14 Eylül 2011 Çarşamba

12 Eylül ve Toplumsal Travma

12 Eylül'de direk zarar gören insanların sayısını bilmek, zarar tespiti açısından çok da gerçekçi değil. Her kurbanın ortalama iki çocuğu olsa, var olan sayıları üçe katlamak gerekir. Bir de bunlara, 12 Eylül'ün devamı olan sistemin verdiği travmalar eklenirse, kurban sayısının vahimliği açıktır. Ve buna, sayısal çoğunluğu dikkate alırsak, toplumsal bir travma diyebiliriz.

Hayatın her alanında hala izleri çok canlı olan Türkiye için büyük bir toplumsal travma. Sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel ve de en önemlisi ruhsal şekillenmede 12 Eylül travması 31'inci yılına rağmen, hala egemen.
Bugün Türkiye'de var olan siyasal krizin (Kürt sorununun çözümü) temelinde, nasıl analiz yaparsanız yapın, 12 Eylül travması yatmaktadır.

 12 Eylül'ün toplumun ruhsal şekilenmesindeki rolü blirleyici olmasına rağmen, diğer toplumsal alanlarda yaşanan krizler, birbirlerini negatif olarak etkileyip, her alandaki krizin derinleşmesine neden olacağı için, aralarına çok keskin sınırlar koymak mümkün değil.
Bu kadar kitlesel bir travmaya rağmen, toplumun ve yönetenlerin hala etkin bir çalışma yürütmemeleri (var olan çalışmaları takdir ile karşılayıp desteklemek zorunluluğu tartışmasızdır) ya da yürütememeleri travmanın şiddeti ile pozitif orantılıdır.

Travmanın zararlarının ve complikasyonlarının iyileştirilmesi süresi uzadıkça, travma daha kronikleşir ve çözümü de giderek zorlaşır. Çözüm zorlaşır çünkü, travmanın işlenmesinde belirleyici ve efektif rolü olanlar, travmanın direk kurbanlarıdır ve bugün 12 Eylül travmasının direk kurbanlarının ortalama yaş sınırı 50 civarındadır. Türkiye'de ortalama yaşama süresinin de gelişmiş ülkelere göre kısa olduğunu düşünürsek, ilk kurban nesilin yavaş yavaş yok olmaya doğru gittiğini ve de travma işleme olayının giderek zorlaştığını hatta complex bir durum alacağını söyleyebiliriz.

Travmalı insanların yetiştirdiği nesil de bu travmadan indirekt etkilenir. Şikayetleri farklılık gösterse de, şikayetlere neden olan, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin yaşadığı travmaların, yarattığı davranış bozukluklarının çocuklar üzerinde bıraktığı, çoğu kez kalıcı olabilen davranış bozukluklarıdır. Tıp dilinde buna travmanın ikinci nesli denir. Bugün psikyatrinin gelişmiş olduğu Avrupa ülkelerinde, İkinci Dünya Savaşı'nın kurbanlarını iyileştirmek için açılan tedavi merkezleri, artık savaşın ikinci neslini tedavi etmek için yeniden düzenlenmişlerdir. Bu ikinci neslin tedavisi, travma birinci nesilde işlenmediği zaman, rahabilite edilmedigi zaman ya da hiç  konuşulmadığı zaman daha da zorlaşır.

Sorunun kendisi de tedavisi de daha da kompleksleşir

12 Eylül'de direk zarar gören insanların sayısını bilmek, zarar tespiti açısından çok da gerçekçi değil. Her kurbanın ortalama iki çocuğu olsa, var olan sayıları üçe katlamak gerekir. Bir de bunlara, 12 Eylül'ün devamı olan sistemin verdiği travmalar eklenirse, kurban sayısının vahimliği açıktır. Ve buna, sayısal çoğunluğu dikkate alırsak, toplumsal bir travma diyebiliriz.

Eylül travmasını complexleştiren diğer önemli bir faktör de, Eylül travması öncesi olan ve de işlenmemiş diğer travmaların, Eylül travması ile eklemlenmesidir. 12 Mart travması, 27 Mayıs travması, Osmanlı'nın çöküşü, Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi vb vb. Bunların her biri kendi içindeki sosyal ve psikolojik sorunlarını, diğer nesillere aktarmıştır ve her travma bir öncekinden (işlenmemiş önceki travmalar) dolayı, etkileri ve sonuçları itibarı ile eklemlenerek bugüne kadar gelmiştir. Ve topluma özgün bir davranış modeli ortaya çıkmıştır.

İntergenerasyonel davranış kodu dediğimiz bu davranış biçimi, bir nesilden diğerine spontan bir biçimde aktarılan davranıs biçimi, Türkiye'de toplumun davranış kodu olmuştur (kültürün de belirleyeci yanıdır). Türk toplumundaki davranış kodu ya da kültürünün en önemli özelliği, sorunları konuşmamaktır, konuşamamaktır. Sorunları bütün çıplaklığı ile konuşamamanın en büyük nedeni korkudur.

Korkunun panzehiri konuşmaktır

Türkiye toplumunda bu korku, kuşku ve güvensizlik o kadar derindir ki, 12 Eylül'e karşı ilk örgütlü başkaldırıyı gerçekleştiren, PKK ve Kürtlere karşı, hep mesafeli olmuşlardır. Ve de korkmuşlardır. Ve de güvenmemişlerdir…

Şimdiler de ise şiddet ile yok edilmesi istenmektedir. Oysa Türk toplumun, PKK'ye ve Kürtlere karşı can ve vicdan borcu vardır… Toplumun vicdanın sözcüsü ve tercümanı aydınlardır. Aydın vicdanıdır. Türk aydının bu gecikmiş görevini yerine getirmesi , önümüzdeki hassas süreci belirleyen olacaktır. Ya da Xenofobi de on saflarda yer alacaktır. Ki bugün bunun örnekleri çok bariz mevcuttur.

12 Eylül Türkiye toplumu için, sadece bir döneme ait, yaşanıp bitmiş, sınırları belli olan bir travma değildir. Bir deprem, ya da bir doğal affette yaşanan travmalar ne kadar ağır olsa da, bir bitiş tarihi vardır. Ve bu tarihten sonra, insanların korkuları devam etse bile, bitiş sonrası göreceli bir güven ortamı vardır. Bu güven ortamı daha çok travmanın tekrar etmeyeceğınin doğurduğu bir güvendir. Travmanın neden olduğu  şikayetler de bu güven ortamından dolayı sınırlıdır ve işlemesi de, toplumsal tedavisi de daha kolaydır. Toplumun travma sonrası rehabilitasyonu için gerekli hatta zorunlu şartlar vardır. (Bu konuda Amerika'da 11 Eylül travmasının ve  tsunaminin yarattığı toplumsal travmaların işlenmesi, kitlesel rehabilitasyon için  verilebilecek örneklerdir.)

Oysa, aradan 31 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala toplumda egemen olan, yönetim kültürü, 12 Eylül kültürünün devamı olduğu için, hayatın her alanında, hala etkinliğini koruduğu için, Türkiye'de 12 Eylül travmasının, sadece büyük, geniş bir alana yayılan, şiddetinin ve derinliğinin yanında, süregenleşen, kronikleşen bir toplumsal travma olduğunu söyleyebiliriz. Eylül travması toplumun dokusuna işlenmiş, ve bugünkü hali ile Türk toplumunun, ruhsal şekillenmesinde, belirleyici bir duruma gelmiştir. Bunun çok iddialı bir belirleme olduğunun farkındayım.

Ama…Kültür bir toplumun ruhsal şekillenmesinin dışa vurumudur… Ruhsal şekillenme de, yaşanmış travmaların, complex toplamı, katlanması ya da etkileşiminin sonucudur. Henüz, bilimde bu konuda yeterli tespitler yapılmamış olsa bile, bana göre insanın ruhsal şekillenmesi de yaşadığı travmaların complex toplamının sonucudur. Dünyaya gelmek bir travmadır, anne memesinden kopmak bir travmadır, evlenmek, boşanmak, çocuk doğurmak, hastalık, şiddet, dayak, hapse girmek, aç kalmak, göç etmek vb. vb.. bunların hepsi bir travmadır… İnsanın ruh halini ve davranışlarını da belirleyen, bu travmaların algılanma, işleme ve yeniden üretilmesi ile belirlenir (inprenting- working en reproduction prosesi).

12 Eylül'ü belirleyen, kendinden önce yaşanmış toplumsal travmaların toplamıdır, kesinlikle aynısı değildir, işlenmiş ya da işlenmemiş travmaların, sinerjisinin sonucudur. Örneğin, Cumhuriyet'in kuruluşu, aslında Osmanlı döneminde Anadolu halklarına yaşatılan travmaların, toplumsal rehabilitasyonunda çok önemli ve pozitif bir adım olmasına rağmen, öngörüsü az yöneticilerinin, hala Osmanlı'daki kültürün etkisinde olmaları (İttihat Terakki, Kuvvayi Milliye kültürü), toplumun değişim ve dönüşümünde, kendileri yeterli değişim ve dönüşüme sahip olamadıkları için, CUMHURİYET=TOPLUMSAL REHABİLİTASYON olabileceğini kavrayamadıkları için, kurulan yeni toplumsal sistem , cumhuriyet güdük kalmıştır… Bugün topluma garip bir biçimde nüfus etmiş Ergenekon çetesi denen vaka, İttihat Terakki–Kuvvayi Milliye kültürünün, Cumhuriyet'in kuruluşunu travma olarak algılayıp, reddetmesi sonucu doğmuştur… Ergenekoncular hapiste olabilir ancak onların sahip olduğu zihniyet toplumda bütün aspektleri ile hala egemendir. Aslında, Ergenekon denen mitolojik olayın da, büyük bir travma üzerine kurgulanmış olması tesadüf değildir. Cumhuriyet, rehabilitasyon işlevini tam görseydi, güdük kalmasaydı, bugün Türkiye'de darbeler ya da e-darbelerin ya da ordunun toplumu yönetmedeki ısrarının zemini olmayacaktı…Sivilizasyon prosesi de kurallarına uygun olarak işleyecekti. Yaklaşık 25 milyonluk Kürt nüfusun, uluslararası hukuktan yoksun yaşamaları, her taleplerinin şiddetle bastırılması  sivilizasyon önündeki en büyük engeldir.

Travmanın etkisi sürüyor


Belki örnek olması açısından, 12 Mart askeri darbesi, Ecevit'in başlattığı, genel af, görkemli geçen Karaoğlan mitingleri aslında, kabul edelim ya da etmeyelim bir toplumsal rehabilitasyon projesiydi… Mitinglerin çok görkemli olması, halkın travmaya işlemeye karşı olan ihtiyacıydı… Her şeye rağmen, bugün tarihe baktığımızda, yine de toplum üzerinde, üç gencin haksız idamına rağmen, 12 Mart askeri darbesi ile kısmi bir barışıklık vardır. Bu da Ecevit başlattığı ama sonunu getiremediği, güdük kalmış toplumsal rehabilitasyonun yarattığı, göreceli bir barışıklıktır… Bu proses tamamlanmadığı içindir ki, 12 Eylül darbesi engellenememiştir. Şiddeti kendinden önceki toplumsal travmaların katlanarak gelmesi sonucu daha da ağır olmuştur. Kısacası son 31 yıl içinde yaşananlar, tarihten gelen toplumsal travmaların, sindirilememiş ve de bitirilmemiş rehabilitasyonların, travma ile eklemlenerek ve kısmen şekil değiştirerek ama travma özünü ve sonuçlarının koruması ile oluşmuştur…

Bugün düşünen ve üretebilen az sayıdaki insanın, toplumdaki, egemen olan korku, kuşku, güvensizlik, düşünme ve üretme tembelliği, akıl durması, sorunların çözümünde diyalog yerine diyalogsuzluğu tercih etmek, saldırganlık, şefaflıktan korkmak ve şiddeti sorgulamayan, sorguluyanların da yanıtlamaktan kaçındığı, soruların ve sorunların, toplumsal şikayetlerin temelinde, bu travmaların toplamı yatmaktadır…
Travma tek başına içinde şiddet içeren bir olgudur. Bu travma işlenmediğinde yada  rehabilite edilmediğinde,  agresor(şiddet uygulayan ile)  ile özdeşleşen  davranışlara dönüşmesi mümkündür.

Kürt sorununun çözümünü hala şiddet mekanizmasının uygulanmasında görenler, kendini 12 Eylül şiddeti ile özleştirmiş olanlardır. Geçmişte ve şimdi hala Travma Mağduru iken,  ayn anda saldırganlaşabilen ve şiddeti hiçbir biçimde sorgulamayıp meşru görenler aslında çifte mağduriyet yaşayanlardır. Çünkü hem mağdur hem de saldırgandır. Bu toplumsal travma nasıl işlenir..Devletin ve aydınların bunu hangi projelerle hayata geçirmesi gerektiğini, aydınların görevi hepsi kendi başına bir araştırma konusudur. Ve yapılması aciliyeti vardır.

Dr. IŞIK İŞCANLI

Hiç yorum yok: