09.07.2011
‘Kürtleri tasfiye projesinin başına getirmek istediler, kabul etmedim’
Bağımsız
Milletvekili Altan Tan, AK Partiye yakın medya tarafından uğradığı
saldırıların nedenlerini açık açık Özgür Haber’e anlattı. Tan, Yayın
koordinatörümüz Naci Sapan’ a iktidarın-devletin Kürtlerle ilgili
tasfiye planının ne olduğunu dobra dobra açıkladı. Kendisine yapılan
teklifleri kabul etmediği için saldırıya maruz kaldığını belirten Altan
Tan, şunları söyledi; Kürt siyasetini çözme stratejisinin başına
getirilmek istendim. Bütün tarikat ve cemaatler AKP bağlantılı sözde
STK’lar tarafından uzunca bir dönem ikna edilmek istendim.
Kürtlerin yanında olmam onları çıldırttı
Kürtleri
uyutma politikası ile ilgili stratejisinin başına siyasal aktör olarak
getirilmek istendim. Fakat ben inanmadığım, doğru bulmadığım vicdanımın
kabul etmediği hiçbir projeye evet demediğim gibi, buna da evet demedim.
Evet dememekle kalmadım. Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin
tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt
siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak
taleplerine de destek verdim. Bu, bana o teklifi yapanları çıldırttı.
Onun için şu anda yaptıkları bir şekilde beni tasfiye etmektir.’’
Emek,
Özgürlük ve Demokrasi blok’u listesinden Diyarbakır’dan bağımsız
milletvekili seçilen Altan Tan ile uzun bir sohbet yapıp, merak
ettiklerimi, yemin boykotunu, Devletin-hükümetin Kürt sorununa bakış
açısını sordum. Altan Tan, uzun yıllardır tanıdığım biri. İslami
kimliğini bulunduğu alanlarda her koşulda ön planda tutan biri.
Sosyalistlerin ağırlıkta olduğu blok içinde de bu kimliği ile yer aldı.
Seçim propagandalarında da, sürekli mazluma, mağdura, gerçek İslam’a
vurgu yaptı. İslam hukukunun mazlumun ve mağdurun yanında olmayı
gerektirdiğini anlattı. Türkiye’de iktidarla yakınlaşan bazı İslami
çevrelerin, onlar gibi düşünmesini eleştirdi, mağdurdan ve mazlumdan
yana tavırlarının olmadığına vurgu yaptı, halende bu eleştirilerinde
ısrarlı.
Yandaş saldırılar
İşte;
tüm bu nedenlerden dolayı, son dönemlerde, o mahallenin eski ve yeni,
iliştirilmiş gazetecileri, Tan’ın deyimiyle yandaş medyanın kalemşör ve
tellallarının saldırılarına maruz kaldı. Altan Tan, kendisine yönelik bu
saldırıların nedenlerini Özgür Haber’e anlattı. Tan’a yönelik eleştiri
ve saldırıların temelinde yatan gerçek, aslında dudak uçuklattıran
türden bir gerçek.
Karanlık proje
Altan
Tan, “Devletin-iktidarın Kürtlerle ilgili tasfiye projesi
hazırlanmıştı. Bu projenin başında siyasal aktör olarak görev almam
istendi, kabul etmedim. Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında yer aldım.
Bu onları çıldırttı, bu saldırıların esas nedeni de budur’’ diyor ve
kamuoyunu karanlık bir plandan, projeden haberdar ediyor.
Detaylarını
söyleşimizin içinde aktaracağımız bu karanlık plan ve projeden kaynaklı
saldırıların en başına dönüp, İslami kesimin iktidar yaklaşımının
nedenlerini, İslami kimlikli biri olarak nasıl değerlendirdiğini
soruyorum Altan Tan’a, yanıtını hep birlikte okuyoruz;
Devletle aynı noktaya geldiler
“Son dönemde, özellikle tırnak içinde İslamcı diyeceğim. Çünkü bunların İslamcılıkları
falan kalmadı. İktidarın yandaş medyası şahsıma yönelik bir açık bulup,
onun üzerinden polemik yapmak ve yüklenmek modası yarattı. Bunun tabii
çok açık ve net bir sebebi var. AKP hükümeti ve onun etrafında kümelenen
bazı tarikat ve cemaatler Kürt meselesinin çözümünde devletle aynı
noktaya geldiler.
Özetle
bunların projesi şu; Çok net olarak söyleyebilirim; Kürtlere şu ana
kadar verdiklerimizin dışında vereceğimiz başka bir şey yok.
Nedir bu; birey haklarına “Evet” grup haklarına “Hayır”.
Bu tabii entelektüel bir cümle gibi kuruluyor. Fakat bunun anlamı
şudur; Kürtler kendi aralarında çarşıda, pazarda, sokakta ve evde Kürtçe
konuşabilirler, şalvar giyebilirler, Puşi bağlayabilirler, folklor
oynayabilirler, şarkı ve Türkü’de söyleyebilirler. Bununla birlikte bir
iki radyo ve TV programı da izleyebilirler. Ama bunun ötesinde Kürtçe
ana dilde eğitim yapamazlar. Kendi kendilerini yönetme ile ilgili
demokratik özerklik, bölgesel yönetim, eyalet sistemi ve federasyona
kalkışamazlar. Özetin, özeti budur.’’
Genelkurmayla ortaklaşan proje
İktidarla
başlayan böyle bir anlayışın Genel Kurmay la da ortaklaştırıldığını,
bunun için en iyi örneğinin, dönemin Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un ilk
Diyarbakır gezisinde ortaya çıktığına vurgu yapan Altan Tan, o gezi ile
ilgili şu hatırlatmayı yaptı;
“2008’in
Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ göreve başlarken
Diyarbakır’a geldi. Bazı STK temsilcileri ile bir araya geldi ve bir
toplantı yaptı. Orada da aynen birey haklarına “Evet” grup haklarına
“Hayır” diyerek durumu netleştirdi. O tarihte 2008 yılında Genelkurmay
Başkanı’nın Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın ardından bu bir devlet ve
hükümet politikası halinde yürürlüğe girdi. Ondan sonrada bir strateji
belirlendi. Yani bunu Kürtlere kabullendirmek için.’’
Tan, belirlenen stratejinin adım, adım nasıl yol aldığını, maddeler halinde, gerekçelendirerek şöyle anlatıyor;
5 bin kalifiye eleman devre dışı
“Sonra ne oldu? Adım adım gidelim;
Birincisi;
önce legal Kürt siyaseti ile yani DTP ve sonrasında BDP ile PKK
arasındaki bağın koparılması hedeflenmekteydi. Bunun içinde ilk etapta 3
bin, son seçim döneminde de 2 bine yakın insan gözaltına alındı ve
tutuklandı. Yani şehirde bulunan sivil kadrolar, eline silah almamış ama
Kürt siyaseti ile bağlantılı 5 bine yakın kalifiye eleman devre dışı
bırakıldı. Bundan da anlaşılan şehirdeki Kürt siyasetçilerin ve
seçimlere giren partilerin gücünün zayıflatılması birinci hedef budur.
Avrupa’da izole
İkincisi;
Kürt siyasetinin yani dağ kısmı PKK, Kandil kesimi üzerine uluslar
arası güçlerinde desteği ile yani Irak ve ABD’nin Avrupa’da Fransa ve
Almanya’da mali kaynaklarının kesilmesinden tutun askeri olarak izole
edilmesine kadar bütün tedbirler devreye sokuldu.
Din faktörü
Üçüncüsü; Din faktörü devreye sokularak tarikat ve cemaatler fasılası ile
PKK’nin, Kürt siyasal hareketinin terörist, dinsiz ve Zerdüşt olması
ile ilgili yoğun bir propaganda başladı. Son seçim döneminde Başbakan’ın
“Kürtçe ezan istiyorlar” polemiğiyle de doruğa ulaştı. Buda dindar
Kürtler nezdinde Kürt siyasi hareketinin ve partisinin itibarsız hale
getirilmesi operasyonuydu.
Devlet imkânları
Dördüncüsü:
Yine aynı şekilde bütün devlet imkânları valilkler, tarikat ve
cemaatlerin yardım fonları, bunların tamamı devreye sokularak, ekonomik
yönden güçsüz halk kesimi elde edilmek istendi.
Özel harp stratejisi
Beşincisi: Bölgede
etkili olabilecek bazı liberal, sosyal demokrat veya muhafazakâr
kişiler devşirilmeye çalışıldı. Yani bunlar meşru taleplere sıcak bakan
kişilerdir. Bunlarda siyaseten, mevkii makam, bürokratik değerlendirme
gibi yollarla Kürt siyasal hareketine destek vermekten alıkonuldu. Bu
komple bir projedir. Bu komple projenin sonuç noktası Kürtlere
verilenlerden başkası yoktur. Alın Allah’a şükredin. Bize de teşekkür
edin. Yaşamanıza da izin veriyoruz. Ama bir Arnavutluk gibi Kosova gibi.
Bir Bosna Hersek gibi. Bir Çeçenistan gibi halk olma iddiasında
bulunmayın ve Ortadoğu’da kadim bir millet olarak eşit ortaklık ve statü
talebinde asla bulunmayın. Özetin özeti budur. Bütün bu siyaset,
Kürtlerin bir halk olma iddiasını çözme ve bir statü sahibi olmalarını
engellemeye yönelik bir özel harp stratejisidir. Geldiğimiz nokta budur.
Başbakanda bu stratejik noktada
Benim değerlendirmelerine göre, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın da durduğu nokta budur. Başbakan’ın
kendi yüzüne bu yolun yanlış bir yol olduğunu Kürtleri bir halk olarak
kabul etmeyen hiçbir çözüm stratejisinin tutmayacağını söyledim. Yüzüne
karşı söyledim. Bu söylediklerim kameraya da alındı. Bütün olan bitenin
özeti budur.
Kürtlere
karşı uygulanan, uygulanmak istenen stratejiyi 5 ana başlıkta Anlatan
Altan Tan’ın, asıl bundan sonra söyledikleri çok önemli. Tan, bunları
ilk kez kamuoyuna açıklıyor. Tan’ın anlattıkları yenilir, yutulur
cinsten olmadığı gibi, tarihe ışık olması açısından da çok önemli.
Uygulanmak istenen, görünürde uygulandığını zaten hissettiğimiz projeden
kaynaklı Altan Tan’a yönelik saldırıların nedenini de kendisinden
dinliyoruz;
Uyutma projesinin başına geçmedim
Tan,
şöyle anlatıyor; “Bana karşı tepkileri de şöyle açıklayayım. Ben
yukarıda anlattığım bu Kürt siyasetini çözme stratejisinin başına
getirilmek istendim. Bütün tarikat ve cemaatler AKP bağlantılı sözde
STK’lar tarafından uzunca bir dönem ikna edilmek istendim. Bu Kürtleri
uyutma politikasının stratejisinin başına getirilmek istendim. İçine
değil bu projenin başına getirilmek istendim. Siyasal aktör olarak
getirilmek istendim. Fakat ben inanmadığım doğru bulmadığım vicdanımın
kabul etmediği hiçbir projeye evet demediğim gibi, buna da evet demedim.
Evet dememekle kalmadım. Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin
tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt
siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak
taleplerine de destek verdim. Bu onları çıldırttı. Onun için şu anda
yaptıkları ve ettikleri ne olursa olsun, bir şekilde beni tasfiye
etmektir.
Haklı olduğumuz için kazandık
Ama yanlış yolda gidiyorlar. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın son grup toplantısında bir cümlesi var. “Biz çok güçlü olduğumuz için kazanmadık, haklı olduğumuz için kazandık.”
Çok önemli bir cümle bu. Biz delikanlı, aslan veya kaplan olduğumuz
için kazanmadık. Biz haklı ve mazlum olduğumuz için kazandık. Onun için
bunlarda bu projede başarılı olamayacaklar. Asla, Allah’ın izniyle
etkili olamayacaklar. Çünkü güçlü değiliz, haklıyız, mazlumuz ve
mağduruz.’’
Altan
Tan, bu son anlatımlarıyla, hazırlanan ve uygulanan derin bir
stratejinin ve bağlantılı olarak bir tasfiye planının birinci derecede
muhatabı edilmek istenmiş, ancak kabul etmemiş. Blok’un içinde Kürtlerin
yanında tavrını belirlemiş. Bundan sonraki süreç hem kendisi hem de
blok milletvekilleri, aynı zamanda Kürtler içinde çok önemli. Bu nedenle
bundan sonraki süreç nasıl olmalı, Kürtler ne yapmalı, nasıl bir yol
izlemeli?
Tan, bu sorumuzu şöyle yanıtlıyor;
Enfeksiyonlara dikkat etmek lazım
“Şimdi
bu saatten sonra enfeksiyonlara dikkat etmek lazım. Enfeksiyonlardan
kastım ne. Kürtlerin bir halk ve statü sahibi olmaları gerekir. Buda
mazlum ve mağdur bir halkın meşru haklı talepleridir. Buna engel olacak
bütün eylemlerden ve konuşmalardan sakınmak lazım. Kürt siyasetinin
içinde kavga olmasını isteyen kirli unsurlar vardır. Bu kirli unsurlar
Türkiye’deki yıllardır devam eden kirli rejimin içindeki kirli
unsurlarla kirli işler yapmaya devam edebilirler. En büyük tehlikelerden
biriside budur. Buraya dikkat etmek lazım. Bunu nasıl önleyebiliriz.
Kandil’den İmralı ya kadar feryat ediyorlar, hakikatleri araştırma
komisyonu kuralım. Eğer varsa hem Kürt hem de Türk siyasetinin içinde ne
kirlilikler olmuş, bunların hepsini deşifre edelim. Devlette elindeki
tüm belge ve bilgileri sunsun. Devletin arşivinde, kasasında ne kadar
bilgi varsa bunların hepsini göstersin. Bu kirliliği deşifre edelim ve
bitirelim.
Kirli unsurlara dikkat etmek lazım
Kürt
siyasetinin önünde ki en büyük tehlike, bu kirli unsurların ortaya
koyacakları bazı tavırlardır. Bunlar çözümü engelleyebilir. Çözümü
karartabilir. Mağdur ve mazlum bir mücadeleyi haksız bir duruma
düşürebilecek eylemler sergilenebilir. Bunların hepsi oldu, geçmişte
oldu. 33 askerin öldürülmesi olayı var. Bunun gibi kamuoyu vicdanını
rahatsız edecek olaylar olabilir. Onun için bu çıkmazdan çıkmanın
birinci yolu önce bu kirliliklerin deşifre edilmesidir. Ondan sonra bu
kirli eylemlerin önünün kesilmesidir. Türkiye ve dünya kamuoyunda esas
sebebin sürekli vurgulanması lazım.’’
Gelinen
noktada, bundan sonra ne yapılması gerekir? Devletin, hükümetin,
Kürtlerin ne yapması gerekir, bu konudaki önerilerini soruyorum Altan
Tan’a, şöyle yanıtlıyor;
“Geldiğimiz bu noktada iki yol var; birincisi, devlet
ve hükümet ya Kürtleri bir halk olarak kabul edecekler ve eşit ve
ilkeli birliktelik yeni bir Türkiye ve Ortadoğu inşa edecekler. Bu
devlete ve hükümete önerilerimizdir. Bunun da yolu çok basittir ve çok
kolaydır. Evrensel kriterlere göre yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu
inşa edilebilir. Bu sorun artık Suriye, İran ve Irak’ı
da ilgilendiriyor. Yeni Ortadoğu derken, ilk önce çevremizdekilerle
doğru dürüst bir ilişki kuracağız.
Milyonlarca kürdü ikna edemezler
İkincisi,
veya devlet bu yola girmeyecek, ben bugüne kadar yaptığım yoldan başka
bir yol tanımıyorum. Siz bir halk değilsiniz. Siz bir alt kimliksiniz
gibi safsatalarla yoluna devam edecek. Böyle devam ederse; diyelim ki,
PKK’yi ve BDP’yi ikna etse bile veya tasfiye etse bile Ortadoğu’daki
milyonlarca kürdü ikna etmesi mümkün değildir. İmha etmesi hiç mümkün
değil. Bu mesele artık BDP ve PKK’nın çözülmesi ve tasfiye edilmesinin
de ötesine geçmiştir. Onun için buna devlet ve hükümet
karar verecek. Bu bir mevsimde çözülebilecek bir meseledir. Ama hazır
değilim ve bu noktada yine inat edeceğim derse, onlara da yazık bize de
yazıktır. Burada bir çözümsüzlük çıkar. Seni teslim almaya çalışıyor
olur. Sen teslim olsan bilse senin torunun ve çocuğun teslim olmayacak.
Onun için İmralı’da yapılan görüşmeler Kandil’de yürütülen görüşmelerin
gelip dayanacağı nokta budur. Tasfiyemi, yoksa eşit adil bir kabul mü?
Bir ortaklık mı? Ama maalesef şu an devlette ve hükümette kalıcı bir
irade gözükmüyor. Bu noktada Kürtlerde meşru zeminde demokratik
mücadelelerini mecburen devam ettireceklerdir. Ben artık bu işten
vazgeçiyorum demek kendi kendini inkâr etmek demektir.’’
Grup
toplantısının Diyarbakır’da yapılması demokratik özerklik ile ilgili
adımların atıldığı yönünde yorumlara neden oldu, gidişat bunu mu
gösteriyor? Sorumuza ise şöyle yanıt veriyor Altan Tan;
Türkiye’nin önünde iki yol var
“Şartlar
insanı nereye götürür bilinmez. İnsan birçok şeyi isteyebilir. Ama gücü
nereye götürür bilinmez. Gücü yetmezse onu yapamaz. Burada halkı
sıkıntıya sokacak yükler yüklemek yanlıştır. Şartlar var oldukça ve
hazır olundukça destek verilir. Türkiye’nin önünde iki yol vardır.
Bunlardan birisi birlikte yaşama projesidir. İkincisi ise kopuş projesidir.
Biz
onurlu adil ve herkesi tatmin edecek barış yapacağız. Kürtler bütün
kimlik haklarını alacaklar. Herkes Müslümanların sıkıntılarını dile
getirirken başörtüsünden bahsediyor. Birinci en somut şey budur. Sembol
haline gelmiş mücadele budur. Kürt siyasal mücadelesinde de sembol
diyebileceğimiz iki unsur var. Birincisi ana dilde eğitim, İkincisi
kendi kendini yönetebilme. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir proje ile
bunları sağlayarak birlikte yaşayabilmeyi inşa etmelidir. Bunu
yapamadığı anda çatışma ve kopuş süreci başlar. Çatışma ve kopuşu hiç
kimse istemez. Aklı başında Kürtler ve Türklerde bunu istemez. Bütün
dünya birlikte yaşamaya mecburdur. Kültürel şartlardan dolayı.
Dolayısıyla Kürtler ve Türkler birlikte yaşamayı, ama onurlu bir şekilde
projelendirmelidir. Ama kopuştan başka bir seçenek kalmazsa, bunun
maliyeti ne kadar ağır olursa olsun, tepyekün imha olmaktan daha iyidir.
Ama bunu tekrar söylüyorum; aklı başında hiç kimse arzulamıyor. Bende
arzulamıyorum ve asla da arzulamam.’’
Özellikle
grup toplantısından sonra, çözümsüzlüğün doğuracağı ağır sonuçlar
hesaplanarak, sorunlara nasıl çözüm buluruz mantalitesi içinde olunması
gerekmiyor muydu? Hem Devlet hem de iktidar açısından soruyorum.
İslam akidesi çözümden yanadır
Altan
Tan sorumuzu şu sözlerle yanıtlıyor; “Kesinlikle olmaları gerekiyor.
İslam akidesi kesinlikle çözümden ve birlikte yaşamaktan yanadır. Müslüman
olduğum için bunu savunuyorum. Yalnız son dönemde İslami kesimin içine
düştüğü bir sıkıntı vardır. 1950’de Demokrat Parti ile başladı. 1950’ye
kadar İslami kesim neredeyse yüzde yüzü rejime ve Kemalistlere
muhalifti. Fakat demokrat parti ile beraber İslami kesim rejimin içine
çekilmek istendi. Kemalistle İslamcıların uzlaşması asla mümkün
değildir. Bu taktik yakınlaşma demokrat partinin ezanı tekrar Arapça
yapması, bazı İslami şahsiyetlerin serbest bırakılması, bir taktik
olarak yakınlaşma getirdi. Ama kısa bir süre sonra bu yakınlaşma aynen
bir balığın oltayı yutması gibi stratejik birlikteliğe dönüştü. Son
dönemde ise, yine Ortadoğu’daki İslam projesi ve küresel güçler ve
uyumlu iktidarlar bütün İslami grup ve cemaatler ciddi bir mevzi
kazandı. Ama bu mevzi kazanma bir müddet sonra yanlışa karşı susmayı
getirdi.
Avcı kekliklere ihtiyaç var
Bir başbakan çıktı dedi ki; “Kürtçe ana dilde eğitim ülkeyi böler.”
İslami kesimin birkaç istinası hariç, yüzde 99’undan bir eleştiri
gelmedi. İslam hukukuna göre bu yanlış bir ifadedir diyen çıkmadı.
İslami kesim iktidar ile iç içe girdi. Taktik olarak devleti kullanma
veya istifade etme noktasında devletin düşündüğü noktaya geldi. O noktada Altan Tan’a ihtiyaç yok. O noktada avcı kekliklere ihtiyaç vardır. Yani Kürtleri kandıracak, oyalayacak ve siyasal taleplerini boşa çıkaracak aktörlere ihtiyaç var.’’
İslami kesime çağrı
Altan Tan söyleşimizin sonunu İslami kesime çağrı yaparak bağlıyor ve şunları söylüyor;
“Şimdi burada da İslami kesime çağrım şudur; Önce doğru İslam hukuku ve
akidesinin olduğu noktasına gelin. Ondan sonra devlete AKP’ye, BDP’ye
ve PKK’ye olan mesafenizi belirleyin. Doğrulara doğru, yanlışlara yanlış
deyin. Ne AKP’li, ne BDP’li, ne PKK’li, nede devletlu olun. Kendiniz
gibi olun. Bu mesafe belirlendiği zaman çözüm kendiliğinden çıkacaktır.
Yani Kürtçe ana dilde eğitim bir halkın yani Kürtlerin veya Arapların
veya Çeçenlerin hakkı değimlidir? Bunu yapalım yönetim şekli ortaya
çıkacaktır. Şu anda gelinen nokta iktidarın ve devletin yanında
durmadır. Buda çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Bu günaha ortak
olmadır. Aynı şekilde benimde mesafemi doğru ayarlamam gerek. Bu günah
AKP’ninde olabilir BDP’ninde günahı olabilir. Devletinde olabilir.
PKK’ninde. Günahlara ortak oluruz. Doğru olan her şeye de destek vermemiz lazımdır. Devletinde BDP’ninde, PKK’nin de, AKP’ninde. Doğru ve haklı bir talepleri varsa, bizim buna destek vermemiz lazımdır.’’
Proje çöktü, kızgınlık başladı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder