Bunlar ‘ümmet’ kavramını, Türkçü niyetlerini
Kürt’ten gizlemek için kullanırlar. Eğer öyle olmasaydı; Müslüman
halkların tam hak eşitliğini savunurlardı. Kürde, ‘ümmetin üvey evladı’
muamelesi çekiyorlar.
Türk Diyaneti, devletin ve AKP Hükümeti’nin ‘Yeni Hegemonya’ arayışlarının bir parçasıdır. Yeni Hegemonya arayışının bölgesel boyutları vardır. Türk-siyasal İslamcıları bu arayışı ‘Yeni-Osmanlı’ adı altında yürütüyorlar. Bu, bölgesel emperyalist bir güç merkez olma isteğidir.
Türk-siyasal İslamcıları Kürt coğrafyasını hegemonya inşasında bir sıçrama tahtası olarak görüyorlar. Fakat böyle değerlendirebilmeleri için tam bir kontrol ve hâkimiyet kurmaları gerekiyor. Oysa mevcut durumda Özgürlük Hareketi’nin etkinliği vardır. Bu etkiyi kırmak istiyorlar. Özgürlük Hareketi’nin etkisinin kırılması, Kürt ulusal bilincinin ve iradesinin kırılmasıdır. İrade ve bilinç kırılması yeniden fethedilmektir. Diyanet bu siyasi amaçlara ‘kaleyi içten fethederek’ ulaşmak çabasındadır.
Bu saldırıyı küçümsemek gerekir. Aksine dozunun sistematik olarak artmasını beklemek gerekir. Siyasal İslamcılar Türkiye deneyiminde şunu gördüler: Kürt coğrafyasını yöneten Türkiye’yi yönetir. Şimdi bunu daha geniş anlamda denemek istiyorlar. Kürtlerin yaşadığı geniş coğrafyaya hakim olan Ortadoğu’ya hakim olur. Kürt coğrafyasının stratejik önemi giderek artacaktır.
Bölge hakimiyetine giden yol Kurdîstan’dan geçer
Tarihsel veriler de bu görüşü doğrulamaktadır. Özgürlükçü, komünal hareketler tarih boyunca bu coğrafya da tutunmuşlardır. Ama en büyük şansı şimdi yoklamış görünüyorlar. Demokratik bir Ortadoğu, Kürtlere hizmet edecektir. Bölge üzerinde stratejik mücadele yürüten hegemonik güçler Kürt coğrafyasının kazananları ve kaybedenlerinin konumu buna örnektir. Osmanlı imparatorluğunun dağılması sonrasında emperyalist güçlerin kurduğu Ortadoğu statükosunun can alıcı noktası Kürtlere dayatılan statüsüzlüktür. Bölge ulus-devletleri böyle kontrol altına alınmıştır. ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmam amaçlı Ortadoğu projesinin odağında yine Kürt coğrafyası vardır. Mevcut konjonktürde bölge ulus-devletlerini bir araya getiren etken, Kürt coğrafyası üzerindeki kontrollerini kaybetme korkusudur. Bu savaşı kaybedenin kaybı büyük ve tarihsel olacaktır.
Türk egemenleri için birinci stratejik hamle, Kürt ulusal sorunu ekseninde atılmak zorundadır. Ya Kürtlerin ulusal haklarını kabul ederek çözüme yanaşacaklardır. Ufukta böyle bir olasılık görünmüyor. Ya da bazı kırıntılarla Kürtleri oyalamak, sermaye gücünü, askeri zoru ve dini kullanarak Türk ulusal egemenliğine razı etmek için uğraşacaklardır. Dini etkin kullanımı Türk burjuvazisi için zorunluluk gibi duruyor. Kemalistlerin siyasal İslamcılarla uzlaşmasını nedeni ellerinin mahkûm olmasıdır. Zira Türk milliyetçiliği Kürt coğrafyasında iflas etmiştir. Ekonomik imkânlar üst düzeyde bir sermaye atılımına elvermemektedir. Sadece askeri güce dayanarak Kürtleri yönetmek mümkün değildir.
Kürt de ‘ümmet’tense neden Türkle eşit değil?
Türk siyasal İslamcılarının temelde iki hedefe kilitlendikleri kanısındayım: Birincisi Kürt ulusal bilincini ve kurumsal birikimini yok etmektir. İkincisi devrimci dinamizmi ezmektir. Bir başka deyişle Kürtlerin binbir emekle yarattığı her şeyi tasfiye etmektir. Bu iki amaca biraz daha yakından bakalım.
Bir: Türk siyasal İslamcılarının Kürdü ve Kürtlüğü temsil eden bir şeye milliyetçi, şoven duygu ve düşünceleri nedeniyle tahammül edemediklerini biliyoruz. Örneğin Fethullah Gülen, Saidî Kurdî’nin Kürt olmasını kompleks nedeni yaparak bir Türk olarak onu ziyaret etmemiştir. Çünkü ona göre Kürt’ten alim çıkmaz. Nurcu olduklarını söyleyen Fethullahçılar, Saidî Kurdî’nin mirasını kendi Türkçü amaçları doğrultusunda kullanırken onun adındaki “Kurdî” sıfatına tahammül edemediler. Tutup ‘Kurdî’nin yerine ‘Nursi’yi koydular. Eserlerinde geçen “Kürt”, “Kürdistan” kelimelerini çıkardılar. Kürdün yerine ‘aşiret’, Kürdistan’ın yerine ‘şark’, koydular. Böylece Kemalistlerin inkarcı paradigmasını benimsemeye ne kadar teşne olduklarını gösterdiler.
Bunlar ‘ümmet’ kavramını Türkçü niyet ve emellerini Kürt’ten gizlemek için kullanırlar. Eğer öyle olmasaydı Müslüman halkların eşitliğini, tam hak eşitliğini savunurlardı. Ama bunlar bir zamanlar Emeviler’in yaptığı Arap şovenizmini şimdi Türk şovenizmi olarak yeniden üretiyorlar. Kürt halkının mücadelesi ise eşitlik ve hak mücadelesidir. Bilindiği gibi ‘ümmet’, ‘ümm’den (anne) türetilen bir isimdir. Hangi anne çocukları arasına fark koyar? Koyarsa onun annelik bilinci ve vicdanı tartışılır. Ama Türk siyasal İslamcıları, Kürtleri eşit kardeş olarak görmüyorlar. Ayak işlerini Kürde yaptırmak istiyorlar. Kürde ‘üvey kardeş’, ‘ümmetin üvey evladı’ muamelesi çekiyorlar. Onlar İran’da da Kürde karşı Fars milliyetçisidirler. Irak’ta, Suriye’de Arap milliyetçisidirler. Türkiye Kürdüne karşı ise Türk milliyetçisi olurlar.
Siyasal İslamcılar, Kürtlerin ulusal-kolektif haklarını tanımıyorlar. Çünkü Kürtleri kolektif bir varlık olarak kabul etmiyorlar. ‘Breysel hak’ düzlemine mahkûm etmek istemiyorlar. Bu, Yaradan’a şirk koşmaktır. Zira o insanı hem bireysel hem de kolektif bir varlık olarak yaratmıştır. Kolektif hakları reddetmek kolektif varlığı reddetmektir. Kolektif varlığı reddetmek, örtülü bir biçimde o kolektiviteyi yok etmek istemektir. Zira hak tanımamak meşru saymamaktır. Siyasal İslamcılar, Kürt ulusal varlığını ve uluslaşmasını meşru saymıyorlar. Türk uluslaşmasına asimile olmalarının istiyorlar.
Türk siyasal İslamcıları, Kürtlerin kendini yönetme hakkının da reddediyorlar. Kürdün özyönetim kapasitesinin gelişmesini istemiyorlar. Gelişen yeteneklerini yok etmek istiyorlar. Çünkü Kürdü xulam sayıyorlar. Kürdün kendini siyaseten temsil etmesini istemiyorlar. Kemalist kadrolar Kürdü Türk kalıbına dökmek istediler. Bunlarsa Türk-İslam kalıbına dökmek istiyorlar. Kürdü Türk-İslam kalıbına dökmek istediklerinin kanıtı Kürtlere demokratik ulus bilincini kazandıran devrimci değerleri yok etmek istemeleridir. Oysa İslamiyet nasıl ki Kürt kültürün bir gerçeği ise, diriliş devriminin yarattığı değerler de Kürt gerçeğinin bir parçasıdır. Kürt İslamiyeti de devrimin ortaya çıkardığı özgürlükçü düşünce, özgür akıl ve vicdan temelinde yaşayacaktır. Ama Türk siyasal İslamcısı bu tarihi kararı anlamak istemiyor, kabul edemiyor.
Türk- İslamcıların Kürtlere dayattığı kölelik ahlakıdır!
İki: 12 Eylül faşist darbesinin ve ABD’nin beslemesi Türk siyasal İslamcılığı, Kürt diriliş devriminin dinamizmini yok ederek karşı-devrimi hakim kılmak istiyor. Bu anlamda Kürtler, 12 Eylül darbesinin faşist zihniyetinin yeniden örgütlenmiş bir haliyle karşı karşıyalar. Onun Amed Zindanı’nda işkenceyle, kirli özel savaşla, binlerce ‘faili meçhul’le başaramadığını siyasal İslamcılar dini araçsallaştırarak işi bitirmek istiyor.
Her şeyden evvel Kürdün özgür aklını yok etmek istiyorlar. Çünkü siyasi yenilgiler ancak bağımsız, özgür akıl ortadan kaldırılabilirse gerçekleşir. Kör bir kader, dogmatizmi hakim kılmak istiyorlar. Öyle ki, “Siz Kürt sorunun sahiplenmekte geç kaldınız” denmesine bile tahammülleri yok.Kürdün, kendi omuzlarında Kürt-İslam sentezi bir kafa taşımasını istiyorlar. Kısaca kendi “Kürt” bedeni içine Türk-İslam sentezcilerinin üfürdüğü ruhu taşımasını istiyorlar. Ama bilmiyorlar ki; köle ruhlu Kürt öldü!
Bunlar aynı zamanda Kürdün özgür bir bilince sahip olmasını, Kürdün kendine ait bir kişiliğinin, kendine ait değer ve ölçülerinin, yaşam tercihlerinin ve beğenilerinin olmasını istemiyorlar. Kendilerinin gölgesi olmasını istiyorlar. Kendilerinin ‘iyi’ dediğine Kürt de ‘iyi’ demelidir. Kendilerinin ‘kötü’ dediğine Kürt de ‘kötü’ demelidir. Kendilerinin güzel dediğine Kürt de güzel demelidir. Bu, kölelik ahlakıdır.
Türk siyasal İslamcısı, böyle düşünüyor. Böyle istiyor. Çünkü kendini ve ulusunu üstün görüyor. Kendini akıl küpü, Kürdü akıl ve vicdani bilinçten yoksun saymak istiyor. Bunu da Kürde kabul ettirmek istiyor. Çünkü biliyor ki; kendisi olabilen Kürt artık Türk ulusal egemenliğinin kabul etmeyecektir. İtiraz edecektir. İcabında direnme hakkını kullanacaktır. Oysa Kürde itiraz hakkı tanımıyor. Direnme hakkı tanımıyor. Hatta itirazı, direnmeyi aklından bile geçirmesini istemiyor. Tam bir teslimiyeti dayatıyor. Ayağında ayakkabı yapmak istiyor. Nitekim “tövbe”ye davet etmediler mi?
Kürtlerin iç çatışması kışkırtılıyor
Türkçü İslamcılar, Kürdün etnik ve dini kimliğini çatıştırarak iç huzurunu yıkmak istiyorlar. Kürtler, demokratik laiklik ilkesi çerçevesinde kültürel kimliklerini ve inançlarını uyum içinde yaşamak için birleştirmek istediklerinde ecel terleri döküyorlar. Özgürlük Hareketi’ni pozitivist ve dar milliyetçi kalıplara sıkıştırmak istiyorlar.
Demokratik laiklik anlayışına karşı çıkıyorlar. Çünkü bu ilke farklı dinsel ve mezhepler inançlara mensup Kurdîstanlıları ulusal-demokratik birlik içinde birleştiriyor. Hıristiyan ve Êzîdî, Müslüman ile Sünni, Alevi ile aynı platformda birleştiriyor. Oysa onlar Sünni’nin Alevi ile, Alevi’nin Sünni ile çatışmasını umuyor. Müslüman’ın, Êzîdî ile Hıristiyan’a çatmasını, saldırmasın istiyor. Böylece gök kubbeyi Kürtlerin başına geçirmek istiyor.
Türk siyasal İslamcısı, Özgürlük Hareketi’nin gerçek müminlerle yurtseverlik ve demokrasi üzerinden kurduğu ilkeli ilişkiyi yıkmak istiyor. Çünkü laik düşüncelere sahip Kürt ile dindar Kürdü çatıştırmak Kürt ulusal birliğini zayıflatacaktır. Bu zayıflama Türk ulusal egemenliğine güç katacaktır. Bu amaçla dindarın nezdinde özgürlük hareketini karalıyor. Onu ‘ilkesizlikle’ suçluyor; özgürlük hareketi ile birlikte davrandığı için.
Türk siyasal İslamcısı, seküler Kürt düşününden nefret ediyor. Çünkü bu düşünce, Kürt uluslaşmasını destekliyor. Çünkü Kürdü bu dünyaya ilişkin haklarını istemeye sevk ediyor. Yaradan “Her iki dünya için çalışın” buyurmuştur. Ama “Bu dünya sadece banadır, senin görevin bu dünyada benim için çalışmak ve askerlik yapmaktır” diyen Türk siyasal İslamcısı Kürdün bu dünyada payının olmadığını ileri sürüyor. Toprak payı yok. Kendini yönetme payı yok. Refah payı yoktur. Her zaman beş kuruşa muhtaç konumda kalmalıdır ki kontrol edilebilirsin. Karnı doysa belki özgürlüğü düşünür diye düşünüyor. Şayet hakları varsa da bunlar sadece bireysel haklardır.
Türk siyasal İslamcıları, Kürt toplumunun yaşadığı değişimi de tersine çıkarmak ister. Onlar, Kürt egemen sınıfına, feodallerine, komprodor burjuvalarına, işbirlikçi ailelere, aşiretlere oynar. Onlara sermaye ve rant aktarır. Kariyer imkânları sunar. Albenilerini artırmak için cilalar, kışkırtır. Sırtlarını sıvazlar. Onların eliyle Kürt toplumunu kontrol altında tutmak ister. Çünkü bu kesimler, ulusal kimliklerini sorun etmeme karşılığında cumhuriyetle uzlaştılar. Şimdi de siyasal İslamcılarla anlaştılar. Ekonomik çıkar karşılığında uluslarını satmışlardır. Siyasi pratikleri halkını arkadan hançerlemektir.
Buna karşı emekçilerin, Kürt Kurmanc sınıfının siyasi özne olmasını istemez. Karar gücü haline gelmesini istemez. İsteyince ona düşman kesilir. Haddini bildirmek ister. “Köylü” diye küçümser. Hâlbuki peygamber de “ummi”idi. Bu anlamda devrimle değişen sosyal dengeleri eski haline getirmek üzere sınıf mücadelesi yürüten bir siyasal ve ideolojik pratikle karşı karşıyayız. Çünkü belirli elitleri denetlemek kolaydır. Geniş halk kitlelerini denetlemek zordur. Dar bir grubu kişisel ve ailesel çıkarlar karşılığında uzlaşmaya razı etmek kolaydır. Ama çelişkileri derin olan geniş emekçi kesimleri uzlaşmaya razı etmek zordur. Dinin gerici temelde araçsallaştırılması sadece Kürt uluslaşmasına karşı ‘Türk kutsal egemenliği’ni desteklemeye hizmet etmiş olmuyor; aynı zamanda emekçiler aleyhine sınıfsal bir tavırdır. Sermayenin artan saldırısı Kürt emekçisinin sınıf bilincini pekiştirecektir.
‘İrşat’a en fazla kadın ve gençler maruz kalacak
Türk siyasal İslamcıları aynı zamanda cinsiyetçi saldırı içindedirler. Kürt Rönesansı’nın en büyük toplumsal kazanımı erkek egemen değer ve normların Kürt erkeklerini zihninde kırılması ve Kürt kadınını kuşatan bu ideolojik ağın çözülmesidir. Kürt kadını büyük bir özgürleşme süreci içindedir. Bu devrim içinde devrimdir. Erkeğin boyunduruğundan kurtulan Kürt kadını özgür Kürt toplumsallığının kurucusu ve garantisidir. Kadının özgürlüğü, emekçinin özgürleşmesine güç katıyor. Bu birleşik güç toplumu özgürleştiriyor. Toplumu demokratikleştiriyor. Bu nedenle cins mücadelesi, toplumsal cinsiyetlerin özgürleştirilmesi mücadelesi “Yeni Hegemonya”ya karşı durmanın temelidir.
Türk siyasal İslamcıları, kadını siyasetin ve sosyal yaşamın dışına iterek eve kapatmak, bu olmazsa erkeklerin siyasi çıkarları doğrultusunda mobilize etme telaşındadır. Zira onlar, kadının ve erkeğin eşitliğine inanmaz.
Gençliğe karşı da çok özel bir siyaseti geliştirmeye çalışmaktadır. Gençliği kontrol etmek en büyük isteğidir. Özellikle binbir yola başvurarak, maddi imkânsızlıklarını kullanarak üniversiteli Kürt gençlerini etkilemeye çalışmaktadırlar. Özgürlük hareketine, yurtsever siyasete katılımını engelleme derdindeler. Başta Dicle Üniversitesi olmak üzere pekçok üniversiteden öğrenciler yurtseverlikleri nedeniyle siyasal İslamcı rektörlerce okuldan atılmış, polis saldırılarına maruz bırakılmış, hapse atılmaları sağlanmıştır. Türk Genelkurmayı gençlerin katılımını engellemeyi görev olarak belirleyince bu işe şevkle sarılanlar siyasal İslamcılar oldular. Galiba ‘irşat’a en fazla kadınlar ve geçler maruz kalacaklardır. Çünkü Türk siyasal İslamcısına göre serbest kalan kadın ya davulcuya kaçar ya da zurnacıya; serbest salan gençlik ise asi olur düzene!
Yurtsever aydınlar da hedefte
Siyasal İslamcı yeni Türk hegemonyasının hedef tahtasına koyacağı kesimlerden biri de özgürlükçü ve yurtsever Kürt aydınları olacağa benzemektedir. Tecrit, baskı, şantaj çabalarının nereye varacağını tahmin etmek isteyenlerin Dicle Üniversitesi’ndeki yurtsever demokrat akademisyenlere bakmalarını öneriyorum. Çünkü Türk siyasal İslamcıları bilgi tekelinin kendi kontrolünde olmasını istiyorlar. Kürdün kendi özdeğerleri üzerinden aydınlamasına, dünyayı tanımasına ve eylemde bulunmasına karşıdırlar. Kürdün cahilini, düşünemeyenini sever. Aslında onun için ‘En iyi Kürt ölü Kürt’tür’ ama yine de cahil Kürdün varlığına katlanabilir. Çünkü en pis işlerini ona yaptıracaktır. Metodolojik düşünebilen Kürt ise onu korkutur ve nefret vurgularını ayaklandırır. Siyasal Türk İslamcılarının Kürt aydını için öngördüğü şey, dilini kesip lal ettikten sonra, kendisinin dediklerini tekrarlasın diye bir papağan dilini ağzına koymaktır. Onlar da artık sahibinin sesi olur ve sahibinden bir aferin almak için kırk takla atar. Zira o “irşat” edilmiştir. Sahibinin rahle-i tedrisatından geçmiştir. Bir zavallıdır.
Diriliş Devrimi’nin ortaya çıkardığı bütün insani, toplumsal, manevi, ulusal, politik, örgütsel, entelektüel birikimleri yok etmek; açığa çıkartılan özgürlük potansiyelini ve demokratik kurumları bastırmak, çürütmek ve tasfiye etmek; böylelikle ahlaka ve politik toplumun inşa olasılığını ve imkânlarını bertaraf etmek isteyen bir proje söz konusudur. Böyle bir saldırıya karşı direnmek her şeyden önce insanin bir görevdir. Dahası ulusal-demokratik bir görevdir. Özgürlük sorunu olan herkes bu köleleştirme konseptine karşı çıkmalıdır. Yağma yok! Fetih devri geride kaldı!
Türk siyasal İslamcılarının bunu anlamaları kendileri için daha hayırlı olur. Elinizi inancımızdan çekin! Senin tanrın da, dinin de devletindir! Biz devletin kutsal olmadığına inanıyoruz! Senin din tasavvurun bizimkine, bizimki de seninkine uymuyor. Nasıl ki bize dayatılan Türkçülükten boşandık; senin dayattığın Türkçü-İslam anlayışından da kopacağız!
MUHİTTİN ALTIN / Kırıkkale F Tipi Cezaevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder