14 Eylül 2011 Çarşamba

Okur ve Savaş

Kürt okuru özgürlük mücadelesi sayesinde son derece politize olduğundan Kürt yazarından çok, Kürt siyasetçisine kulak veriyor. Kaderini belirleyenin siyasetçi olduğuna inandığı için onun sözüne daha çok ilgi gösteriyor.

Siyasetin her şeye egemen olduğu Kürt dünyasında buna rağmen okur, bazı Kürt yazarlarını sevgi ve güvene dayalı bir bağlılık ve vefa duygusuyla takip de ediyor.

Okurun vefa duygusuyla izlediği Kürt yazarlarının ortak noktasını ise hayata, insana ve haklı kavgaya dair taşıdıkları  ‘endişe’ oluşturuyor.  Okur, popülizme ve hamasete sığınmayan, tekrara kaçmayan, bunun yerine aydınlatmaya çalışan ve yararlı olma endişesi taşıyan yazarı ciddiye alıyor.
Kendine ona daha yakın hissediyor.

Tabii, siyasetçiyle yazarın düşüncesi her zaman örtüşmüyor. Bazen farklı yaklaşımların gündeme geldiği de oluyor. Kürt okuru siyasetin egemen rolünün özümsemiş olsa da, böylesi bir durumda yazara daha duyarlı ve toleranslı davranıyor.

Onun koruyucu tepkisi demokratik bilincin gelişmesine hizmet ediyor. Ezberin yerini eleştirisel düşünce, hamasetin yerini düşünsel üretim, empoze edilmiş yaklaşımların yerini sorgulama bilinci alıyor. Böylece toplumsal gelişme ivme kazanıyor.

Bu da ‘endişe’ taşıyan Kürt yazarını önemsenmesi gereken bir güç haline getiriyor.

Kürt yazarının toplumsal-ruhsal şekillenmeye anlam katan ve  gelişmeye ivme kazandıran güç haline geliyor olması Kürt siyasetini de etkiliyor.
Gerçi Kürt siyaseti içinden geçmekte olduğumuz çalkantılı bu süreçte bunun gerektirdiği adımları atacak fırsatı bulamıyor ancak, Kürt yazarının toplumsal dinamikleri geliştirici rolünü kabul etmiş  görünüyor.

Elbette bu önemli bir kazanım anlamına geliyor. Özgürlük kavgasının silahtan siyasete doğru evriliyor olması ve çözümün olasılığının artması da bunu tetikliyor. Böylece yarım kalmış ‘Kürt aydınlanması’ ivme kazanıyor.

Önümüzdeki dönemde hayatın her alanında yeni bir aydınlanmanın yaşanacağı bu günden belli oluyor.
Buna başka bir yazıda değineceğim ama, şimdi konuyu fazla dağıtmadan derdimi anlatayım istiyorum.

Biliyorsunuz; on binlerce insanın katıldığı festivaller başta olmak üzere diasporada düzenlenen kitlesel etkinlikler okur-yazar buluşmasına olanak da sağlıyor. Kürt yazarı katıldığı her etkinlikte karşısında eylemci kadar okur buluyor.

Okur ileri derecede politize olduğu için de yazarı tuttu mu bırakmıyor. Her şeyi didik didik ediyor. Her ayrıntıya dikkat çekiyor. Hiçbir şeyi kaçırmıyor ve unutmuyor. Dolayısıyla okurun düşüncelerine, eleştiri ve önerilerine kulak vermek gerekiyor.

 Bu yüzden bu hafta yazımı, ‘herkes savaş çıkacak derken, sen savaşın biteceğinden, barışın geleceğinden söz ediyordu ’ diyerek hatırlatan ve ‘hani savaş bitecekti, hani barış gelecekti?’ diye soran ve  gidişattan kaygı duyan okurlar için yazdım.

Açık söylemem gerekirse savaşın bittiğine inanıyorum. Ortalığın kan gölüne döndüğü bu günlerde bunun mantıklı gelmeyeceğini biliyorum ancak, nesnel sürece baktığım her defasında bunu görüyorum.

Yaşanan çatışmalarınsa Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olmak amacıyla cereyan eden siyasi muharebelerden kaynaklandığını düşünüyorum.
Bu savaş aslında Kürt siyaseti sorunu Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözmeye karar verdiği ve dağı, ovası, zindanıyla bu yönde irade beyan ettiği gün bitti! Özerkliğin çözüm modeli olacağının, PKK ve lideri Öcalan’ın muhatap alınacağının işaretleri de zaten bundan sonra verildi.

Buna rağmen savaş sürüyorsa, bunun nedenlerini başka yerde aramak gerekiyor. Savaşın nedenini Türkiye’nin iradesinin parçalanmış, devlet içindeki çatışma ve çelişkinin yaygınlaşmış olmasında aramak gerekiyor.

Şöyle ki; Türkiye kamplara ayrılmış bulunuyor. Bir yanda Kemalistler, bir yanda İslamcılar, bir yanda Kürtler duruyor. Kemalistlerle İslamcılar arasındaki iktidar kavgası sürüyor. Kemalist kesim gibi, İslamcı kesim de durmadan cephe tahkimi yapıyor.

 AKP ve Cemaat devlete egemen olsa da herşey bitmiş değil.  Bunlar güçlerin ötesinde mevziler elde ettiler ve onları korumaları zor gözüküyor.
Ordu itibar kaybettiği için cepheye CHP’yi süren Kemalist kesim bocalıyor ancak, vazgeçecek gibi de görünmüyor. Bu kesim geri çekilmiş gibi görünse de mücadelesini sürdürüyor. Yakında yeni güç dengelerin ortaya çıkacağı anlaşılıyor.

Kürt hareketinin önemi de burada ortaya çıkıyor. Zira, iki taraf da Kürt meselesini iktidar hedefi doğrultusunda değerlendirmek istiyor ancak, bu durum aynı zamanda da yükselen ve bir denge unsuru halinen gelen Kürt hareketine de bu çelişkilerden yararlanma fırsatı veriyor.
O da haliyle kendi çıkarlarına uygun pozisyon alıyor.

Özcesi; Yeni bir Türkiye kuruluyor ve herkes kendi yerini sağlama almaya çalışıyor. Siyasi muharebeler bu yüzden bazen çatışmaya dönüşüyor.
Fakat yolun sonu görünüyor. Kürt hareketinin AKP despotizmini frenlemesi sayesinde barışa ve demokrasiye giden yolun açılacağı anlaşılıyor.
GÜNAY ASLAN

Hiç yorum yok: