29 Temmuz 2011 Cuma

Öcalan: Benim Yapacaklarım Bitti

PKK lideri Abdullah Öcalan, Devlet ve Kandil’e seslenerek, “Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum” dedi. Öcalan "Öcalan İran operasyonunun da “bölgesel boyutta bir saldırı” olduğunu söyleyerek, “İran Kürt özgürlük damarını kökten bitirmek istiyor, çok tehlikelidir” diye belirtti.

PKK lideri Abdullah Öcalan, 27 Temmuz Çarşamba günü yaptığı görüşmesinde çok önemli açıklamalarda bulundu.

Öcalan, sağlığına ilişkin şunları belirtti: “Sağlığımı soranlara şunu söyleyebilirim, sorunlarla boğuşuyorum, nasıl boğuştuğumu sorabilirler. Önemli olan bizim bu boğuşmadan nasıl bir sonuçla çıkacağımızdır.”

İRAN OPERASYONU ALÇAKÇA BİR SALDIRIDIR

İran ordusunun 16 Temmuz’dan beri sınır hattı boyunca yürüttüğü operasyonları değerlendiren Öcalan şöyle dedi: “Tahmin ediyorum Türkiye de İran'ın Kandil'e yönelik 16 Temmuz'dan beri süren operasyon işinin içindedir. İran'ın saldırısı alçakça bir saldırıdır. Bu iğrenç bir saldırıdır. Bu iğrenç saldırıyı da İran şimdilik üstlenmiş durumdadır. Bu saldırı sadece Kandil'e dönük bir saldırı değil, dört parçadaki Kürtlerin özgürlük damarını kesmek istiyor, bitirmek istiyor bu saldırıyla. Gerilla kendisini korumasını bilir, savaşır.

İRAN’IN ŞU ANKİ DURUMU SADDAM’IN DURUMUNA BENZİYOR

İran'ın şu anki durumu Saddam'ın durumuna benziyor. İran Kürt özgürlük damarını kökten bitirmek istiyor, çok tehlikelidir. Bu bölgesel boyuta sahip bir saldırıdır. Türkiye İran'ı sahaya sürüyor ama İran tehlikenin farkında da değil. İran tehlikeli oynuyor, Türkiye'de bunu anlayacak kimse yok. Hükümet, zaten onun derdi başka, gündemi başka, gününü kurtarma peşinde. İran burada durmayacaktır, Kürtlerden sonra Türkiye'yi de baskısı altına almaya çalışacaktır. Çünkü İran bölgede İsrail'e kadar hegemonyasını kurma peşindedir. Türkiye bunu anlamıyor, tehlikeli oynuyor. ABD'nin politikaları da doğru değil, ABD objektif olarak İran'a yardım ediyor, İran ile aynı tarafa düşüyor!

SİVİLLER GEREKİRSE ORADAN ÇIKARILMALI

Kandil’deki siviller de korunmalı, ailelerin güvenliği sağlanmalı. Orada sivillerin zarar görmemesi sağlanmalıdır. Siviller gerekirse oradan çıkarılır. Uluslararası kuruluşlar da dikkatlerini İran'a yöneltmeli, bu konuda çalışmalar yapılması gerekir. Güneyli güçler de bu duruma sessiz kalmamalıdır.

TÜRKİYE İRAN ÜZERİNDEN KÜRTLERİ HALLETMEYE ÇALIŞIYOR

Türkiye İran üzerinden Kürtleri halletmeye çalışıyor. Bölgesel bir plan bu. Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak istiyorlar. İran bu saldırıyla ABD ve İsrail'e de yakınlaşma, işbirliği mesajı veriyor. Yine Ahmedinejat, mollalar, Amerika ve İsrail'e karşı Türkiye'ye de mesaj veriyor, yanına çekmeye çalışıyor.”

HER İKİ TARAF DA BENİ İDARE EDİYOR

Öcalan, içinde bulunduğu koşullarda pratik önderlik yapamayacağını belirtirken şöyle devam etti: “Ben burada pratik önderlik yapamayacağımı, bu şartlarda bunu sürdüremeyeceğimi söylemiştim. Her iki taraf da bana bir şeyler söylüyorlar. Devletin-AKP'nin zaten ne yaptığı ortada. Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. Kandil beni taşeron olarak kullanıyor. Devlet de heyeti taşeron olarak kullanıyor. Her iki taraf da beni taşeron olarak kullanıyorlar.

BENİM YAPACAKLARIM BİTTİ

Her iki tarafın beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum. Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum. Bu şekildeki pozisyonum devlete de, Kürtlere de zarar veriyor. Bazıları da “Öcalan bu şartlarda orada yönetemez, yapamaz, içeriden pratik önderlik yapılamaz.” diyordu. Doğru söylüyorlar. Bu koşullarda barış görüşmesi yapılamaz.

BENİM DURUMUM MANDELA’YA BENZİYOR


Benim durumum Güney Afrika'daki Mandela'ya benziyor. Durumum onunki gibidir. Desmond Tutu, Mandela'ya, “özgür olmadan bu işe girişmeyin, tehlikelidir” diyordu. Doğru söylüyordu. Ama sonra Mandela'nın önünü açtılar. Ben de özgür olmadan, özgür hareket etmeden bu barış işine girişmem, kalkışmam. Bundan sonra doğru değil. Biliniyor, Güney Afrika'da Mandela'ya gerekli koşulları sağladılar, o da rolünü oynadı.

DE CLERK ROLÜNÜ OYNAYACAK KİMSE YOK


Türkiye'de De Clerk rolünü oynayacak kimse de yok. Bırakın De Clerk'i, Erdoğan şu anda Çiller rolüne soyunmuş. Operasyon üzerine operasyon yapıyor. Heyet de üzerine düşeni yapmadı. KCK de üzerine düşeni yapmadı. Bu şekilde yol da alamıyoruz. Ayrıca zarar da veriyor. “Devletin ali menfaatleri” deniliyor ya, devlete de zarar veriyor. Kürtlere de zarar veriyor. Bu şekilde bu koşullarda daha fazla sürdürmem Kürtlerin yararına değil.

HER İKİ TARAFIN DA İŞLERİNİ KOLAYLAŞTIRDIM


Ben her iki tarafın da işlerini kolaylaştırdım, onlara öneriler sundum, onlara çözüm yolunu gösterdim, protokoller sundum, işlerini kolaylaştırıcı adımlar attım. Daha ne yapayım? Daha fazlasını ayda yılda bir burada bir saat konuşarak mı yapacağım! Daha ne yapayım? Ama her iki tarafın da tavırları başka. Beni de burada taşeron gibi kullanıyorlar. Her iki taraf da beni idare ediyor. Ben idare edilecek birisi değilim. Bunu böyle bilsinler. Ben Kürtlerin onuruyla oynanmasına izin vermem, buna hiçbir şekilde müsaade etmeyeceğim.

KÜRT SİYASETÇİLERE VE TÜRK YETKİLİLERE…

Kürt siyasetçileri şunu bilmeli. İkide bir “biz halkı tutamıyoruz, biz kitleyi zor durduruyoruz, kitle patlama noktasındadır. Sorun çözülmezse devrimci halk savaşını başlatırız, savaşa da barışa da hazırız” diyorlar. Seni tutan mı var, yapar mısın yapmaz mısın sen bilirsin. Ama bu şekilde daha fazla benim üzerime yıkma. Türkiye de, ikide bir “bitireceğiz, şöyle bitireceğiz” diyor. Sen de bitireceksen bitir.

HÜKÜMETE: BİTİRECEKSEN BİTİR, NE DURUYORSUN?

Hükümet, bitirmek için ne yapıyorsa yapsın; özel timleri, polisi devreye sokuyormuş, bilmem dört kuvveti bir kuvvete bağlıyormuş, üçüncü kuvvet yaratıyormuş, ne yapıyorsanız yapın. İşte dün başbakanlıkta yine zirve yapmışlar. Ne karar aldıklarını bilmiyorum. Ama bu şekilde ben yokum. İşte “Sri Lanka gibi olacak” diyorlar. Üç yüz uçağı kaldırıp Kandil'i bombalayıp bitireceklerini söylüyorlar, yapacaksan ne duruyorsun! Örgüt de hazırsa Sri Lanka olmadığını ispatlar o halde.

AKP SAVAŞ İSTİYOR, ÇÖZÜM İSTEMİYOR

Ben taşeronluk yapmayacağım. Heyete de söyledim, Erdoğan'a da çağrı yaptım. Gerillayı güvenli bir alana çekeceğim demiştim. Ama buna dahi imkan tanımadılar. Öcalan “ben silahlı güçleri güvenli bir yere çekeceğim” diyorum. Buna dahi cevap vermiyorlar. Ben daha ne yapayım. AKP savaş istiyor, çözüm istemiyor. Bu şekilde, Başbakanın o çokça değer verdiği anaların gözyaşları böyle dinmez. Anaların gözyaşını dindirmek için silahlı güçleri güvenli bir yere çekeyim diyorum, buna bile cevap vermiyorlar. Tersine her gün operasyonlar var, çatışmalar yaşanıyor, asker, gerilla ölüyor. Kanın aktığı yerde barış nasıl gelişir? Hükümete açık mektubumdur. Eğer gözyaşının dinmesini istiyorsanız, gerillayı güvenli bir yere çekmemin yolunu açın. Böyle yaparsanız bir hafta içinde çözeriz.

SAVAŞ GÜMBÜR GÜMBÜR GELİYOR

Savaşın gümbür gümbür geldiğini bunu durduracak tek kişinin ben olduğumu söyleyenlere diyorum: Ben burada ayda yılda bir yaptığım bir iki saatlik görüşmeyle mi bunu başaracağım. Yapabiliyorsa bu koşullarda gelip kendileri yapsın. Bu koşullarda kim bir şey yapabilir. Öcalan'ın rolünü oynaması için Hükümetin adım atması lazım, irade göstermesi lazım. Onlar da üzerine düşeni yapmalılar. Hem bu koşullarda hem de tek taraflı nasıl olacak? Liberal aydınlara sesleniyorum, böyle şey olur mu? Herşeyi bana yüklüyorlar. Herşeyi benden bekliyorlar. Bu koşullarda ne yapabilirim? Elimde çözmek için sihirli bir değnek yok ki? Bir hayvanı dürtmek için bile elinizde bir değnek olmalıdır. Benim şu anki durumum, susuz bir havuzda yüzmeye benziyor. Havuzun içinde su yok ama bana yüz diyorlar, sürekli yüz diyorlar. Nasıl yüzeyim bu şekilde, böyle şey olur mu? Ben bu şartlarda daha fazla ne yapabilirim ki! Bu neden görülmüyor? Ama başka sorumluluk alan da yok. Benden susuz havuzda yüzmemi istiyorlar. Hatta benden havada yüzmemi bekliyorlar.

30 YILDIR HERKES TÜM YÜKÜ OMZUMA ATMIŞ

30 yıldır herkes tüm yükü omzuma atmış. 30 yıl dışarıda 13 yıldır da burada sırtımda taşıyorum. Benim bu önderlik tarzıma alışmışlar. Benden, benim bu önderlik tarzımdan sürekli yardım almaya alışmışlar. Beni sürekli çalıştırıyorlar. Ama artık kendilerine daha fazla yardımcı olamam. Böyle anlayışı kabul etmiyorum. Bu şekildeki gerillacılığı kabul etmiyorum. Savaşırlar mı savaşmazlar mı, güçleri var mı yok mu ne yaparlar bilemem. Ama ben bunu bu şekilde daha fazla da devam ettiremem. Gerilla da süreci iyi anlamalıdır, gerekirse kimseyi dinlememeli, değerlerimize bağlı olmalı, ona göre süreci sahiplenmelidir. Siyasetçiler de doğru dürüst karar vermeli ve kararlarını da uygulamalıdır.

BUNDAN SONRA BU KOŞULLARDA BEN YOKUM

Ben heyete de bu şartlarda daha fazla sürdüremeyeceğimi anlatmıştım. Heyetle herhalde bir kez daha görüşürüm. Bu kararımı onlara da anlatacağım. Bundan sonra her iki taraf anlaşabilirlerse anlaşsınlar. Bundan sonra bu koşullarda ben yokum. Kendi aralarında anlaşıyorlarsa anlaşırlar, savaşıyorlarsa savaşırlar, ben karışmıyorum.

ROL ALMAMI İSTERLSERSE ÜÇ ŞARTIM VAR

Benim rol almamı isterlerse üç şartım var; sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme. Bu üç şartı sağlayabiliyorlarsa ben devam ederim. İki taraf da rolüm konusunda anlaşırlarsa, sağlık, güvenlik, özgür hareket alanı yaratırlarsa, rolümü oynarım. Bu şartları sağlayamıyorlarsa ben daha fazla devam etmeyeceğim.

BİR TEK ANANIN DAHİ GÖZYAŞI DÖKMESİNİ İSTEMİYORUM

Ben bir tek ananın dahi gözyaşının dökülmesini istemiyorum. Bir ananın gözyaşının dökülmesi bana acı veriyor. Türkiye kamuoyunun şunu bilmesini istiyorum. Ben Başbakan'a “çözüm için gerillaları bir yerde toplayalım”, “sorunu hemen bir haftada çözelim” demiştim. Ama Başbakan'dan ses yok. Başbakan'ı itham ediyorum. Barış istemiyor, her türlü kolaylığı sağlamamıza rağmen barışa yanaşmıyor. Daha ne yapabilirim?

KÜRT AYDINLARA ELEŞTİRİ

Tarih, Kürt tarihi inceleniyor ama bugün derinlemesine ele alınmıyor. Celadet Ali Bedirhan, meseleyi iyi biliyordu, iyi anlamıştı, iyi araştırmıştı. Mustafa Kemal'e mektup da yazmıştı. Ama elinden bir şey gelmiyordu. O dönem cılız kaldı. Fazla bir şey yapamadı. Ama ben bu şartlarda herşeye rağmen dünya kadar şey yaptım. Bu görülmüyor mu? Bir şeyler yazan, bir şeyler anlatan yazar arkadaşlar var ama onlar da derinliğine anlayamıyor, yetersiz kalıyor. Birbirlerine benziyorlar. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

Bazı Kürt aydını geçinenler de hala sırtımdan geçiniyorlar, hala beni kullanarak varlar. Bazıları burada iken herşeylerini biz karşılıyorduk. Her türlü imkanı sağlıyorduk. Bunlar Avrupa'da da bizim sırtımızdan geçindiler. Şimdi de 13 yıldır benim sırtımdan yaşatıyorlar kendilerini. Hiç irşey yapmıyorlar ama yine de bana saldırıyorlar. Şu anda bile sırtımdan geçiniyorlar. Bu sayede Türkiye'ye dönüyorlar ve hala bana saldırıyorlar!”

BU SÜRECİ EN İYİ EVRİM DEMİR ANLADI

Öcalan değerlendirmelerini 14 Temmuz’da bedenini ateşe veren 18 yaşındaki Kürt kızı Evrim Demir’e adadığını söyledi: “Değerlendirmelerimi Evrim Demir anısına yapıyorum, ona adıyorum. Bu süreci en iyi anlayan Evrim Demir'dir. İşte genç bir kız, 18 yaşında ama herşeyi, bu süreci, olup-bitenleri en iyi o kavramış. Ve kavradığı gibi kararını vermiş, eylemini yapmış. Daha fazla söze de gerek yok. Evrim süreci anlamıştı ama KCK, PKK, BDP, DTK bunlar anlamış değil. Bu sürecin gerçek anlayanı ve öncüsü Evrim Demir'dir. Mustafa Malçok da aynı şekilde. Her ikisi de çok genç, saygı duyulacak öncülerimizdir. Bize bu süreçte öncülük edecek en iyi kişilerdir. Ama bu şekilde kendilerini feda etmeleri yerine kendilerini özgürce ifade edebilecekleri yaşam olanaklarını oluşturmalarını tercih ediyor, öneriyorum. Her ikisini de saygıyla anıyorum.”

SAVUNMALARIMDA DİYALEKTİĞE YENİ BİR YORUM KATTIM


Savunmalarına ilişkin bazı sorular aldığını ifade eden Öcalan şunları söyledi: “Savunmalarıma ilişkin bazı sorular alıyorum. Bu sorulara şartlarımdan dolayı çok kısa yanıtlıyorum. Savunmalarımda epistemolojik açıdan yenilikler var. Karşılıklı besleyici diyalektiğe dayalı paradigma ile sınıf çatışması teorisinin pek anlaşılmadığı belirtiliyor ve sınıfların birbirini beslemesinin mümkün olup-olmadığı soruluyor. Savunmalarımda diyalektiğe yeni bir yorum kattım. Aslında sınıfsal açıdan Marks olaya kendi koşulları üzerinden yaklaştı. Bu nedenle kaba ve katı bir diyalektik yorum geliştirdi. Antagonizma tartışmaları önemlidir. Ama Marks'ın anladığı anlamıyla antagonizma doğru değildir. Bizim bakış açımıza göre doğada hiçbir şey tamamen yok olmaz. Birbirini besleme daha önemlidir. Yıkıcılık doğru değildir. Birbirini tamamen yok etmek doğru değildir. Zaten biliyorsunuz doğada mutlak yokluk yoktur, mutlak kesinlik de yoktur. İki ucun yok etme temelinde birbiriyle mücadelesi doğru değildir.

MUTLAK KARŞITLIK DOĞRU DEĞİL

Bununla birlikte bu mücadele yaratıcıdır ve özgürleştiricidir. Ama doğada esas olan, % 99 karşılıklı beslemedir. Çatışma ise yüzde birdir. Bu açıdan Marks'ı eleştirmek lazım. Onda herşey siyah beyazdır. Ama örneğin doğadaki renkleri düşünelim. Ak ile siyah renklerini örnek verelim. Siyah bir renk değildir, beyaz da bir renk değildir, bunlar birbirlerini soluma ile var olurlar. Bunların dışında bir sürü renk vardır. Dolayısıyla mutlak karşıtlık doğru değildir. Siyaseten sınıfsal açıdan da mutlak karşıtlık doğru değildir. Savunmalarımda genişçe yer verdim. Bu proletarya diktatörlüğüne götürür. Oysa biz demokratik moderniteyi savunuyoruz.

Diğer bir soru çalışmalarımda iktisadi alan vurgusunun biraz geri planda kaldığı, kullandığım sosyal piyasa kavramının Keynes ve ardıllarınca ortaya atıldığı ve yıpranmış bir kavram olduğu yönündeydi. Bunun yerine yeni bir kavram düşünülüp düşünülemeyeceği soruluyor. Savunmalarımda iktisadi alan da işlenmiştir. İktisadi anlamda Braudel'den aldığım kavramları işledim. Braudel de kapitalizmi eleştiriyor. Tekel karşıtlığını o da ele alıyor. İktisadi alan Braudel incelemesiyle daha da zenginleştirilebilir. Kullandığım “Sosyal Piyasa” kavramı da Braudel'e aittir. Kendimce geliştirdim ve zenginleştirdim. Kapitalizmin piyasa ekonomisine ve sömürüsüne karşı emekçiden yana bir kavramdır bu. Dünya Bankası çevresi bu kavramı kullanmış olabilirler ama benim dediğimin bunlarla ilgisi yok. Sahte liberaller bu kavrama ayrı bir anlam yüklüyorlar, bu liberal sahtekarlıktır. Bu kavramı maske olarak kullanıyorlar. Bu sosyal piyasa kavramı benim savunmamın özgün yanlarından biridir. Piyasa sosyalizmde de var, olmalıdır. Herkes ürettiği en kaliteli malları piyasaya sürer fakat bu kar amaçlı bir piyasa değildir. Bu, toplumun yararına olan bir piyasadır. Kaliteli kültürel değerlerin topluma sunulmasıdır. Oysa kapitalizm piyasanın inkarıdır. Bu anlamda kapitalizmi de yeniden tanımladım.

POLİTİKA TAMAMEN ANTİ-DEVLETTİR

Üçüncü bir soru; savunmalarda toplumu yeniden inşa etme bağlamında politika kurumuna özel vurgu yaptığım, buna göre politika özgürleştirir dediğim belirtilerek, politikanın nasıl özgürleştireceği soruluyor.

Evet, politikanın özgürleştirdiğini savunuyorum. Bu, savunmamın en özgün tezlerinden biridir. Bunun kaynağı da Hannah Arendt'e aittir. Arendt'i tamamen incelemiş değilim ancak bunu çok iyi işliyor, özgün yanları var. Politikanın özgürleştirici olduğuna inanıyorum.

Marks diyor ki bilinç-sınıf özgürleştirir. Hegel de akıl-devlet özgürleştirir diyor. Ben ise politika özgürleştirir diyorum. Bundan ne kastettiğim soruluyor. Evet, politika tamamen anti-devlettir. Bu konuyu uzunca değerlendirebilirim ancak şartlardan dolayı en kısa ve öz ifade ediyorum. Esasında devlet politikanın inkarıdır. Bu yüzden politika özgürleştirir. Marks'ın dediği gibi sınıfın özgürleştirmediği, bu yönlü sosyalizm denemelerinden anlaşıldı. Hegel, devlet özgürleştiririr diyordu ama Hitler faşizminden de anlaşıldığı gibi o da özgürleştirmiyor, aksine yıkıcıdır. Bu tür durumlarda devlet herşeydir vatandaş hiçtir, bir noktadır. Noktalaşmaya karşı durmak gerekir. Çünkü nokta hiçtir. Devlet ne kadar güçlü var olursa vatandaşlık o kadar az olur. Devlet ne kadar küçülürse vatandaşlık da o kadar büyük olur. Devlet zaten özünde anti-özgürlüktür hem de anti politikadır. Devletli sistemlerde vatandaş nokta kadardır, yani sıfırdır, hiçbir şeydir. Bu nedenle özgürleşmek için devlete karşı politikayı savunmak önemlidir. Politika yapmak özgürlüktür.

Bu tez, savunmalarımın en özgün tezlerinden biridir. Ben Marks ve Hegel'den farklı olarak toplumun inşasının temeline özgürlüğü koyuyorum. Hatta bu nedenle politika eşittir özgürlüktür. Bunların hepsi savunmalarımda mevcuttur ama yeterince okunduğunu, dikkate alındığını, uygulandığını sanmıyorum.

Bu çabalarımı Lenin'in çabalarıyla karşılaştıranlar da oluyor. O da eleştiriyordu, yeni bir sistem öneriyordu ve pratize etmeye çalışıyordu. Lenin de teori geliştirmiştir, pratiğe de dökmüştür, o imkanları olmuştur. Ama işte benim burada böyle bir imkanım yok. Ancak bunu kimse anlamıyor.

BİZİM DEMOKRATİK MODERNİTE TEORİMİZ VAR

Bir diğer soru “iktidar birikimi” kavramına ilişkindir. Sermaye birikimine çok atıf yapılmıştır ama “iktidar birikiminin” ilk kez kullanıldığı söyleniyor. Sermaye birikimi savunmam açısından önemli bir kavram. Fakat en az onun kadar önemli olan diğer kavram da iktidar birikimidir. Bunlar birbirlerinden bağımsız olan şeyler değil. Sermaye birikimi oldukça iktidar birikimi de kaçınılmaz oluyor. Braudel de Marks da sermaye birikimine değinmiştir fakat ikisi de bir sonraki hamleyi, iktidar birikimini görememiştir. Sermaye birikimiyle bağlantılı iktidar birikimini görememiştir. İşte Hitler'i gördük. Hitler, iktidar birikiminin zirvesiydi. Bunları siyasete iyi uyarlamak gerekir.

Bunlar moderniteyle bağlantısı olan şeyler. Bizim demokratik modernite teorimiz var. Kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi savunuyoruz. Kapitalizmin yıkıcılığına ve emekçilerin sorunlarına karşı bu model önemlidir. Kapitalist modernitenin endüstriyalizmine karşı biz ekolojik üretim toplumunu savunuyoruz. Ulus-devlete ya da devletin ulusuna karşı demokratik ulus blokunu, demokratik toplumu savunuyoruz. Demokratik ulus, küçük birimler olarak varlığını koruyacak. Mesela Türkiye için Türkiye Demokratik Ulus birimleri kavramını kullanabiliriz. Herkes kendi dil, renk ve özgünlüğüyle buna katılacak. Mesela bir halka düşünülebilir, fakat bu halkanın ucu kapalı değil, uçları birbirine değmiyor. Ucu açık bir halkadır. Ucu kapalılık, nokta haline gelmedir. Nokta haline gelinmemelidir. Yani her halkanın uçları kapanmayacak, diğer halkalara açık olacak. Kesişme noktaları olacak. Birbirlerine etkilenmeler, birbirlerine verip almalar olacak, buna açık olacak. Bir halka Kürt, bir halka Türk, bir halka Arap, bir halka Acem vs hepsi iç içe geçiyor, kesişme noktaları oluyor, ortak değerleri, ortak kültürleri oluyor. Bunlar demokratik ulus birimleridir. Bu şekilde özyönetim güçleriyle kendilerini ortaya koyarlar. Bunlar Dipnot vb. çeşitli dergilerde tartışılabilinir.

Bunlar savunmamın temelini oluşturuyor. Ertuğrul Kürkçü onlar da bunun üzerinde durabilirler. Türkiye'de kapitalizm nasıl bu kadar emekleri sömürdü, doğayı sömürdü, her şeyi yok etmeye başladı, nasıl bu hale gelindi? Buna karşı hala neden mücadele verilemiyor, neden örgütlenme yapılamıyor? Blok çalışmaları bu temelde hızlandırılabilir. İşte görülüyor 70 yıldır sol bir araya gelemedi. Onu da bana yüklediler. Savunmalarımdan yararlanılırsa yüzde yirmilerde oy alınır, patlama olur.”

DERSİM’İ YÖNLENDİREN BİR GLADİO VAR

Öcalan son olarak şunları söyledi: “Dersim ve Bingöl üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Buralar seçimlerde beklenenin elde edilemediği yerler. Bu durumun değerlendirilmemesi, üzerine gidilmemesini esefle karşılıyorum. Dersim'i idare eden, Dersim'i yönlendiren bir Gladio var. Aynı şekilde Bingöl'e yerleşen Bingöl'ü de idare eden bir Gladio var. Ama her iki yerdeki Gladio da aynı merkezden yürütülüyor. O Kamer Genç gibiler “biz Alevi Türküz, Kürt değiliz” diyorlar. Bunlar Gladio elemanları, çocuklarını da Amerika'da okutuyorlar. Kamer Genç 1980 darbesinin adamıdır. Hatta Kamer Genç örtülü ödenekten beslenmektedir. Her türlü şeyi yapmasına rağmen buna ses çıkarılmıyor, neden? Çünkü Dersim'in bir kısmını bu şekilde tutuyor, Gladioya bağlı kılıyor. Bingöldekiler de “biz Kürt değiliz, Şafi Zazayız” diyorlar. Dersim'de Alevi-Zazacılığı bize karşı geliştiriyorlar. Yine Bingöl'de Şafi-Zazacılığı geliştiriyorlar. Bu ikisinin de kaynağı Gladiodur. Bunlar iyi çözümlenmelidir, üzerinde önemle durulmalıdır. Aslında ikisi de aynıdır. İkisi de Kürtlüğü bitirmeye dönük özel savaş uygulamalarıdır. Bunların tedbirleri alınmalıdır. Her ikisini de yöneten, idare eden aynı merkez, aynı Gladio, aynı zihniyettir. Bu durum iyi çözülmelidir. Bu durum iyi çözülmediği sürece orada yol katedilemez, bu görülmelidir.

Bazı dergilerde yayınlanan makaleler üzerine “Apo'dan özgürlük filozofu yaratıyorlar” şeklinde eleştiriler yapanlar olmuş. Ne filozofu! Bu tür şeylere ihtiyaç duymuyorum.

Bazı cezaevlerinin boşaltılarak tutsakların başka yerlere nakledildiğine dair haberler basında çıktı. Yeni bir KCK operasyonunun yapılabileceği belirtiliyor. Eskisinden çok daha kapsamlı, çok daha büyük operasyonlar yapabilirler. Daha kapsamlı askeri operasyonlar da yapabilirler. Bu durum da herşeyi daha içinden çıkılmaz hale getirecektir.

Dipnot dergisini de takip ediyorum, başarılı buluyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum. Tüm halkımıza en derin sevgi ve selamlarımı iletiyorum.”

Hiç yorum yok: