunu iddia edemez. Hele ki Ortadoğu ve ülkemiz gerçekliğinde!
Taş Atan Çocukları Anlamak
Ortadoğu toplumları her türlü egemenlikçi saldırı altında inletilirken toplumun kendini bir taşla bile savunmaya kalkması meşru görülmez ve katliam konusu yapılır. Meşhur bir öykü vardır; Ortadoğu insanının savunma araçlarından ne denli yoksun kılındığını akıllardan çıkmayacak kadar çarpıcı anlatır.
Gezgin bir müzisyenler ve gösteri topluluğunun yolu, farkında olmadan bir gün hırsızlar köyüne düşer. Köyde gösterilerini sunarlar ve sıra emeklerinin karşılığını istemeye gelince, hırsızlar üzerlerine çullanır, üstlerindeki elbiselere de el koyup kovarlar. Mevsim kıştır ve hava soğuktur. “Bari giysilerimizi geri verin gidelim” derler. Bunun üzerine hırsızlar köyün bağlı olan köpeklerini üzerlerine salarlar. Topluluk can havliyle köpeklerden korunmak için yerden taş almak ister, ama taşlar, buz tutmuş yerden sökülmezler. Bunun üzerine topluluktan biri köye döner ve sitemkâr şekilde şöyle der: “Bu nasıl adalettir? Bu nasıl vicdandır? Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar!“ Odasının penceresinden bu sözü işiten köyün reisi, topluluğun giysilerini geri verir ve onları serbest bırakır…
Taş atan çocukları anlamak istemeyen ve üzerlerine panzerlerle giden zihniyetin topluma zerrece savunma hakkı tanımayacağı açıktır. Buna karşı toplumun kendini savunma araçlarıyla donatmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Kimse ciğerin kediye teslim edilerek korunabileceği safsatasını ileri süremez. Toplum kendini her türlü savunmak zorundadır. Bu savunma sosyaldir, kültüreldir, siyasidir, ahlakidir, ideolojiktir, ekonomiktir, hukukidir, diplomatiktir ve elbette ki beden bütünlüğünü ve yaşam hakkını savunmak temelinde fizikidir. Kürtler açısından, fiziki savunmanın ateşli silahlar gerektiren bir boyutu da vardır ve bu konu gerilla güçlerinin varlığına paralel, barış koşullarında çözümünü bulabilir. Bugünden bir biçim tanımlaması yapmak ve gündemleştirmek yanlış olur. Sondakini başta tartışmak pek sonuç alıcı olmaz, hatta ters tepebilir.
Silahlı güç konusunun ne olacağı ayrı bir tartışma konusu olup Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile muhtemel yürütülecek müzakerelerle şekillenecek bir konudur. Dolayısıyla, bir-iki tartışmayla böylesine devasa bir sorunun üstesinden gelinemeyeceğini bilmek ve esasen prensipler üzerinden tartışmayı geliştirmek ve toplumsal alanda pratikleştirmek gerekir.
Toplumun öz savunması bu kadar geniş bir yelpazeyi kapsarken konuyu ordu gücü-polis gücü kurup kurmamak temelinde tartışmak oldukça daraltıcı olur. Fakat emniyet ve asayiş tedbirleri kapsamında belli düzeyde tanımlanmış yetkilerin belediyelere devredilmesi bile Avrupa yerel yönetim uygulamaları kapsamındadır ve bu uygulamaya benzer biçimler neden ülkemizde de olmasın, neden istenmesin ki? Bu boyut, yerel yönetim yasalarını ilgilendirir, ancak bu, sadece işin bir boyutudur. Meşru temelleri çok güçlü olan savunma anlayışını toplumsal ölçekte yaygınca düşünmek gerekir.
Önemli olan toplumsal savunma mekanizmalarının geliştirilmesidir. İlkesel yaklaşım budur. Savunması olmayanın yaşamı olmaz! Meşru savunma ve hak bilincinin toplumda yaygınlaşması, derinleşmesi ve bir kültüre dönüşmesi adım adım gelişmektedir. Taşları yerinden sökmeyi başarmış bir topluluğa artık hiç kimse köleliği, esareti dayatamayacaktır!
Demokratik Ulus Bloğu
Demokratik Ulus Bloğu, Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere emek, demokrasi ve özgürlükler adına tüm toplumsal sorunların çözümünü hedeflemektedir. Bu anlamda Blok, Cumhuriyet tarihinin tanık olduğu en geniş ve demokratik toplumsal mutabakatı sağlamaya adaydır.
Dar yaklaşımlar önemli ölçüde aşılmış olsa da bu bloğun, Cumhuriyetten dışlanan tüm kesimleri kapsayacak kadar kapsamını genişletmesi ve derinliğine tabana yayılması gerekir. Sosyalistler, Müslümanlar ve Kürtler ile birlikte Türk aidiyeti dışında diğer tüm etnisiteler dışlandı, Aleviler ve Gayrimüslimler dışlandı. Sadece dışlama, bastırma, katliam ve sürgün uygulamalarıyla sınırlı kalınmadı. Zamanla toplum üzerinde uygulanan bilimcilik, dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik ideolojileri ile toplum paramparça bir hale getirildi. Hepsinin tepesine de bekçi olarak ulus-devlet canavarı dikildi. Bu gerçeklik karşısında Türkiye’nin demokratik seçeneği Demokratik Ulus Bloğu’dur ve buluşma zemini olarak Kongre sistemi yaratıcı, esnek ve birleştirici bir alan sunabilir.
Siyasi partiler, emek örgütleri, ekolojist, kültüralist ve feminist hareketler, etnik kesimler, inanç grupları, çeşitli sivil toplum örgütleri gibi tüm sistem karşıtı güçlerin bir partide toplanması mümkün olmadığına göre ve demokratik ulus kendisini devlet dışında örgütleyeceğine göre, toplumsal bir çatı olarak Kongre Sistemi alternatif olabilir.
Partilere alternatif anlamında değil de –çünkü partiler de yeni sistem içinde yerini alır- çeşitli birlik platformları deneyimlerinden hareketle devletçi sisteme alternatif olarak Kongre Sistemi, demokratik ulusun birlik ve koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir. Kongre, tüm toplum kesimlerinin kendi kimlikleri ve renkleriyle katılacakları birlik zemini olarak düşünülebilir. Yine Kongre, sadece kimliklerin ve renklerin buluştuğu bir zemin değil, halkın öz yönetim sisteminin süreklileşmiş ve kurumlaşmış ifadesi olarak ele alınabilir. Dolayısıyla yeni bir zihniyet ve politik tarz olarak gündemleşir.
Türkiye’de Demokratik Ulus Bloğu‘nun oluşturulması seçim ittifaklarını aştığı gibi demokrat şahsiyetlerin üstten birlik oluşturmalarını da aşar. Dolayısıyla önemli bir adım atılmış olsa da bu süreç tabandan örülüp çatıda Kongre Sistemi’yle tamamlanabilir.
Cumhuriyet’in Demokratikleştirilmesi
Türkiye’de hakim olan kurumsal faşizm karşısında demokrasi güçleri dağınıklığın, birlik olamamanın sancılarını yaşadığı için çok güçlü bir halk alternatifi gelişememiştir. Son yıllardaki birlik çabalarının sonuçsuz kalmasının sebepleri kadar, aşılma yollarını da tespit etmek ve pratikleştirmek, tüm demokrasi güçlerinin kaçınılmaz tarihsel görev ve sorumluluğu durumundadır.
Türkiye’de devrimci-demokrat muhalefetin tarihine dair belirlemelerde bulunurken Demokratik Ulus Bloğu içinde sayılabilecek güçlerin Cumhuriyet‘ten dışlanmış güçler olduğunu vurgulamak gerekir. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, dışlanmış tüm kesimlerin demokratik zeminde özgürce yerini almasıyla mümkündür.
Sistem ve sistem karşıtlığı tanımları ve tarihleriyle birlikte güncel durum değerlendirmeleri yapıldığında, tüm düşünce farklılıklarına rağmen, geldiğimiz aşamada tartışmasız ortaklaşılacak temel husus birlik ihtiyacıdır. Nasıl bir birlik? sorusuna Demokratik Ulus Birliği veya Bloğu‘ şeklinde yanıt verilmiş ve büyük ölçüde kabul görmüştür.
Yakın tarihte mücadele birliği oluşturmak adına yürütülmüş birçok çalışma vardır. Ancak bunlar kalıcı sonuçlar doğurmamıştır. Bu çalışmaların muhasebesini her kesim kendi cephesinden yapmak kadar ortak sonuçlara varıp başarı için ısrarını ortaya koymak zorundadır.
Güncel olarak Demokratik Ulus Bloğu‘nu kalıcı bir örgütlülüğe kavuşturmanın tam sırasıdır, ertelenmemesi gereken bir görevdir. Ayrıca, Partiler bu konuda öncülük yapsa da bu yetmez. Partiler genellikle iktidar alanına hitap ettiği için Parti temsiliyetlerinden daha fazla sivil toplum alanının, komün ve meclislerin temsilcileri böyle bir öncülükte yer alabilmelidir.
Birlik İçin Dar Anlayışlar Aşılmalı
Bu temelde Demokratik Birlik çalışmalarına bir göz atılırsa: Birincisi, sistem karşıtlığı ve mücadele birliği denilince dar-iktidarcı bir yaklaşım ve buna bağlı olarak sadece partilerin birliği veya ittifak oluşturmasıyla sınırlı bir anlayışın sergilendiği;
İkincisi, klasik sol yaklaşımların aşılamadığı, geniş yelpazede sistem karşıtı hareketlere yeterince eğilim gösterilmediği; Üçüncüsü, tabandan değil, üstten örgütlenmeye çalışıldığı bugüne dek yapılan birlik çalışmalarının ortak eleştirisi olmuştur. Eleştiri ve değerlendirmelere bakıldığında birlik için yeni bir sistem geliştirmenin zorunlu olduğu görülmektedir. Bu da mevcut koşullara uygun yeni bir sistemi gündeme getirmektedir. Dönemsel, geçici birlikteliklerin tarihi sonuçlar yaratmadığı görülmüştür.
Faşizm -bugün AKP eliyle- kurumsallaşır ve bin bir türlü yöntemle toplumun tüm gözeneklerine yayılmaya çalışılırken, bunun karşısındaki mücadele güçlerinin nasıl bir sistemi olmalıdır? Parti formatının toplumsal farklılıkları kapsayamayacağı ve toplumsal örgütlenmede demokratik niteliği yeterince sağlayamayacağı; Türkiye koşularında birlik ihtiyacına da yanıt olamadığı düşünülürse, yeni bir sistem ihtiyacı daha açık görülecektir. Bu da belirttiğimiz gibi Kongre Sistemi olarak düşünülebilir.
Kongre Sistemi ve Çatı Partisi
Kongre, devlet dışı tüm toplum kesimlerinin öz yönetim sistemini ve konfederal örgütlülüğünü ifade eder. Ahlaki-politik nitelikleriyle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü toplumun inşasında motor gücü olabilecek böylesi bir Kongre sistemi Türkiye’nin demokratik dönüşümünü, cumhuriyetin demokratikleştirilmesini ve devletin demokrasi sınırlarına çekilmesini de sağlayabilecektir.
Kongre kendini tabandan örgütler, halk meclislerine ve komünlere dayanır ve toplumsal yaşamın her alanında komiteler, komisyonlar eliyle çalışmalar yapabilir. Siyasal alanda da bir Çatı Partisi ile kendisini kanıtlayabilir.
Kongre bileşenlerinin arasında demokratik partiler de yer alır. Kendi kimliklerini ve örgütlülüklerini korurlar. Ancak Kongrenin ilkesel karar ve taktiklerinin siyasal alanda temsil edilmesinden sorumlu olup koordineli çalışırlar. Kongrenin tüm bileşenlerinin katılımıyla temel ilkeleri belirlenerek Çatı Partisi’nin oluşturulması da bir süreç işi haline gelir.
Böyle bir kongrede Amed (Diyarbakır) merkezli Demokratik Toplum Kongresi (DTK) de temsilen yer alabilecektir. Ayrıca Kongre Sistemi ve örgütlenmesi için DTK pratikleşmiş bir model olarak incelenebilir. Bu şekilde her bölgenin bir kongresi niye olmasın ki? Ve çatı düzeyinde de Demokratik Cumhuriyet Kongresi neden pratikleşmesin ki? Buradan hareketle başarılı uygulamalara geçildiğinde Demokratik Ortadoğu Kongresi neden daha fazla ertelensin ki?
Ortak Vatan’da Kongre Sistemi, ulus-devletçiliğin ve milliyetçiliğin panzehiri olup DTK‘ye karşı ayrılıkçılık iddialarını boşa çıkaracak ve Demokratik Özerklik’in tüm Türkiye için istendiği söyleminin de altını dolduracaktır. Demokratik Kongre Sistemi’ne geçiş için, “Demokratik Özerklikte İstanbul’un yeri nedir? İzmir’in, Mersin’in, Trabzon’un yeri nedir? Hıristiyan, Alevi, Ermeni, Süryani, Ezidi topluluklarının yeri nedir” gibi soruların kendi yerelinde ve kendi özgülünde yanıtını bulması gerekir.
Amed’den (Diyarbakır) sonra Ankara veya İstanbul merkezli, giderek her bölgede toplum kongrelerinin kurulması ve çatı düzeyinde de Genel Kongre sisteminin kurulması için ilk adımın atılması, Türkiye’de önemli bir gündem olacaktır. Bu temelde Demokratik Ulus Bloğu‘nun çatı örgütlenmesi olarak Kongre Sistemi stratejik ele alınmayı gerektiriyor.
CANFEDA DENİZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder