İran rejimiyle Amerika, Ortadoğu’da „sahanın efendisi“ olma konusunda,
çöplük horozları misali kabadayılanıp, karşılıklı diş gıcırdatmakta,
çıkarlarının kesiştiği yerde ise ittifaklar kurmaktadır.
İran, bölgenin efendisi olma ataklarında, tıpkı TC’deki dolandırıcıların yaptığı gibi içerideki kalabalıkları, „dinin yüksek değerleri“yle diye kandırıyordu. Oysa, yer yüzüne inen ve kollara ayrılarak yayılan „İslami terör“ dalgasının kaynağı, bu rejimdi.
İran, bölgenin efendisi olma ataklarında, tıpkı TC’deki dolandırıcıların yaptığı gibi içerideki kalabalıkları, „dinin yüksek değerleri“yle diye kandırıyordu. Oysa, yer yüzüne inen ve kollara ayrılarak yayılan „İslami terör“ dalgasının kaynağı, bu rejimdi.
Amerika ise İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren, „özgürlük afyonu“ yutturarak, Güney Amerika, TC, Endonezya, Pakistan, Ortadoğu çemberi, Afrika örneklerinde görüldüğü üzere faşist rejimlerin evrensel korucusuydu.
Birbirinin rakibi gibi görünen bu ikiyüzlü ikili, Kürdistan üzerinde, söz konusu kirli bir ittifak içinde. İttifakın bir ayağı TC, öteki de Amerika’nın atadığı Irak yönetimi.
Amerika, göğün yedinci katında dolaştırdığı uydularla tesbit ettiği Kürdistan hedeflerini TC’ye iletiyor, o da İran’a servis ediyor ve dağları, nokta nokta bombalanıyor.
TC, son zamanlarda askeri personel ve istihbarat ağlarıyla yardım etmekle de kalmıyor, İran’ın savaş yükünü hafifletmek için, Kuzey Kürdistan’da topyekün taarruz yürütüyordu.
İran’a karşı özgürlük savaşı veren PJAK’ın lideri Heci Ehmedi’nin deyimiyle, „Kürtlere karşı topyekün bölgesel savaş“ kararının alındığı Tahran’daki „güvenlik konferansı“da, Irak Cumhurbaşkanı Kürt Celal Talabani’nin işi neydi?
Heci Ehmedi sorusunun can alıcı noktası buydu. Talabani destek turunda, Güney Kürdistan yönetimi, başlatılan topyekün savaştan payına düşeceklerden habersiz, derin uykuda gibi sessizdi.
Yoksa onlara, PKK ve PJAK’ın başına karşılık, „elinizin altına akan zenginliklere ilişilmeyecek, yollarda yine Porschelerinizi yarıştırıp, saray yavrusu kaşanelerinizin altın kaplamalı muslukları çevirip, sıcak suyla dolan havuzcuklarda banyo yapmaya devam edeceksiniz“ sözü mü verildi?
Bilemiyorum, ama dağlar bombalanırken, „söz“ün, ağızlarından çıkan havadan ibaret, kendilerinin sırasını bekleyen kurban olduklarından habersiz, derin sessizlikteydi.
Görgü sınırlarını zorlayan lüks hayatlarının Kandil fedaileri sayesinde da akıllarına gelmiyordu. Yalnızlaşınca, çevrelerini saran kurtlarla nasıl baş edeceklerdi?
Oysa uyanmalar için kim, nasıl ahir zaman tefleri çalmalıydı, bilemiyorum. Can dostları Recep Erdoğan bayraklarını da tanımıyordu. Fehmi Koru, Srilanka’da bağımsızlık savaşı veren Tamil Gerillalarına uygulanan kırım örneğinden bahsediyordu.
Koru, sıradan biri değildi. Fethullah Gülen imparatorluğunun sunduğu imkanlarla Londra’da öğrenim görürken, bugün TC Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’le aynı evi paylaşan adamdı. Dolayısıyla, „İmamın derin devleti“ sırlarına vakıf biriydi.
Banker Fethullah Gülen, yedi bakanla hükümet ortağıydı.
Düşüncelerinin sözcüsü
ve gazetesi Zaman’ın baş yazarı Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru’nun
söylediklerine şu cümlelerle açıklık getiriyordu:
„Terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, „Büyük Türkiye“ye yaraşır bir mücadele verilecek.“
„Terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, „Büyük Türkiye“ye yaraşır bir mücadele verilecek.“
İktidara yakınlığıyla bilinen Taraf gazetesinin baş yazarı Ahmet Altan daha açıktan gidiyor ve yeni savaş konseptini şöyle özetliyordu:
„Siyasi hiç bir çözüm olmayacak. Kimin silahı güçlüyse, onun dediği olacak.“
Amerika destekli TC, İran, Irak ittifakından beklenen sonuç, „yok edicilik“tir. TC „son vuruşu“ kazanmak amacıyla, 1990’larda denenen „Rambo“ yöntemine dönüş yapmıştır. Rambo düzeninde kimin devlet, kimin mafya olduğu belirsizdi. „Kürdistan sorununu bitirme“ adı altında soygun yapıyor, insan kaçırıp öldürüyor, haraç, fidye topluyor, „adalet“ de mağdur Kürt’e ceza biçiyordu.
Sözü edilen yeni „güçlü silah“ süreci bu olmalıydı. 1990’ların ırkçı manzaraları bugün, her yerde yaşanıyor. „Türk illerindeki“ Kürtler, „galeyana gelmiş sivil“ güruhun linç taarruzuna, İstanbul’un Zeytinburnu semtinde talana uğruyor, „galeyancılar“ zafer (kurt) işaretleriyle adliyeye girip çıkıyor, mağdur Kürtler tutuklanıyor, ordu ve polis gücü de „yok edici seferler“ düzenliyor.
Türk medyası, yine 1990’lardaki gibi „Kürt milliyetçiliği yükselişe geçti“ avazeleriyle yayına geçiyor, taarruzcu biri ölünce, „eve ateş düştü“ olmuş oluyor, Kürt katliamı, linç seferleri görmezlikten geliniyor, Silopi’de polis bombasıyla yere düştükten sonra tekmelenen, hastanelere kabul edilmeyen 13 yaşındaki Doğan Teyboğa’nın ölümü ise haber bile olmuyordu.
Bölgesel kirli ittifaktan sonra, Güneyin sessizliği hüzün vericidir. Linç edilerek her yerden kovulan, hapishanelere doldurulan kuzeylilerin, hala „etle tırnak olduk kardeşler, tek vatan“ demeleri ise ironiktir. Kirli ittifak, Kürt özgürlük ruhunu süpürüp, tarihten silmek üzere yola çıkmışken, 40 milyonluk Kürdistan’ın ulusal ruhla dayanışması, bugün değilse, ne zaman?
AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder