8 Temmuz 2011 Cuma

Kriz,Kumarhane Kapitalizminin İflasıdır

Yeni_Özgür_PolitikaDünya toplam üretim hacmi 60 trilyon Dolar iken, spekülasyon hareketleri 610 trilyon Dolar’a ulaştı. Yani dünya ekonomisi bir anlamda sanal ekonomiye dönüştü. İşte finansal krizle patlayan bu köpüktür. Kriz bu anlamıyla sadece bir finansal kriz değil kapitalizmin uzun dalga krizinin dışa vurmasıdır. 
Toplumsal mücadeleler tarihi, siyaset felsefesi üzerine çalışmalar yapan yazar ve sendikacı Volkan Yaraşır, ABD’de başlayan ve dünya geneline yayılan ekonomik krizi “kumarhane kapitalizminin iflası” olarak değerlendirdi. Dünya ekonomisinin sanal ekonomiye dönüştüğünü belirten Yaraşır, şu yorumu yaptı, “işte finansal krizle patlayan bu köpüktür. Yani 28 yıllık saadet zinciri paramparça olmuştur. Kriz bu anlamıyla sadece bir finansal kriz değil kapitalizmin uzun dalga krizinin dışa vurmasıdır. Sermayenin bir iç kasılması ya da spazm niteliğinde bir resesyon değil, çok daha büyük sarsıcı etkisi olan depresyon niteliğinde bir krizdir. Bir anlamda kumarhane kapitalizminin iflasıdır.” Krizin faturasının sermaye güçleri tarafından işçilere çıkarılacağını belirten Yaraşır, “kısacası hem metropollerde, hem çevre ülkelerde işçi sınıfı işsizlik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu aynı zamanda açlık ve geleceksizlik demektir. Tıpkı Nazi Almanyası’nda olduğu gibi geleceksiz, umutsuz, kendisini bir hiç olarak gören ‘küçük insanlar’ faşizmin militanı olacaktır” uyarısında bulundu. Volkan Yaraşır ile dünyü finansal krizi ve krizin işçi sınıfına etkisi üzerinde söyleştik.

Dünya Borsası’nın etkisi altında günümüzde yaşanan finansal krizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

  1970’lerde kapitalizmin içine girdiği uzun dalga krizi ya da kar oranlarında düşme eğrisi yeni sermaye birikim rejiminin önünü açtı. Bu süreç bir yanıyla da kapitalizmin yeniden yapılanması olarak işledi. Buna ilişkin sermaye yaşadığı krizi aşmak doğrultusunda ikili bir faaliyet yürüttü. Bir yandan kar oranlarını maksimuma ulaştırmayı amaçladı, diğer yandan ise işçi sınıfının her düzeydeki örgütlenmesini parçalamayı hedefledi. Kar oranlarını maksimuma ulaştırmak için üretim sisteminde yapısal değişikliğe gitti ve yeni teknolojiler kullanmaya başladı. Otomasyonu yaygınlaştırdı. Bilgiyi tekelleştirdi ve metalaştırdı. Radikal özelleştirme programları uyguladı. Stoksuz üretime geçti ve esnek üretim yöntemleri geliştirdi. Genel olarak işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve siyasi örgütlenmelerini dağıtmayı hedefledi. Sınıfa ekonomik zorun yanında, ideolojik zoru ve açık zoru dayattı. Bu dönemde sanayi sermayesi ikincil sermayeye dönüştü. Spekülatif sermaye ya da parazit sermaye birincil sermaye tipi haline geldi. Sanayi sektörünün yaşadığı kar sorunu finansal hareketler ve aktivitelerle sübvanse edildi. Bir anlamda sermaye grupları rantiye haline geldi. Karlarının büyük bir kısmını finansal hareketlerden kazanmaya başladı.

Ve bu şekilde son 28 yıllık süreçte öyle bir noktaya gelindi ki; dünya toplam üretim hacmi 60 trilyon Dolar iken, spekülasyon hareketleri 610 trilyon Dolar’a ulaştı. Kısacası dünya ekonomisi bir anlamda sanal ekonomiye dönüştü. İşte finansal krizle patlayan bu köpüktür. Yani 28 yıllık saadet zinciri paramparça olmuştur. Kriz bu anlamıyla sadece bir finansal kriz değil kapitalizmin uzun dalga krizinin dışa vurmasıdır. Sermayenin bir iç kasılması ya da spazm niteliğinde bir resesyon değil, çok daha büyük sarsıcı etkisi olan depresyon niteliğinde bir krizdir. Bir anlamda kumarhane kapitalizminin iflasıdır.

Yaşanan bu finansal krizden sizce Avrupa ve Türkiye işçi sınıfı nasıl etkilenecek?

  Aslında bu soru çok kritik bir sorudur. Yaşanan bu finansal kriz üzerinde insanlarımız birçok yorum yapıyor. Fakat krizin jeopolitik yönü ve sınıfa etkisi ile ilgili bugüne kadar hiçbir yorum alamadım. Bu bence bilinçli yapılan bir tercihdir. Bu krizin hem Avrupa üzerinde veyahut merkez ülke üzerinde, hem de bizim gibi ülkelerde katastrof etkisi yaratacağını düşünüyorum. Kapitalizmin yaşadığı her kriz anı aynı zamanda devrim imkanının doğduğu bir andır. Fakat aynı zamanda karşı devrimin de mayalandığı bir andır. Açıkça görüldüğü gibi dünya işçi sınıfı son derece örgütsüz, şekilsiz ve dağınıktır.

Böylesi yıkıcı bir kriz döneminde varolan egemen sınıfların tavrı ne olabilir, ne gibi gelişmeler yaşanabilir?

  Bu süreçte sermaye, işçilere en başta toplu tensikatlar, kazanılmış hakların gaspı, ücretlerin dondurulması gibi yöntemlerle saldıracaktır. Bugün Almanya’da otomotiv sektöründe yaşanan üretimi durdurma kararları, yarın birçok sektöre sıçrayıp işyeri kapatmalarına dönüşebilir. Benzer gelişmeler Türkiye’de de yaşanır. Kısaca sınıfın önündeki en büyük tehlike işsizlik olarak görünmektedir. Bu tehlikeyi sistematik zamlar izleyecektir. Türkiye’de son bir ayda doğalgazın yüzde 80 üzerinde zam görmesi şaşırtıcı değildir. Kısacası hem metropollerde, hem çevre ülkelerde işçi sınıfı işsizlik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu aynı zamanda açlık ve geleceksizlik demektir.

Ne demiştik?: ´Her kapitalist kriz anı aynı zamanda karşı devrimin mayalandığı andır!` Bu gibi finansal kriz bir yanıyla da -eğer işçi sınıfının güçlü ve örgütlü bir muhalefeti yoksa- kapitalizmin yenilendiği, rektifiye olduğu dönemlerdir. Yani böylesine bir süreçte işci sınıfı örgütsüzse ve işsiz yığınlar doğru bir politika içine çekilmezse, faşizmin kitle ruhu sokakları işgal etmeye başlayacaktır. Egemen sınıflar işsiz yığınları faşizmin mobilizasyonunun aracına dönüştürebilirler. Tıpkı Nazi Almanyası’nda olduğu gibi geleceksiz, umutsuz, kendisini bir hiç olarak gören “küçük insan” faşizmin militanı olacaktır. Merkez ülkelerde böylesi durumlarda neo-faşist bir hareket hızla gelişebilir. Doğu Almanya’da neo-faşist hareketin gelişmesi ve özellikle de Almanya’da yaşamakta olan göçmenlere yönelmesi boşuna değildir. Bunu hepimiz açık bir şekilde görebiliyoruz, günlük yaşamımızda takip edebiliyoruz. Türkiye gibi ülkelerde de faşist hareket ve dinsel gericilik güçlenebilir. Sermaye toplumu destabilize ederek, kendi yenilenmesini yaratacaktır. Türkiye’de Ortadoğu’da, Irak, Lübnan ve Filistin’de yaşanan Balkanlaşma anaforunun bir parçası haline dönüşecektir. Toplumda zaten açıkça varolan polarizasyonlar şiddetlenebilir.

Peki sizce bu süreç Kürt sorununa ne şekilde yansıyabilir? 

  Aslında bu konuda iki pratik örnek verebiliriz. 2008 yılının 1 Mayısı’nda yaşananlar nasıl ki AKP iktidarının sınıfa bakışını gösteriyorsa, Tayyip Erdoğan’ın son Güneydoğu gezisinde açıkça dışa vurduğu “ya sev ya terk et” anlayışı Kürt sorununa bakışını açıkça göstermektedir. Bu son olumsuz gelişmeleri finansal kriz ekseninde ele aldığımızda özellikle kitlelerin alt kimlikleri yani etnik, dini, milli, mezhebi yönlerinin provoke edilmesi önümüzdeki dönemde büyük bir olasılıktır. Geçenlerde Taksim’de kendisi de diskriminasyona uğrayan Roman kökenli birinin Kürtlere pompalı tüfekle ateş etmesi ve Altınova’da yaşananlar lokal düzeyde pogrom provaları olarak ele alınmalıdır. Bildiğiniz gibi pogromlar, yani Yahudi kıyımları Çarlık Rusyası’nda rejimin krize girdiği anda başvurduğu taktiklerdir. Önümüzdeki dönem bu finansal krizin de yıkıcı etkisiyle zaten varolan Türk-Kürt, laik-antilaik, Alevi-Sünni kutuplaşmaları yoğunlaşabilir. Bu süreç bir yanıyla da Balkanlaşma sürecidir. Kitlelerin olası sisteme yönelik tepkileri böylece kolayca nötrleştirilip boğulabilir. Herkes birbirinin celladı haline getirilebilinir. Bütün bu olumsuz gelişmeler aslında bir yanıyla da sermayenin kendini yenilediği, hatta krizden güçlenerek ortaya çıktığı bir dönemi aralayacaktır.

Peki şu an çizdiğiniz bu tablonun engellenmesi için Kürtler, Türkler, Lazlar ve diğer kesimler ne yapmalı?

  Türkiye işçi sınıfını işsizlik, açlık, geleceksizlik bekliyor. İşçi sınıfı kendine yönelik saldırılara karşı, -bu ücretlerin dondurulması, kazanılmış birtakım haklarının tekrar gasp edilmesi, çalışma saatlerinin yükseltilmesi gibi olabilir- hemen harekete geçmelidir. Bugün Sönmez Filament örneğinde yaşandığı gibi işyeri kapatmaları ve toplu tensikatlar gündeme geldiğinde sınıf, bir taban örgütlenmesi olan direniş komitelerini ve işgal komitelerini kurmalıdır. Bu komiteler aracılığıyla haklarına ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Benzer gelişmeler Arjantin’de yaşanmıştır. İşverenin kapattığı, kaçtığı işyerleri işçiler tarafından işgal edilmiş bu yerlerde işçi denetimi kurulmuştur. Türkiye işçi sınıfı da bu yoldan yürümelidir ve bunu bugün açıkça ilan etmelidir. Çünkü krizi yaratanlar işçi sınıfı değildir, sermayenin kendisidir. Bu oluşumların yanında doğalgaz, elektrik, su, telefon faturalarını ödememe, kapitalist yapının sinir sistemini oluşturan borsa ve banka blokajları gündeme alınmalıdır. Bu sivil itaatsizlik eylemleri aynı zamanda kapitalizmin teşhiridir. İşçi sınıfı ve emekçiler kendine yönelik her saldırıya karşı direniş ve eylemlerle cevap vermelidir. Bu anlamda işçi sınıfının tarihsel deneyimi olan taban örgütlenmeleri yaşanacak saldırılara karşı sınıfın savunma, direniş ve eylem örgütlerine dönüştürülmelidir. Yaşanan süreç bize aslında son derece önemli olanaklar da sunmaktadır. 28 yıllık muazzam hegemonya kuran neoliberal ideoloji artık iflas etmiştir. Ve olası her düzeydeki saldırıya karşı hazırlıklı olmalıyız. Bu krizin hafife alınması, yaratacağı katastrofun anlaşılmamasını tehlikeli görüyorum. İşçi sınıfının ve emekçi kesimlerin duyarlılığını artırmayı, onlara eylem ve örgütlenme yöntem ve projeleri üretmeyi bugünün temel görevi olarak düşünüyorum. Ayrıca şunu unutmayalım: Her kriz anı aynı zamanda sınıf mücadelesinin inanılmaz zenginliklerinin ortaya çıktığı andır. Hiç beklemediğimiz, bugün hayal bile edemeyeceğimiz gelişmeler olabilir, tıpkı Arjantin’de olduğu gibi birdenbire muazzam sarsıcı etkisi olan toplu kitle hareketleri doğabilir. Sorun buna müdahale edebilmek ve antikapitalist mücadeleyi geliştirebilmektir. Sınıfın bugünden duyarlı kılınması, olası gelişmelere karşı ne yapacağını belirlemesi önemlidir. ‘Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ sloganı şiar haline getirilmelidir. Krizin yıkıcı etkilerini ve sermayenin saldırılarını ancak örgütlü gücümüzle aşabiliriz. Gelecek saldırının ve olacakların boyutu çok açık ortadadır. İşçi sınıfı krize karşı acilen örgütlenmeli, programlarını ve projelerini şimdiden ortaya koymalıdır.

Sendikacı Eğitmen


Yeni_Özgür_Politika 1962 yılında Adapazarı’nın Akyazı İlçesi’nde doğdu. Toplumsal mücadeleler tarihi, Siyaset Felsefesi ve işçi hareketleri üzerine birçok çalışmalar yapan yazar ve sendikacı Volkan Yaraşır “Uluslararası İşçi Hareketleri”, “Öfkenin Kısa Tarihi”, “Sokakta Politika”, “Siyasal İslam ve AKP,” “Reddin Gücü”, “Gücün Reddi”, “Devrimin Gökkuşağı”, “İmparatorluğun Yeni Av Sahaları”, “İşgal Direniş Grev” gibi birçok araştırma kitapları yazdı. Bu çalışmaların yanında Yaraşır’ın ayrıca güncel politik gelişmeleri inceleyen yazı dizileri ve sendikal eğitime ilişkin çok sayıda çalışması yayımlanmıştır. T.Ü. Eğitim Fakültesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitiren ve uzun bir dönem DİSK/Tekstil Sendikası’nda eğitim daire müdürlüğü görevini yürüten Volkan Yaraşır, şu anda Türk-İş’e bağlı Tez-Koop-İş Sendikası’nda Eğitim Danışmanlığı yapıyor.

  NİHAL BAYRAM

Hiç yorum yok: