12 Eylül askeri darbesinin hazırladığı 82 Anayasası’nın miadını doldurduğu ve yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu toplumun geniş kesimlerince artık kabul ediliyor. AKP de toplumdaki bu değişim arzusunu iyi görüyor. Bunu gördüğü için de ilk başta Kürt açılımı, Demokratik açılım, Ermeni açılımı gibi açılım serileri geliştirdi. Fakat bu açılımlar ile önemli bir itirafta bulundu. Devletin yıllarca topluma zorla dayattığı ‘Türkiye’de Türklerin haricinde başka halk yoktur’ söyleminin ortadan kalkmasına ve insanların ‘bu ülke de Türkler dışında başka halklar da varmış’ demesine neden oldu. Üstelik devlet yetkililerinin bunu itiraf etmesi, şimdiye kadar devlet adına söylenen ve yazılan her şeye karşı bir kuşku doğurdu. Tabi ki bu kuşku, 82 Anayasası başta olmak üzere, şimdiye kadar yazılan bütün anayasalara karşı da gelişti. Bu kuşku bile tek başına Türkiye’de bir anayasal değişimini zorunlu hale getiriyor.
Öte yandan böylesi bir zorunluluk, bu itirafların doğmasına neden olan, Kürtler için de geçerli. Çünkü yaklaşık yetmiş-seksen yıl boyunca inkar edilen Kürtlerin, bugün söz düzeyinde itiraf edilmiş olmaları yarında edilmeyecekleri anlamına gelmiyor. Bundan dolayı itirafın yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulmasını ve Türkiye’deki toplumsal sözleşmeye Kürtlerinde dahil edilmesini bekliyorlar. Yani, Kürtler ve Türkiye’de yaşayan bütün etnik ve inanç gurupları haklarının Anayasa’da güvence altına alınmasını istiyorlar.
Anayasa değişikliği söylemine başvuran AKP, bununla prim yaptı ve kitle desteğini arttırdı. Bu desteği de, yargı ve ordunun da içinde bulunduğu statükocu güçlerle içine girdiği iktidar mücadelesinde kullanabilmeyi hesaplıyor. Bunun içinde ismine anayasa değişikliği paketi dediği bir paket hazırlayıp piyasaya çıkardı. Ama aslında hazırlananın toplumun talep ettiği anayasa değişikliği ile alakası yok.
Çünkü toplumun talep ettiği yeni anayasa metninde veya paketinde yer verilemesi gereken konuların başında; Türkiye’de Cumhuriyet’in asli iki kurucu öğesi olduğu itirafıyla birlikte, Lozan’da kabul edilen inanç azınlıklarının haricinde, bütün etnik azınlıkların da haklarının güvence altına alınması geliyor. Bu durum AKP’nin o kadar propaganda yaptığı Demokratik açılımda varlıklarını resmen tanıdığı ve Kürtleri Türkiye’nin asli öğesi olarak tanımlamasından ileri geliyor. Bu tanımlamaları da Başbakan Erdoğan bizzat yaptı. O zaman bu Türkiye’deki toplumsal sözleşme ve toplum tanımlamasında yeni bir durumdur. Bu durumun da anayasada Türkiye toplumunun tanımlanmasında dile getirilmesi zorunlu kılıyor.
İkinci bir konu; devletin, toplumun siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel hayatından çekilmesini sağlamak için hacmini küçültülüp, yetki ve görev alanları yeniden belirlenerek demokratikleştirilmesidir.
Üçüncüsü ise; sosyal devlet anlayışının geliştirilmesidir.
Toplumun talep ettiği ve bir anayasa metninde dile getirilmesi gereken temel hususlar bunlardır. Yoksa seçim sandıklarının biçimi, propaganda saatleri, askerin mahkemeye çıkarılıp çıkarılamayacağı değil. Anayasa metnini devlet organlarının işleyiş esaslarını tanımlamak ve bürokratik ayrıntılara boğmak yerine, toplumun ezici çoğunluğunun üzerinde uzlaşabildiği temel kriterleri belirlemek yerinde olacaktır. Temel esaslarda konsensüs sağlandıktan sonra geri kalan teferruatları belirlemek yada pratik yasal hukuka adapte etmek zor olmayacaktır.
AKP’nin anayasa paketindeyse toplumun ihtiyaç duyduğu değişikliklerin hiçbiri bulunmuyor. Tam tersine o kadar çok ayrıntıya yer verilmiş ki; bir anayasa metninde yer verilmesine gerek dahi olmayan, askerin sivil yargıya çıkıp çıkmayacağı, HSYK üyelerini kimlerin atayacağı, seçim sandıklarının büyüklüğü, propaganda saatleri gibi organların işleyiş esasları anayasa değişikliği adı altında topluma sunuluyor.
Bunlar bir de demokratik devlet olma adına yapılıyor. Oysa yasası bol olan toplumlar, baskısı ve yasağı da bol olan toplumlardır. Anayasası çok uzun ve ayrıntılı olan devletler çok özgürlükçü olmalarından değil, baskıcı karakterlerinden ileri geliyor. Anayasalar sade ve özü anlatırlar. Ayrıntılara daha çok kurumların yönetmelik ve ceza yasalarında yer verilir.
AKP’nin ise anayasa değişikliği adı altında gündeme getirdiği hususların hiçbiri anayasa değiştirmeyi gerektirmeden de haledilebilecek hususlar. Fakat yürütme ile yargı ve ordu arasında yaşanan iç çatışmada ve bu organlar arasındaki iktidar ve güç olma savaşında birbirlerine fazla söz söyleme gücünü gösteremedikleri için, birbirini alt etme mücadelesine anayasayı ve halkı da alet etmeye çalışıyorlar. Bunun ismine de, ne alakası varsa, anayasa değişikliği diyorlar. Anayasa değişikliği toplumun ihtiyaçları veya değişen koşullara uyumlu hale getirme amacıyla değil, bir iktidar çatışmasının parçası haline getiriliyor.
Bundan dolayı anayasa değişikliği söylemi AKP’nin engelsiz ve sınırsız iktidar amacına ulaşmak için kendine engel olarak gördüğü ordu ve yargı gibi devletin bürokratik aygıtlarını etkisiz kılma amacıyla anayasal reformu dayatması olarak algılanıyor.
Ali Gündoğdu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder