19 Temmuz 2011 Salı

AKP Yeni Yolculuğuna Kıdem Tazminatına Saldırarak Başladı

DİSK Yönetim Kurulu: ‘Kıdem tazminatının kaldırılması bir kak gaspıdır, İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız.’

DİSK Yönetim Kurulu’nun, 61. Hükümet Programı’nda yer alan işçi haklarına ilişkin değerlendirmesi:


Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Mücadele Arkadaşlarım


Bu sıcak yaz gününde, sıcaklığından bir şey kaybetmeyen siyasi gelişmeler hepimizi bu salonda biraraya getirdi. Çok çalışıp az tatil yapan basın emekçisi arkadaşlarıma, zaman ayırıp bizi dinlemeye geldikleri için teşekkür ediyorum.


Değerli Arkadaşlar


Dün yaşanan olayda yine gencecik insanlar öldü. Çok üzgünüz. Üzüntümüzü anlatacak kelime bulamıyoruz. Ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Genç ölümlerin, genç tabutların gelmesine, kan ve gözyaşına kimsenin tahammülü kalmamıştır. Çatışmaların bitmesi ve Kürt sorununun bir an önce çözülmesi için herkes üzerine düşeni acil olarak yerine getirmelidir.



Sevgili Arkadaşlar


12 Haziran seçimlerinden çoğunluk partisi olarak çıkan AKP hükümeti, yeni programını hazırlayarak ve güven oyu alarak “yürüdüğü yoluna” devam ediyor. Yeni hükümet programı da, daha öncekiler gibi ülkemizde 30 yıldır uygulanan “ucuz işgücüne dayalı” büyüme anlayışını yansıtıyor. 2002’den başlayarak çalışanların haklarını gerileten düzenlemeleri gerçekleştiren AKP, şimdi emekçilere karşı doğrudan cephe almış bulunuyor. 4857 sayılı iş yasasıyla çalışma koşullarını esnekleştiren, iş güvencesini gerileten; sosyal güvenlik yasasıyla emeklilik yaşını 65’e çıkaran, prim gün sayısını arttıran ve emekli ücretlerini düşüren; 2010 yılında yasalaştırdığı “torba yasa” ile norm kadro fazlası 50 bini aşkın belediye çalışanlarını ve kamu çalışanlarını güvencesiz bırakan, sürgünlerle karşı karşıya getiren bu iktidar, yeni hükümet programında Kıdem Tazminatının fona devredilmesine ve esnek çalışmaların yaygınlaştırılmasına açıkça yer veriyor.


AKP’nin yeni istihdam stratejisi belgesi, orta vadeli ekonomik program ve hükümet programında yer alan anlayış, sermaye birikimini, tümüyle emekçilerin alın terinden “çalarak” sağlamayı amaçlayan, katıksız bir “neoliberal ideolojinin” yansımasıdır. Kıdem Tazminatının düşürülmesi yoluyla istihdamın arttırılmasını öngören bu yaklaşım, işveren örgütlerinin temel hedef ve politikalarını siyasal iktidarın da bütünüyle benimsediğini ortaya koymaktadır.


AKP iktidarının ortadan kaldırmaya çalıştığı Kıdem Tazminatı dünyanın hemen her ülkesinde var olan en yaygın ödeme türlerinden birisidir. Fransa’dan Güney Kore’ye, Hollanda’dan Hindistan’a, Arjantin’den Japonya’ya, İtalya’dan Brezilya’ya kadar neredeyse tüm dünya ülkelerinde Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Elbette Kıdem Tazminatının miktarı ve uygulama koşulları ülkelerin geleneklerine, sendikal hareketin gelişmesine, toplu sözleşme düzenine ve toplumdaki sosyal koruma sistemlerinin türüne göre farklılık göstermektedir.


Kıdem Tazminatı konusunda, bugün, siyasal iktidarın da açıktan katılarak söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktur. Yalan-yanlış ve gerçek dışı değerlendirmelere dayanarak çalışanların en temel haklarından birisi yok edilmeye çalışılmaktadır.


Siyasal iktidara ve işverenlere göre Kıdem Tazminatı yükü ülkemizde işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyecek şekilde yüksektir. Oysa bu görüş, çarpıtılmış ve doğru olmayan verilere dayanarak ileri sürülmektedir. Gerek Avrupa ülkelerinde gerekse diğer ülkelerde Türkiye’dekine benzer nitelikte Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Ayrıca birçok ülkede Kıdem Tazminatının yanında ülkemizde var olandan daha yüksek düzeylerde sosyal koruma mekanizmaları ve buna bağlı kaynak aktarma sistemleri söz konusudur. Türkiye’de sosyal koruma ve istihdam yüklerinin fazlalığı gerekçe gösterilerek Kıdem Tazminatının yok edilmesi savunulamaz.


Kıdem Tazminatı, çalışanın ücretinin ileride ödenmek üzere ayrılmış bir parçasıdır. Bu nedenle Kıdem Tazminatı ücret dışı işgücü maliyetinin bir unsuru şeklinde görülemez ve rekabet gücünü arttırmak amacıyla azaltılması düşünülen bir ödeme türü olarak ele alınamaz.


İşveren örgütlerinin yıllardır öne sürdüğü, AKP iktidarının da benimsediği bir başka gerçek dışı değerlendirme de Kıdem Tazminatının iş güvencesi ve işsizlik sigortasının yerine geçtiğidir. Bu nedenle ülkemizde işsizlik sigortasının ve iş güvencesinin var edilmesinden sonra Kıdem Tazminatına gerek olmadığı iddia edilmektedir. Oysa yaygın örneklerden de görüleceği gibi hiçbir ülkede Kıdem Tazminatı iş güvencesi ya da işsizlik sigortası yerine düzenlenmiş değildir.


Ayrıca bu “uydurulmuş” gerekçe temelden yanlıştır. Çünkü Kıdem Tazminatı ödeme durumu, iş güvencesinin olduğu yerde değil; iş güvencesinin bittiği yerde başlamaktadır. Bu anlamda iş güvencesi ile Kıdem Tazminatı birbirinin yerine geçen değil, güvenceli ve insanca bir çalışma yaşamı için birlikte bulunması gereken iki ayrı düzenleme niteliği taşımaktadır.


Kaldı ki bir yandan Kıdem Tazminatı yükünün ağırlığından söz edip, öte yandan işverenin işçiyi işe geri almaması karşılığında ek bir tazminat ödemesini savunmak açık bir çelişkidir. Bu nedenle Türkiye’de iş güvencesi, mahkemelerin işe iade kararı verdiği durumlarda, işe geri dönüşü mutlak biçimde sağlayacak şekilde değiştirilmeli ve yaptırımı ağırlaştırılmalıdır. İş güvencesiyle Kıdem Tazminatı arasında tutarlı bir ilişki ancak bu şekilde kurulabilir.


Aynı durum işsizlik sigortası ile Kıdem Tazminatı ilişkisi açısından da söz konusudur. İşsizlik sigortası, işçinin, işsiz kalma tehlikesine karşı güvence sağlamak amacıyla, çalışırken, diğer sigorta türleri gibi prim ödeyerek sahip olduğu bir kazanımdır. Kıdem Tazminatı ise herhangi bir karşılık ödemeksizin, iş yerinde yıpranmışlığının bir bedeli olarak, işten ayrılırken aldığı, “ertelenmiş kazancıdır.” Her ikisinin de çalışanın işten ayrılması koşuluna bağlı olması, işsizlik sigortası ile Kıdem Tazminatını birbirinin yerine geçirmek için gerekçe olamaz.


Öte yandan Kıdem Tazminatının Türkiye’den daha düşük olduğu bazı ülke örneklerini ısrarla öne süren işverenler, sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve sendikal haklar konusunda dünya örnekleri ile evrensel normlara gözlerini kapamaktadırlar. Bu nedenle ülkemiz 12 Eylül 1980’den bu yana, dünyada çalışanların hak ve özgürlüklerini en çok baskı altında tutan ve yasaklayan ülkelerden biri durumundadır. Bu olgunun açık göstergesi hemen her ILO konferansında Türkiye’nin sendikal haklar ve toplu sözleşme düzeni konusunda “kara listeye” alınıyor olmasıdır.


Ülkemizde Kıdem Tazminatı konusu son gelinen aşamada “fon kurulması” noktasında düğümlenmiş bulunmaktadır. Fon uygulaması mevcut Kıdem Tazminatı uygulamasına alternatif olarak, “Kıdem Tazminatı hakkını güvenceye almak” gerekçesiyle savunulmaktadır. Oysa ülkemizdeki gerçekler, daha önce çeşitli nedenlerle oluşturulmuş bulunan istihdama ilişkin fonların amaçlarına uygun kullanılmadığını açıkça göstermektedir.1980’li yılların ikinci yarısında oluşturulan “Konut Edindirme Fonu" ile Tasarrufu Teşvik Fonu bir süre uygulandıktan sonra yürürlükten kaldırılmış ve geri ödemeleri çok önemli hak kayıpları yaşanarak yapılabilmiştir. İşsizlik sigortası fonunun kullanımında da amaca aykırı uygulamalar yaşanmaktadır.


Kıdem Tazminatı fonu, sermayenin yükünü azaltmak yanında sermayeye yeni fonlar yaratmak amacıyla önerilmektedir. Böylece çalışanların bireysel kaynakları, istihdam yaratma görüntüsü altında, sermayeye kaynak olarak aktarılacak ve özel emekliliği yaygınlaştırmanın bir aracı olarak kullanılacaktır. Bu çerçevede çalışanların hak ve özgürlüklerini piyasa koşullarına bağlayan liberal ideolojinin gerekleri yerine getirilecek; ancak bu uygulamadan çalışanların payına yalnızca hak kayıpları ve yoksullaşma düşecektir.


Çalışanların çok büyük bölümünün sendikal örgütlenmeyle ilişkisinin bulunmadığı ve toplu sözleşme güvencesinde olmadığı Türkiye gibi ülkeler, sosyal koruma sistemlerinin gelişmiş bulunduğu ve çalışanların tümünün toplu sözleşme kapsamında yer aldığı -örneğin İtalya ve Avusturya gibi- ülkelerle karşılaştırılarak Kıdem Tazminatı Fonu oluşturulması önerilemez.


İkili bir sistem yaratarak, yeni çalışmaya başlayacakların Kıdem Tazminatı haklarını yok etmek, doğrudan doğruya, halen çalışmaya devam edenlerin işverenler tarafından işten çıkarılması için “ekonomik” bir neden yaratmak anlamına gelecektir. Böylelikle sözde Kıdem Tazminatını güvenceye almak amacıyla fon oluşturulurken, işçilerin iş güvencelerini ortadan kaldıracak bir adım daha atılmış olmaktadır.


Kıdem Tazminatı’nın 15 güne indirilmesi ya da aynı amacın Kıdem Tazminatı Fonu kurularak gerçekleştirmeye çalışılması, toplumsal barışa hizmet etmediği gibi, demokratik bir toplumun gerekleriyle de bağdaşmamaktadır. Çalışanların kazanılmış haklarında geri gidişi öngören bu türden bir düzenlemenin geçerli, akılcı ve yeterli hiçbir gerekçesi yoktur. Kıdem Tazminatı konusunda uygulamadaki en önemli sorun çeşitli nedenlerle Kıdem Tazminatını alamayan çalışanların bulunmasıdır. Bu sorunun çözümü, işsizlik sigortası fonu kapsamında yer alacak güvence mekanizmalarıyla bulunmalı ve çalışanların hak kayıpları önlenmelidir.


DİSK, kuruluşundan bu yana, çalışma ilişkilerinin demokratikleşmesi ve demokrasinin toplumsal anlamda güçlendirilmesi amacıyla mücadele etmektedir. Günümüzde bu mücadelenin en somut alanlarından biri, antidemokratik çalışma yasalarıdır. 12 Eylül döneminin uzantısı olan ve 30 yıldan beri emeği tutsak alan 2821 ve 2822 sayılı yasalar, artık ülkemiz için utanç kaynağı olmuş ve katlanılamaz bir nitelik kazanmıştır. Bu yasalarda yapılmak istenen değişikliklerle ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde uzun yıllardır çalışmalar yapılmış, bilim kurullarına taslaklar hazırlatılmıştır. Ancak, Meclis’e sevk edilen yasa teklifleri TBMM gündemine bile girememektedir.


DİSK, bugüne dek savunduğu görüşler doğrultusunda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan yasa tasarısı taslaklarını değerlendirmek ve yapılan çalışmalara katkı vermek konusunda azami çabayı harcamış bulunmaktadır. DİSK, gerek işçi konfederasyonları ile, gerekse işveren konfederasyonu TİSK’le yapılan teknik çalışmalarda, sendikal hakların özünün korunarak, çalışma ilişkilerinin ILO normları doğrultusunda demokratikleşmesi hedefimize bağlı kalarak, ortaklaşma ve uzlaşma isteğinde olmuştur.


Bu nedenle, DİSK olarak ILO sözleşmelerine, Avrupa Sosyal Şartı’na ve ülkemiz sendikal hareketinin ihtiyaçlarını karşılayacak yasal değişikliklerin bir an önce yapılması, ülkemizde özgür, demokratik bir sendikal yaşamın gerçekleşmesi için bugüne kadar sürdürdüğümüz mücadeleye aynı kararlılıkla devam edeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.


Konfederasyonumuz DİSK Kıdem Tazminatı’nın iş güvencesi ve işsizlik sigortası gibi sosyal koruma alanlarıyla birlikte gündeme getirilmesine karşı çıkmıştır. Kıdem Tazminatının, çalışma yaşamını demokratik ve güvenceli bir çerçeveye oturtmak amacıyla geliştirilen iş güvencesiyle işsizlik sigortasının karşısına bir pazarlık unsuru gibi konulmasını kabul etmeyeceğini belirtmiştir. DİSK, ayrıca 2009 yılında basına da yansıyan ve işverenlerin Kıdem Tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona bağlamayı öngören yaklaşımları karşısında, bu doğrultudaki düzenlemelerin gerçekleştirilmeye çalışılması halinde bu durumu bir genel grev gerekçesi sayacağını açıkça bildirmiştir.


Sermayenin çıkarlarına uygun davranan siyasal iktidarlar eliyle ülkemiz kayıt dışının yaygın olduğu, gelir dağılımının olağanüstü bozulduğu, sendika üyeliği, toplu sözleşme ve grev haklarının kullanılamaz hale geldiği, iş kazalarında ölümlerde dünyada ilk üçe giren, örgütsüz ve güvencesiz bir toplum haline getirilmiş bulunmaktadır. AKP son döneminde de Kıdem Tazminatını gerileterek ve esnek çalışmayı yaygınlaştırarak emekçilere karşı yürüyüşüne devam edeceğini ortaya koymaktadır. Oysa halk, AKP’ye, çalışanların haklarını gasp etmesi için oy vermemiştir. Bilinmelidir ki Kıdem Tazminatının yok edilmesine izin verilirse, arkası da gelecektir. Kamu çalışanlarının emeklilik ikramiyesi benzer gerekçelerle kaldırılmaya çalışılacaktır. Özel İstihdam Bürolarının geçici iş ilişkisi kurması ve bölgesel asgari ücret uygulaması işverenlerin ve siyasal iktidarın ekonomik gelişme için gerekli gördüğü diğer adımlardır. Bu uygulamalarla Anadolu’da adeta “yeni bir Çin” yaratılmaya çalışılmaktadır. Bazı işverenler Türkiye’yi “Avrupa’nın Çin’i” olarak gördüklerini açıkça söyler hale gelmiş durumdadırlar.


Oysa, Başbakan Erdoğan hükümet programında pembe tablo çizmeye devam etmektedir. Başbakan 2002 yılından bu yana gelir dağılımının daha adil bir noktaya geldiğini söylerken, toplumun belli bir düzeyine göre daha az harcama gücüne sahip olan yoksul fertlerin sayısındaki artışı neden görmek istememektedir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara göre bu kapsamda yoksul fert sayısı 2002-2009 yıllarında % 14,4’den %15,12’ye yükselmiştir. Yoksul fert sayısı yine devletin resmi kurumunun verileri üzerinden yaptığımız hesaplamalara göre aynı dönemde 1milyon 164 bin kişi artış göstermiş ve 10 milyonun üzerine çıkmıştır.


İşsizlikle ilgili başarısızlık ortada dururken, niye ısrarla kriz dönemi üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır? Bu hükümet döneminde işsiz sayısında cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmıştır. Umutsuzlarla birlikte işsizlik oranı AKP iktidarında (2003-2010) 1990’ların aynı dönemlerine göre (1993-2000) ortalamada yüzde 9,30’dan yüzde 17,01’e fırladı. İşsiz sayısının Cumhuriyet tarihi rekoru kırdığı 2009 yılında bu oran yüzde 20,64’e ulaştı. Yine aynı dönemler için yüksek öğrenim mezunu işsiz sayısı ortalamada 121 binden 342 bine çıktı. Bu sayı son açıklanan TÜİK verilerinde ise 400 binin üzerindedir.


Türkiye’yi büyüme oranları konusunda ısrarla gelişmiş ülkeler kategorisinde değerlendirme çabası, ne yazık ki hükümet programında kendisine yer bulmaktadır. Büyüme oranları konusunda Türkiye, dünyada kendisine benzer ülkelerle kıyaslamak durumundadır. Türkiye 2009 yılında küçülürken, bu ülkelerin önemli bir kısmı büyümesini sürdürmüştür. Krizle birlikte Türkiye hedeflerine 2 yıl geriden ulaşma çabasındadır.


Büyümeyi, gelir dağılımını bozarak ve emekçilerin gelirlerine el koyarak sağlamayı öngören bu politikaların, sendikal özgürlüklerin geliştirildiği, demokratik bir ortamda oluşturulabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle ülkemizde sendikal yasaklar, temel hak ve özgürlükler üzerindeki baskılar, polis devleti görünümü veren yaygın olaylar varlığını sürdürmekte ve işçi sınıfının mücadelesinin önü kesilmeye çalışılmaktadır.


Türkiye işçi sınıfının öncü örgütü olan DİSK, kazanılmış haklarımızın elimizden alınmasına da, devlet baskısına da, anti demokratik uygulamalara da -bugüne kadar olduğu gibi- karşı çıkacaktır. Yüzlerce yıllık mücadeleyle elde edilmiş ve uğruna büyük bedeller ödenmiş olan hak ve özgürlüklerimizi korumaya kararlıyız. Haklılığımızı, hayatı yaratmamızdan, alın terimizden ve onurlu geçmişimizden alıyoruz.


Bütün emek güçlerini, gecelerinde aç yatılmayan, aydınlık ve özgür bir Türkiye mücadelesinde, birlikte yer almaya çağırıyoruz.


İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız. Bu uğurda mücadele etmeyenleri de tarih önünde sorumluluklarıyla başbaşa bırakacağız.

Hiç yorum yok: