DİSK Yönetim Kurulu: ‘Kıdem tazminatının kaldırılması bir kak
gaspıdır, İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek
kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız.’
DİSK Yönetim Kurulu’nun, 61. Hükümet Programı’nda yer alan işçi haklarına ilişkin değerlendirmesi:
Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Mücadele Arkadaşlarım
Bu sıcak yaz gününde, sıcaklığından bir şey kaybetmeyen siyasi
gelişmeler hepimizi bu salonda biraraya getirdi. Çok çalışıp az tatil
yapan basın emekçisi arkadaşlarıma, zaman ayırıp bizi dinlemeye
geldikleri için teşekkür ediyorum.
Değerli Arkadaşlar
Dün yaşanan olayda yine gencecik insanlar öldü. Çok üzgünüz.
Üzüntümüzü anlatacak kelime bulamıyoruz. Ailelerine başsağlığı ve sabır
diliyorum. Genç ölümlerin, genç tabutların gelmesine, kan ve gözyaşına
kimsenin tahammülü kalmamıştır. Çatışmaların bitmesi ve Kürt sorununun
bir an önce çözülmesi için herkes üzerine düşeni acil olarak yerine
getirmelidir.
Sevgili Arkadaşlar
12 Haziran seçimlerinden çoğunluk partisi olarak çıkan AKP
hükümeti, yeni programını hazırlayarak ve güven oyu alarak “yürüdüğü
yoluna” devam ediyor. Yeni hükümet programı da, daha öncekiler gibi
ülkemizde 30 yıldır uygulanan “ucuz işgücüne dayalı” büyüme anlayışını
yansıtıyor. 2002’den başlayarak çalışanların haklarını gerileten
düzenlemeleri gerçekleştiren AKP, şimdi emekçilere karşı doğrudan cephe
almış bulunuyor. 4857 sayılı iş yasasıyla çalışma koşullarını
esnekleştiren, iş güvencesini gerileten; sosyal güvenlik yasasıyla
emeklilik yaşını 65’e çıkaran, prim gün sayısını arttıran ve emekli
ücretlerini düşüren; 2010 yılında yasalaştırdığı “torba yasa” ile norm
kadro fazlası 50 bini aşkın belediye çalışanlarını ve kamu çalışanlarını
güvencesiz bırakan, sürgünlerle karşı karşıya getiren bu iktidar, yeni
hükümet programında Kıdem Tazminatının fona devredilmesine ve esnek
çalışmaların yaygınlaştırılmasına açıkça yer veriyor.
AKP’nin yeni istihdam stratejisi belgesi, orta vadeli ekonomik
program ve hükümet programında yer alan anlayış, sermaye birikimini,
tümüyle emekçilerin alın terinden “çalarak” sağlamayı amaçlayan,
katıksız bir “neoliberal ideolojinin” yansımasıdır. Kıdem Tazminatının
düşürülmesi yoluyla istihdamın arttırılmasını öngören bu yaklaşım,
işveren örgütlerinin temel hedef ve politikalarını siyasal iktidarın da
bütünüyle benimsediğini ortaya koymaktadır.
AKP iktidarının ortadan kaldırmaya çalıştığı Kıdem Tazminatı
dünyanın hemen her ülkesinde var olan en yaygın ödeme türlerinden
birisidir. Fransa’dan Güney Kore’ye, Hollanda’dan Hindistan’a,
Arjantin’den Japonya’ya, İtalya’dan Brezilya’ya kadar neredeyse tüm
dünya ülkelerinde Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Elbette Kıdem
Tazminatının miktarı ve uygulama koşulları ülkelerin geleneklerine,
sendikal hareketin gelişmesine, toplu sözleşme düzenine ve toplumdaki
sosyal koruma sistemlerinin türüne göre farklılık göstermektedir.
Kıdem Tazminatı konusunda, bugün, siyasal iktidarın da açıktan
katılarak söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktur. Yalan-yanlış ve gerçek
dışı değerlendirmelere dayanarak çalışanların en temel haklarından
birisi yok edilmeye çalışılmaktadır.
Siyasal iktidara ve işverenlere göre Kıdem Tazminatı yükü ülkemizde
işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyecek şekilde yüksektir. Oysa
bu görüş, çarpıtılmış ve doğru olmayan verilere dayanarak ileri
sürülmektedir. Gerek Avrupa ülkelerinde gerekse diğer ülkelerde
Türkiye’dekine benzer nitelikte Kıdem Tazminatı uygulanmaktadır. Ayrıca
birçok ülkede Kıdem Tazminatının yanında ülkemizde var olandan daha
yüksek düzeylerde sosyal koruma mekanizmaları ve buna bağlı kaynak
aktarma sistemleri söz konusudur. Türkiye’de sosyal koruma ve istihdam
yüklerinin fazlalığı gerekçe gösterilerek Kıdem Tazminatının yok
edilmesi savunulamaz.
Kıdem Tazminatı, çalışanın ücretinin ileride ödenmek üzere ayrılmış
bir parçasıdır. Bu nedenle Kıdem Tazminatı ücret dışı işgücü maliyetinin
bir unsuru şeklinde görülemez ve rekabet gücünü arttırmak amacıyla
azaltılması düşünülen bir ödeme türü olarak ele alınamaz.
İşveren örgütlerinin yıllardır öne sürdüğü, AKP iktidarının da
benimsediği bir başka gerçek dışı değerlendirme de Kıdem Tazminatının iş
güvencesi ve işsizlik sigortasının yerine geçtiğidir. Bu nedenle
ülkemizde işsizlik sigortasının ve iş güvencesinin var edilmesinden
sonra Kıdem Tazminatına gerek olmadığı iddia edilmektedir. Oysa yaygın
örneklerden de görüleceği gibi hiçbir ülkede Kıdem Tazminatı iş
güvencesi ya da işsizlik sigortası yerine düzenlenmiş değildir.
Ayrıca bu “uydurulmuş” gerekçe temelden yanlıştır. Çünkü Kıdem
Tazminatı ödeme durumu, iş güvencesinin olduğu yerde değil; iş
güvencesinin bittiği yerde başlamaktadır. Bu anlamda iş güvencesi ile
Kıdem Tazminatı birbirinin yerine geçen değil, güvenceli ve insanca bir
çalışma yaşamı için birlikte bulunması gereken iki ayrı düzenleme
niteliği taşımaktadır.
Kaldı ki bir yandan Kıdem Tazminatı yükünün ağırlığından söz edip,
öte yandan işverenin işçiyi işe geri almaması karşılığında ek bir
tazminat ödemesini savunmak açık bir çelişkidir. Bu nedenle Türkiye’de
iş güvencesi, mahkemelerin işe iade kararı verdiği durumlarda, işe geri
dönüşü mutlak biçimde sağlayacak şekilde değiştirilmeli ve yaptırımı
ağırlaştırılmalıdır. İş güvencesiyle Kıdem Tazminatı arasında tutarlı
bir ilişki ancak bu şekilde kurulabilir.
Aynı durum işsizlik sigortası ile Kıdem Tazminatı ilişkisi açısından
da söz konusudur. İşsizlik sigortası, işçinin, işsiz kalma tehlikesine
karşı güvence sağlamak amacıyla, çalışırken, diğer sigorta türleri gibi
prim ödeyerek sahip olduğu bir kazanımdır. Kıdem Tazminatı ise herhangi
bir karşılık ödemeksizin, iş yerinde yıpranmışlığının bir bedeli olarak,
işten ayrılırken aldığı, “ertelenmiş kazancıdır.” Her ikisinin de
çalışanın işten ayrılması koşuluna bağlı olması, işsizlik sigortası ile
Kıdem Tazminatını birbirinin yerine geçirmek için gerekçe olamaz.
Öte yandan Kıdem Tazminatının Türkiye’den daha düşük olduğu bazı
ülke örneklerini ısrarla öne süren işverenler, sendikal örgütlenme,
toplu sözleşme ve sendikal haklar konusunda dünya örnekleri ile evrensel
normlara gözlerini kapamaktadırlar. Bu nedenle ülkemiz 12 Eylül
1980’den bu yana, dünyada çalışanların hak ve özgürlüklerini en çok
baskı altında tutan ve yasaklayan ülkelerden biri durumundadır. Bu
olgunun açık göstergesi hemen her ILO konferansında Türkiye’nin sendikal
haklar ve toplu sözleşme düzeni konusunda “kara listeye” alınıyor
olmasıdır.
Ülkemizde Kıdem Tazminatı konusu son gelinen aşamada “fon kurulması”
noktasında düğümlenmiş bulunmaktadır. Fon uygulaması mevcut Kıdem
Tazminatı uygulamasına alternatif olarak, “Kıdem Tazminatı hakkını
güvenceye almak” gerekçesiyle savunulmaktadır. Oysa ülkemizdeki
gerçekler, daha önce çeşitli nedenlerle oluşturulmuş bulunan istihdama
ilişkin fonların amaçlarına uygun kullanılmadığını açıkça
göstermektedir.1980’li yılların ikinci yarısında oluşturulan “Konut
Edindirme Fonu" ile Tasarrufu Teşvik Fonu bir süre uygulandıktan sonra
yürürlükten kaldırılmış ve geri ödemeleri çok önemli hak kayıpları
yaşanarak yapılabilmiştir. İşsizlik sigortası fonunun kullanımında da
amaca aykırı uygulamalar yaşanmaktadır.
Kıdem Tazminatı fonu, sermayenin yükünü azaltmak yanında sermayeye
yeni fonlar yaratmak amacıyla önerilmektedir. Böylece çalışanların
bireysel kaynakları, istihdam yaratma görüntüsü altında, sermayeye
kaynak olarak aktarılacak ve özel emekliliği yaygınlaştırmanın bir aracı
olarak kullanılacaktır. Bu çerçevede çalışanların hak ve özgürlüklerini
piyasa koşullarına bağlayan liberal ideolojinin gerekleri yerine
getirilecek; ancak bu uygulamadan çalışanların payına yalnızca hak
kayıpları ve yoksullaşma düşecektir.
Çalışanların çok büyük bölümünün sendikal örgütlenmeyle ilişkisinin
bulunmadığı ve toplu sözleşme güvencesinde olmadığı Türkiye gibi
ülkeler, sosyal koruma sistemlerinin gelişmiş bulunduğu ve çalışanların
tümünün toplu sözleşme kapsamında yer aldığı -örneğin İtalya ve
Avusturya gibi- ülkelerle karşılaştırılarak Kıdem Tazminatı Fonu
oluşturulması önerilemez.
İkili bir sistem yaratarak, yeni çalışmaya başlayacakların Kıdem
Tazminatı haklarını yok etmek, doğrudan doğruya, halen çalışmaya devam
edenlerin işverenler tarafından işten çıkarılması için “ekonomik” bir
neden yaratmak anlamına gelecektir. Böylelikle sözde Kıdem Tazminatını
güvenceye almak amacıyla fon oluşturulurken, işçilerin iş güvencelerini
ortadan kaldıracak bir adım daha atılmış olmaktadır.
Kıdem Tazminatı’nın 15 güne indirilmesi ya da aynı amacın Kıdem
Tazminatı Fonu kurularak gerçekleştirmeye çalışılması, toplumsal barışa
hizmet etmediği gibi, demokratik bir toplumun gerekleriyle de
bağdaşmamaktadır. Çalışanların kazanılmış haklarında geri gidişi öngören
bu türden bir düzenlemenin geçerli, akılcı ve yeterli hiçbir gerekçesi
yoktur. Kıdem Tazminatı konusunda uygulamadaki en önemli sorun çeşitli
nedenlerle Kıdem Tazminatını alamayan çalışanların bulunmasıdır. Bu
sorunun çözümü, işsizlik sigortası fonu kapsamında yer alacak güvence
mekanizmalarıyla bulunmalı ve çalışanların hak kayıpları önlenmelidir.
DİSK, kuruluşundan bu yana, çalışma ilişkilerinin demokratikleşmesi
ve demokrasinin toplumsal anlamda güçlendirilmesi amacıyla mücadele
etmektedir. Günümüzde bu mücadelenin en somut alanlarından biri,
antidemokratik çalışma yasalarıdır. 12 Eylül döneminin uzantısı olan ve
30 yıldan beri emeği tutsak alan 2821 ve 2822 sayılı yasalar, artık
ülkemiz için utanç kaynağı olmuş ve katlanılamaz bir nitelik
kazanmıştır. Bu yasalarda yapılmak istenen değişikliklerle ilgili olarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde uzun yıllardır
çalışmalar yapılmış, bilim kurullarına taslaklar hazırlatılmıştır.
Ancak, Meclis’e sevk edilen yasa teklifleri TBMM gündemine bile
girememektedir.
DİSK, bugüne dek savunduğu görüşler doğrultusunda, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan yasa tasarısı taslaklarını
değerlendirmek ve yapılan çalışmalara katkı vermek konusunda azami
çabayı harcamış bulunmaktadır. DİSK, gerek işçi konfederasyonları ile,
gerekse işveren konfederasyonu TİSK’le yapılan teknik çalışmalarda,
sendikal hakların özünün korunarak, çalışma ilişkilerinin ILO normları
doğrultusunda demokratikleşmesi hedefimize bağlı kalarak, ortaklaşma ve
uzlaşma isteğinde olmuştur.
Bu nedenle, DİSK olarak ILO sözleşmelerine, Avrupa Sosyal Şartı’na
ve ülkemiz sendikal hareketinin ihtiyaçlarını karşılayacak yasal
değişikliklerin bir an önce yapılması, ülkemizde özgür, demokratik bir
sendikal yaşamın gerçekleşmesi için bugüne kadar sürdürdüğümüz
mücadeleye aynı kararlılıkla devam edeceğimizi bir kez daha ilan
ediyoruz.
Konfederasyonumuz DİSK Kıdem Tazminatı’nın iş güvencesi ve işsizlik
sigortası gibi sosyal koruma alanlarıyla birlikte gündeme getirilmesine
karşı çıkmıştır. Kıdem Tazminatının, çalışma yaşamını demokratik ve
güvenceli bir çerçeveye oturtmak amacıyla geliştirilen iş güvencesiyle
işsizlik sigortasının karşısına bir pazarlık unsuru gibi konulmasını
kabul etmeyeceğini belirtmiştir. DİSK, ayrıca 2009 yılında basına da
yansıyan ve işverenlerin Kıdem Tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona
bağlamayı öngören yaklaşımları karşısında, bu doğrultudaki
düzenlemelerin gerçekleştirilmeye çalışılması halinde bu durumu bir
genel grev gerekçesi sayacağını açıkça bildirmiştir.
Sermayenin çıkarlarına uygun davranan siyasal iktidarlar eliyle
ülkemiz kayıt dışının yaygın olduğu, gelir dağılımının olağanüstü
bozulduğu, sendika üyeliği, toplu sözleşme ve grev haklarının
kullanılamaz hale geldiği, iş kazalarında ölümlerde dünyada ilk üçe
giren, örgütsüz ve güvencesiz bir toplum haline getirilmiş
bulunmaktadır. AKP son döneminde de Kıdem Tazminatını gerileterek ve
esnek çalışmayı yaygınlaştırarak emekçilere karşı yürüyüşüne devam
edeceğini ortaya koymaktadır. Oysa halk, AKP’ye, çalışanların haklarını
gasp etmesi için oy vermemiştir. Bilinmelidir ki Kıdem Tazminatının yok
edilmesine izin verilirse, arkası da gelecektir. Kamu çalışanlarının
emeklilik ikramiyesi benzer gerekçelerle kaldırılmaya çalışılacaktır.
Özel İstihdam Bürolarının geçici iş ilişkisi kurması ve bölgesel asgari
ücret uygulaması işverenlerin ve siyasal iktidarın ekonomik gelişme için
gerekli gördüğü diğer adımlardır. Bu uygulamalarla Anadolu’da adeta
“yeni bir Çin” yaratılmaya çalışılmaktadır. Bazı işverenler Türkiye’yi
“Avrupa’nın Çin’i” olarak gördüklerini açıkça söyler hale gelmiş
durumdadırlar.
Oysa, Başbakan Erdoğan hükümet programında pembe tablo çizmeye devam
etmektedir. Başbakan 2002 yılından bu yana gelir dağılımının daha adil
bir noktaya geldiğini söylerken, toplumun belli bir düzeyine göre daha
az harcama gücüne sahip olan yoksul fertlerin sayısındaki artışı neden
görmek istememektedir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan
rakamlara göre bu kapsamda yoksul fert sayısı 2002-2009 yıllarında %
14,4’den %15,12’ye yükselmiştir. Yoksul fert sayısı yine devletin resmi
kurumunun verileri üzerinden yaptığımız hesaplamalara göre aynı dönemde
1milyon 164 bin kişi artış göstermiş ve 10 milyonun üzerine çıkmıştır.
İşsizlikle ilgili başarısızlık ortada dururken, niye ısrarla kriz
dönemi üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır? Bu hükümet döneminde
işsiz sayısında cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmıştır. Umutsuzlarla
birlikte işsizlik oranı AKP iktidarında (2003-2010) 1990’ların aynı
dönemlerine göre (1993-2000) ortalamada yüzde 9,30’dan yüzde 17,01’e
fırladı. İşsiz sayısının Cumhuriyet tarihi rekoru kırdığı 2009 yılında
bu oran yüzde 20,64’e ulaştı. Yine aynı dönemler için yüksek öğrenim
mezunu işsiz sayısı ortalamada 121 binden 342 bine çıktı. Bu sayı son
açıklanan TÜİK verilerinde ise 400 binin üzerindedir.
Türkiye’yi büyüme oranları konusunda ısrarla gelişmiş ülkeler
kategorisinde değerlendirme çabası, ne yazık ki hükümet programında
kendisine yer bulmaktadır. Büyüme oranları konusunda Türkiye, dünyada
kendisine benzer ülkelerle kıyaslamak durumundadır. Türkiye 2009
yılında küçülürken, bu ülkelerin önemli bir kısmı büyümesini
sürdürmüştür. Krizle birlikte Türkiye hedeflerine 2 yıl geriden ulaşma
çabasındadır.
Büyümeyi, gelir dağılımını bozarak ve emekçilerin gelirlerine el
koyarak sağlamayı öngören bu politikaların, sendikal özgürlüklerin
geliştirildiği, demokratik bir ortamda oluşturulabilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle ülkemizde sendikal yasaklar, temel hak ve
özgürlükler üzerindeki baskılar, polis devleti görünümü veren yaygın
olaylar varlığını sürdürmekte ve işçi sınıfının mücadelesinin önü
kesilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye işçi sınıfının öncü örgütü olan DİSK, kazanılmış
haklarımızın elimizden alınmasına da, devlet baskısına da, anti
demokratik uygulamalara da -bugüne kadar olduğu gibi- karşı çıkacaktır.
Yüzlerce yıllık mücadeleyle elde edilmiş ve uğruna büyük bedeller
ödenmiş olan hak ve özgürlüklerimizi korumaya kararlıyız. Haklılığımızı,
hayatı yaratmamızdan, alın terimizden ve onurlu geçmişimizden alıyoruz.
Bütün emek güçlerini, gecelerinde aç yatılmayan, aydınlık ve özgür bir Türkiye mücadelesinde, birlikte yer almaya çağırıyoruz.
İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı
hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız. Bu uğurda mücadele
etmeyenleri de tarih önünde sorumluluklarıyla başbaşa bırakacağız.
- Ana Sayfa
- Öcalan Anlatıyor: Uluslararası Komplo Gerçeği
- SAİD-İ KURDÎ(Nursi) VE KÜRT SORUNU
- Batı Kürdistan(Rojava) Devrimi
- Soykırımdan Özerkliğe Batı Kürdistan
- AKP ve Faşizm Üzerine
- Anti Emperyalist-Kapitalist Mücadele ve KÜRT BAHARI
- Karadeniz: Toprak, Su, Hava ve Emek
- Bir İşkence Yöntemi Olarak Tecrit
- Politik Sinema
- Belgeseller
- E-Kitaplar
- İnternet Sansürünü Del !
Site İçi Arama
19 Temmuz 2011 Salı
AKP Yeni Yolculuğuna Kıdem Tazminatına Saldırarak Başladı
Etiketler:
AKP,
Ekonomi,
Ekonomik Kriz,
Emperyalizm,
Gülen Cemaati,
Kapitalizm,
Kıdem Tazminatı,
Küresel Ekonomi,
MÜSİAD,
Recep Tayyip Erdoğan,
Sendika,
Siyasal İslam,
Sömürgecilik,
Toplu Sözleşme,
Yeşil Sermaye
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder