29 Temmuz 2011 Cuma

Türk Basının Ar Damarı Var mı?

14 Temmuz’da Silvan’da 13 askerin öldürülmesi başbakan R. T. Erdoğan tarafından ‘kırılma noktası’ olarak değerlendirildi. Sözüm ona ‘teröre karşı yeni bir tarzla mücadele’ edeceklerini deklere etti. Kürtlerin sıkça duyduğu, ama artık iplemediği tehditlerini savurdu.

Böylelikle Erdoğan’ın, Silvan’daki asker kayıplarını bahane ederek Kürtlere karşı savaşta Çiller-Ağar-Güreş üçlüsünün denediği, ama hüsranla sonuçlanan yöntemi, yani özel savaş politikalarını, devreye koyacağını resmen ilan etti. Bu açıklamaya paralel olarak Kürdistan’da kan akıtacak Özel Hareket Timleri için 15 bin elamanın alımına başlandığı da basına yansıdı veya bilinçli olarak yansıtıldı.

Geçmişte Özel Harekatçıların Kürdistan’da ne haltlar yedikleri ve çevirdikleri kamuoyu tarafında biliniyor. Şimdi Türk devletinin ‘eski’ politikaya dönmesini ordunun güç kaybetmesi ve sivil iradenin güçlenmesi olarak görenler ve bunu yeni ‘paradigma’ olarak adlandıranlar ciddi bir yanılgı içinde olduklarını çok geçmeden, hem de çok acı bir şekilde görecekler.

ERDOĞAN SAVAŞTA ISRARLI

Ortada yeni bir paradigma falan yok. Türk devleti ve onun hükümeti AKP, iflah olmaz kirli savaşı bir kez daha deneme niyetindedir. Asker-sivil ilişkilerinde değişen dengeler ve roller bu gerçeği değiştirmez. Değiştirmiyor.

Çünkü Erdoğan, partisinin seçimlerde aldığı yüzde 50 oyu, CHP’nin kemiksiz, milliyetçi siyasetini, MHP’nin malum durumunu, uluslararası koşulları ve Türkiye’ye sunulan dış desteği bu işi ‘kökünden bitirmek’ için tarihi fırsat olarak görüyor. Bunun için Fehmi Koru gibi ‘aklı başında’ olduğu düşünülen bazı yazarlar, Türkiye’yi geri dönüşü olmayan bir iç savaşa sürükleyecek Sri Lanka modelini öneriyorlar olsa gerek.

Her zaman olduğu gibi, bugünde Türk basını, ordudan, polisten önce silahları kuşanmış, potinini çekmiş cepheye koşuyor. Savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Açıktan Kürt düşmanlığını körüklüyor. Yala üstüne yalan atılıyor.

TÜRK MEDYASI 90’LI YILLARA DÖNDÜ

Ayrıca bugün iktidardan nemalanan medyanın yazdıkları, çizdikleri, attıkları yalanlar da yeni değil. 90’lı yılların başındaki gazeteleri açın bakın, hemen hemen aynı manşetlerle, aynı köşe yazılarıyla, aynı cümlelerle karşılaşacaksınız. Sadece gazete ve TV kanallarının ismi ve künyeleri değişmiştir.

Örneğin bugün ahlak ve vicdan sınırlarını aşarak Kürt hareketini ırkçı diye niteleyen Cemaatin sözcüsü Hüseyin Gülerce’nin ismini kazıyın, altında 90’lı yılların başında benzeri yazılar yazan dönemin Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’u görürsünüz. Bugün Sözcü gazetesinde yazan Emin Çölaşan’ı görürsünüz. Veya Gülerce’nin üstünü biraz daha kazırsanız ‘Kürtlerin ırkçı olduğu’ tezinin patent sahibi ‘rahmetli’ Behiç Kılıç’ı görürsünüz. Bu örnekleri daha fazla çoğaltmak mümkün. Ama bu kadarı yeter sanırım.

KOLTUKLAR SALLANIYOR

Bugün Türk basınında ‘kalıbın adamı’ gazeteci bir elin parmakları kadar değil. Nerdeyse kimse kalmadı. Birçok kelli-felli yazar, gazeteci iktidar karşısında havlu attı. Bugün sallanan koltuk ve köşelerini korumanın derdi ve sıkıntısı onları basmış durumda. Koltuktan düşmemenin en kestirme yolu da Kürtlere hakaret etmek, iktidarın hoşuna gidecek manşetler atmak, haberler yapmak ve köşe yazıları döşemektir. İşte ar damarı da tamda burada patlamaktadır.

Kimisi ‘Emine Ayna’dan nefret edişinin ’deklarasyonunu’ yayınlayarak koltuğunu sağlama almaya çalışıyor, kimisi Ece Temelkuran’ın ‘PKK yandaşı olduğunu’ yazarak, kimisi ‘Demokratik Özerkliği izah edecek tek bir adamları yoktur’ deyip Kürtleri aşağılayarak, kimisi ise tıpkı bu işlere asla kafası basmayan Taha Akyol gibi sosyal bilimlere de müthiş(!) katkılar yaparak, örneğin ‘Stalinist milliyetçilik’ kavramları gibi ‘ucube’ icatlar yaparak bu işi kotarmaya çalışıyor.

Kürt basının karşı karşıya kaldığı devlet terör artık olağan kabul ediliyor. Ancak Türk basınında Erdoğan diktatörlüğüne boyun eğmeyenlerin akıbeti ise giderek dramatik bir hal alıyor. Gazeteciler ya zindana atılıyor. Ya tek tek kovuluyor, yada etkisiz hale getiriliyor. Yada Kırşehir’de olduğu gibi AKP’li bir belediye başkanı için yolsuzluk haberi yaptığı için bir gazeteciye mahkeme 365 gün gazetecilik mesleğini yasaklıyor. Veya en son Ferai Tinç örneğinde şahit olduğumuz gibi gazeteciler, fikir insanları bezdirilerek istifaları sağlanıyor, hatta aktif gazeteciliğe veda ediliyor.

SUSKUN TOPLUM İSTENİYOR

Çünkü Erdoğan’ın ve ekibinin Kürtlere karşı başlattığı savaşın kazanılması için suskun, itaatkar ve konuşmayan bir toplum ve kamuoyu lazım. Bunu sağlamak içinde teksesli basına ihtiyaç duyuluyor. Basın hizaya çekiliyor. Bu nedenle Erdoğan ipin ucunu kaçırarak basını ‘PKK propagandası yapmakla’ itham ediyor. Gazetecilere parmak sallıyor, onları açıktan ‘hangi gazetede çalışıyorsun’ diyerek işten atmakla tehdit ediyor. Çok azda olsa da aykırı çıkan seslerin susturulmasını istiyor.

Erdoğan’ın basını susturma ve hizaya getirme girişimi de yeni değil. 90’lı yılların başında da PKK ile hiç alakası olmayan gazeteciler-yazarlar, insan hakları savunucuları aynı şekilde suçlanmış, hakların da Andıçlar hazırlanmış ve bertaraf edilmeye çalışılmıştı.

Hatırlardadır. Akın Birdal saldırıya uğramış ve 8 kurşun yarası almış. Şans eseri olarak ölümden dönmüştü. Gazeteciler ise işlerinde olmuş. Hatırladığımız kadarıyla Cengiz Çandar bir dönem Türkiye dışına çıkmak zorunda kalmıştı.

BU BASININ AR DAMARI HEP PATLAKTI

Geçen bunca zamana, yaşan bu kadar acı deneye rağmen bu basın ve medya sınıfı zerre kadar uslanmamış, iktidar ve rejim borazancılığında ar damarını hep patlak tutmuştur. Her seferinde cinayetlerin ve zulmün ortağı olduğunu ‘yeni bir dönem başlayana’ kadar bilerek unutuvermiştir.

Ahmet Kaya için ‘şerefsiz’ diye manşetleri atanlar, Ermeni gazeteci Hrant Dink’in katledilmesi için çağrı yapanlar üç-beş yıl geçtikten sonra ‘itiraf etmeye’ başlamış, hatta utanmadan günah dahi çıkarmışlardır.

Şimdi Ahmet Hakan adındaki bir ‘TV yıldızı’ geçmişte ‘ağabeylerinin’ tıpkı Ahmet Kaya ve Hrant Dink’e yaptıkları çirkefliği, sorumsuzluğu ve daha açık bir şekilde katile adres sunmayı Amed’te son seçimlerde 80 bin oy almış Kürt politikacısı Emine Ayna için yapıyor. Resmen hedef gösteriyor. Ayna için infazcıları, tetikçileri göreve çağırıyor. Tıpkı Ahmet Kaya, Hrant Dink ve birçok insana yapıldığı gibi. Ne yazık ki Ahmet Hakan adlı bu ‘sınıf atlamış’ parlak ‘TV yıldızı’ veya Jöleli Erdoğan dalkavuğu televizyoncu tekil vakalar değil. Onlar bu işi çoğunluk adına yapıyor, çoğunluk adına konuşuyorlar.

Çünkü Kürtlerin ve diğer etnik ve inanç toplulukların kolektif hak talepleri gündeme gelince bunların yüzü dökülüyor. Kendilerini gizlemek, yüzlerini örtmek için çaldıkları o kimlikler dökülüyor. Dökülüyor dökülmesine ama, arlanan ve uslanan olmuyor. Çünkü bu yüzsüzlük, neredeyse Türkiye’nin tarihiyle eşit yaşta.

YALANLARLA GERÇEK KARARTILAMAZ

İletişim teknolojisi sayesinde dünya küçüldü bir köye döndü, ama Türkiye hale kendisini ‘dev aynasında’ görmeye devam ediyor. Yalanlarla, gerçeği kararta bileceğine inanıyor. Çünkü böyle alışılmış, böyle öğretilmiş. Gerçek yerine yalan atmak, gerçeği karartmak değer görmüş. Para etmiş. Mevki ve güç sahibi yapmış.

Eşyanın adıyla çağrılmadığı tek ülke Türkiye olsa gerek. Kavramlar, sıfatlar, adlar ve nitelemeler sanki bu ülkede amuda kalkmış gibidir. Tarih bilinci konusunda dünya bir yana Türkiye bir yana dır. İnsanlığın doğruları bara da yanlış olarak kabul edilir.

Örneğin Türkiye’deki egemen anlayışa göre ortada bir Ermeni soykırımı söz konusu değildir. Bu konu gündeme geldiği zaman vicdan ve ahlak sahibi birkaç kişi hariç ileri sürülen teze bakılırsa Ermeniler kendi kendilerini ortadan kaldırmışlardır. Bunu yaparken de Türkleri öldürmüşlerdir.

Dünyanın hiçbir yerinde işgal hareketi ‘Barış Harekatı’ olarak adlandırılmaz. Ama yıllardır Türkiye’de yapılan budur. Kürdistan’ı bir taraf bırakalım. 37 yıl önce Kıbrıs işgal edildi. Bu işgal hareketi Türk kamuoyuna ‘barış hareketi’ olarak yutturuldu. Erdoğan’ın Kıbrıs çıkarması da bu ‘barış hareketinin’ son halkası oldu.

Peki 19 Aralık 2000’de Türkiye cezaevlerinde yapılan katliama ne demeli? Onunda adı ‘umut operasyonuydu.’ Düşün öyle bir ‘umut operasyonu’ ki cezaevlerinde ölüm orucu ve açlık grevinde bulunan savunmasız tutsaklar katledildi. Diri diri yakıldılar. İtiraf ise yıllar sonra geldi. Açın o günkü gazetelere bakın, TV arşivlerini bir tarayın, katliamın Türk basını tarafından ustalık gizlendiğini ve savunulduğunu göreceksiniz. Hatta şunu söyleyenler oldu: ‘kendi kendilerini yaktılar. İçerden silahla karşılık verdiler’ ve daha neler neler.

Kürtlere karşı 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden sonra başlatılan ve bugün rehin sayısı dört bine ulaşan operasyonlarda yazılan-çizilenleri, söylenenleri benzeri türdendi. Bir kısmına göre ‘Kürtler Kürtlerden kurtarılıyordu’, bir kısmına göre Kürt hareketi içindeki ‘şahinler bertaraf ediliyordu’, ipin ucunu kaçıran bir kısmın yazar-çizer takımına göre de zaten bu işin bu noktaya gelmesini Kürt hareketi istiyordu ve planlamasını buna göre yapmıştı! DTP kapatıldığı zamanda cemaat basını ‘istedikleri olmuştu’ manşetini atmıştı.

Buna benzer onlarca değil yüzlerce hatta binlerce örnek sıralıya biliriz. Şimdide aynı eski yöntemler, yalanlar pazara tekrardan sürülüyor. İflas etmiş tüccarlar gibi eski veresiye defteri tekrardan, tekrardan karıştırılarak oralardan bir şeyler çıkarılmaya çalışılıyor.

Yok efendim, Kürtler ırkçıymış, yok efendim Kandil-İmralı arasında görüş ayrılığı varmış, yok efendim Demokratik özerklik konusunda DTK’de, BDP’de çatlaklık varmış, yok efendim şu ‘şahin, şu ‘güvercinmiş’, yok efendim ‘şunun gözünün üstünde kaşı’ varışmış türünden en bayağı yalanlar eskimiş özel savaş propagandaları tekrar, tekrar pazara sürülüyor.

Doğrusu millete kına geldi. Ayıptır artık. İnsan biraz yaratıcı olur. Yalan atacaksanız, bari biraz kitabına uydurun. Aldığınız parayı, içtiğiniz şerbeti bariz hak edin.

Ha şu Kürtlerin ‘ırkçı olduğu’ savı ise zaten yeni değil. Ama burada Kürtlerin kendilerini bu adamlara ispatlama diye bir dertleri olamaz. Olmamalıdır. Çünkü bu saldırıya uğramış mağdurun kendini katile karşı ispatlaması gibi saçma bir şeydir de ondan.

Kürtleri ırkçı diye niteleyenler, zahmet edip şu son birkaç yüzyılda Balkanlardan, Arap yarım adasına, Lazistan’dan, Kürdistan’a, Anadolu’dan Mezopotamya’ya kadar atalarının ne yaptığına ve şuanda yapılanlara bir baksalar iyi olur. Ha bu kadar zahmete katlanamıyoruz diyorlarsa eğer ‘dokundukları zaman ibadet etik’ diye taptıkları liderleri Erdoğan’ın ‘tek, tek’ sözlerini hatırlarsınlar. Oda yetmiyorsa ‘istemeyen çeker gider’ sözlerinin nasıl bir ırkçı hezeyan olduğunu önce kendilerine sonrada bize anlatsınlar. 

Cahit Mervan






Hiç yorum yok: