14 Eylül 2011 Çarşamba

Savaşı Kim, Hangi Çıkarlar Yüzünden Tırmandırıyor?

Muhittin CEMİL - Ender KARADENİZ 
 

Önce haberi okuyalım:

“Türk şirketi Genel Energy, İngiliz Vallares International ile birleşiyor. Bu birleşme, 4 milyar dolarlık bir dünya devi doğuracak. Genel Energy CEO’su Sepil, ‘Devler arasına girmek için tarihi bir adım attık. Yeni satın almalar gündemde’ dedi.


Bölgenin en büyük enerji şirketi olan Genel Energy, Kuzey Irak petrollerini dünyaya açıyor... Genel Energy’nin sözcüsü Orhan Duran, şirketin faaliyetleriyle ilgili daha önce yaptığı açıklamalarda ‘Henüz kuyu kazmadığımız bölgeler var. 2011 yılında buraları programımıza aldık’ dedi. Şirket, başka coğrafyalardaki yatırımlarına da hız vermeyi planlıyor. Duran, ‘Batı ve Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Hazar Bölgesi’nde de çalışmalar yapıyoruz’ ifadelerini kulllanmıştı.”


Sanırız anlaşıldı. Karamehmet grubundan söz ediliyor. Kuzey Irak dedikleri de, malum Kürdistan Federe Bölgesi. Kürt petrolü Türk’ün ve İngiliz’in elinde.


Bunlar ne yapıyor? “Kuzey Irak petrollerini dünyaya açıyor”...


Şimdi anlaşıldı mı, neden “Kuzey Irak” dağları bombalanıyor? Neden Öcalan’la müzakereler durduruluyor ve kırk günü aşkındır İmralı’ya tecrit uygulanıyor? Neden BDP’liler tutuklanıyor? Neden bütün medya ağzı sulanarak ve de petrollenerek Türk kamuoyuna “Akdenize inelim, kışa varmadan Irak’a girelim” diye şövenist ve yayılmacı bir lağım akıtıyor?


Bölge pazarları paylaşılırken, Türk bölgesel emperyalist sermayesi, Kürdistan pazarına büyük devletlerle ortaklık kurarak el koymaya çalışıyor.


Bugün barış ilan edilse ve çözüm gerçekleşse, Türk sermayesi, bu pazarlara el koymak için, Güney Kürtlerini silahla tehdit etme imkanından mahrum olurdu. Bu da, başka ülkelerle Kürt pazarını yağmalama savaşında, Türk tarafının NATO, ordu, silah, savaş tehdidi ve savaş araçlarını kullanarak üstün gelme imkanını ortadan kaldırırdı. Türk emperyalist sermayesi petrole ihtiyaç duyuyor, o nedenle savaşı tırmandırıyor.



Dikkat: Trafik canavarı var!


Zaman’ın başındaki Ekrem Dumanlı, uzaktan ne dediğine bakıldığında “aklı başında, hurafeden arınmış” bir izlenim bırakabilir sizde.


Ama bu gazeteci, gerçekte, bir tür “İslam Kemalizmine” ya da geçmişte “alıntıcı” solculuğa özgü iş yapan bir Fethullah Gülen “dogmatiği”dir.


Geçtiğimiz günlerde yazdığı bir yazıda trafik sorununu ele aldı. Yazı akıllı uslu giderken birden bire değişikliği şaşkınlıkla izliyorsunuz. Dumanlı, trafik kuralları gibi, dinle, imanla ilgisi olmayan bir konuda bir koşu Atlantik ötesine zıplıyor ve “fetvayı” kaptığı gibi yazısının sonuna ekliyor. Bakınız:


“Fethullah Gülen Hocaefendi’den trafikle ilgili şu hayati satırları sizlerle paylaşıyorum; çok önemli: ‘Trafik kurallarına uymak bir vatandaş olarak, ondan önce de bir Müslüman olarak bizim görevlerimizdendir. Hatta meseleye fıkhî açıdan yaklaşacak olursak, trafik kurallarına uymanın vacip olduğunu bile söylemek mümkündür. (...) Hız limiti aşılıp, bunun sonucunda ölümlü bir kaza meydana gelmişse bu kaza, cinayet hükmünde değerlendirilebilir. İslâm fıkhında buna şibh-i amd/kasta benzeyen öldürme denir..”


Görüldüğü gibi, her normal insan için uyulması doğal olan trafik kurallarına, bu Dumanlı’nın “cemaati”nin uyması için mutlaka Hoca Efendi’nin “uyulması vaciptir” demesi gerekiyor.


Maazallah, bu Hoca Efendi ansızın “ralliciliğe” merak sarsa ve bir de “hızlanın” fetvası verse, cemaat toptan “trafik canavarı” olup çıkıverecek...



‘Terörist’ nasıl gerilla haline gelebilir?


Ruhat Mengi, Vatan gazetesinde yazıyor. Bu “Ruhat” adı, Kürtlerin kulağında yakın bir tını uyandırır. Nitekim, günlerden bir gün, Kürtlere ağzı bozuk saldırılarda bulunan bu yazara, BDP vekillerinden Sırrı Sakık, “senin adın aslında Kürtçe” demiş. Neyse... Biz bu gazetecinin müthiş yazılarından birine dikkat çekmek istiyoruz. Ruhat Mengi, aşırı “ilmi” bir tartışma başlatmış: Kime gerilla denir? Okuyalım:

“PKK; bir ‘TERÖR ÖRGÜTÜ’dür, bunları yapan bir örgüte başka hiçbir ad verilemez. Gerilla da denemez. Eğer PKK’nın veya onlarla ortak çalıştığını her fırsatta öne çıkaran BDP’nin ‘Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun tamamını istiyoruz’ dedikleri bölgelerde yaşayan herkesin, ‘tüm Kürt vatandaşların da temsilcisi’ olduğunu kanıtlayan bir durum olsaydı... Ve ortada bu bölgede yaşayan insanlara, Kürt vatandaşlara da ‘zulüm eden bir devlet’ olsaydı, ancak o zaman o devletin askerine, vatandaşına saldıran gruba ‘gerilla’ denebilirdi.”


Gülmeyelim, ciddiye almaya gayret edelim.


Bir örgütün “terör” örgütü olmaktan çıkması ve “gerilla” örgütü olması için Ruhat Mengi iki temel “ölçü” koymuş. Boşverin bilimselliğini. Çok ilginç ölçüler bunlar.


Birincisi, eğer PKK “tüm Kürt vatandaşların temsilcisi olduğunu kanıtlarsa; ikincisi, “bu bölgede yaşayan insanlara, Kürt vatandaşlara zulüm eden bir devlet varsa...”


Önce ikinci ölçütten başlayalım: Kürt vatandaşlara zulüm eden bir devlet yok mu? Her hükümet bu konuda kendinden önceki hükümetlerin Kürt vatandaşlara zulüm ettiğini söylemiş, “ben zulüm yapmıyorum” demiştir. Örneğin AKP de böyle konuşmuştur. “Geçmişte zorla asimilasyon yapıldı, inkar edildi, göç ettirildi” diye itiraf etmiştir. Şimdi de, gösteri yapanı “göğsünden vurup öldüren” de, dördü çocuk yedi sivili öldüren de bu devlet...


Demek ki, “gerilla olmanın” ölçütlerinden biri tastamam ve eksiksiz var...


Öteki ölçüte gelince: Ruhat Mengi, “tüm” Kürtleri temsil şartı getirmiş. Tümünü değil de yüzde doksanını temsil etsen de bir türlü “gerilla” olunamazmış. Gerilla dediğin “yüzde yüzü” temsil etmeliymiş.


Biz hemen PKK’li olduğunu sandığımız bir “kaynağımıza” sorduk: “Ruhat sizin gerilla olmanız için Kürtlerin yüzde yüzünü temsil etmenizi” istiyor, ne dersiniz?


“Doğrudur deriz, biz şimdi Kürt halkının yüzde yetmişini temsil ediyoruz, eksiğimiz var, henüz tam gerilla sayılmıyoruz, yüzde otuzluk bir eksiğimiz var, inşallah yakın zamanda onu da tamamlarız, yüzde otuzluk terörizmden kurtulur, yüzde yüz gerilla oluruz...”


Biz bu arkadaş ciddi mi konuşuyor diye şüpheye düşüryorduk ki, o devam etti: “Gerilla bir siyasi temsiliyet terimi değil, bir savaş yöntemi... Düzenli ordular cephe savaşı yaparlar, düzenli ordu olmayan silahlı güçler ‘gerillacılık’ yaparlar. ‘Gerilla’ terimi kendi başına ne olumlu, ne de olumsuz bir anlama sahip değildir. Örneğin devletlerin de ‘gerillası’ vardır, bunun adına da ‘kontr gerilla’ denir. Bu çok berbat bir ‘gerilladır.’


Ruhat Mengi’nin bu “ilmi” çalışmasını devam ettirmesini diliyor, kendisini hürmetle selamlıyoruz...”(Gülüşmeler...)



Özkök’ten tarih dersleri


Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök “ultra milliyetçi” bir yazı yazmış. Gemileri Akdeniz’e indirmekten tutun da, Dicle ve Fırat’ın denize döküldüğü eski Osmanlı topraklarını “kaybetmenin” içinde yarattığı “özlemlere” kadar içinde ne kadar “Türkçülük” hesapları varsa, sayıp, döktürmüş. Ve hayalindeki “güçlü Türkiye”yi de şöyle müthiş bir edebi yaratıcılıkla (!) tasvir etmiş: “Çocukluğumuzdan beri hepimiz böyle bir Türkiye hayal etmedik mi Fetret devrindeki Osmanlı kadar güçlü bir devlet...”


Siz bu işten ne anladınız? “Fetret devrindeki Osmanlı kadar güçlü bir devlet” nasıl bir şeydir? İsterseniz bu “Fetret devri” hakkında çok uzağa gitmeden Vikipedi’den bir şeyler öğrenelim. “Fetret Devri, Bunalım Devri veya Fasıla-i Saltanat, Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid’in beş oğlundan dördü arasındaki taht kavgaları nedeniyle 1402’den 1413’e kadar süren kargaşa dönemi. Bu süreç Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşı’nda, Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Timur’a yenilip esir düşmesi sonucu ortaya çıktı. Fetret Devri’nde birbirleriyle taht mücadelesine giren Yıldırım Bayezid’in oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet’tir.”


Sizce Ertuğrul Özkök bu yazısında “tarih bilgisi” hakkında bir trapez oyunu mu yapıyor; yoksa, çaktırmadan “Türkiye Fetret devrine girdi, ha bölündü, bölünecek mi” demek istiyor? Ya cahil, ya da çok dalgacı bir yazar bu Özkök...

Hiç yorum yok: