Bugün Suriye’de ciddi bir siyasal kriz ve iç çatışma vardır.
Suriye’deki kriz ve yaşanan çatışmalar Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle
bağlantılıdır. Kuşkusuz iç etkenler esastır, ama Ortadoğu’da yaşanan
gelişmelerle bağlantılı ele alınmazsa doğru anlaşılamaz. Tunus, Mısır,
Libya, Yemen, Bahreyn’deki gelişmeler Ortadoğu’da büyük bir depremin
yaşandığını göstermektedir. Tunus’ta, Mısır’da iktidarlar ağırlıklı
olarak halk hareketleriyle yıkıldılar.
Mevcut iktidar bloğu içinde etkin yer alan aleviler bundan sonra da
Suriye siyasetindeki etkinliklerini koruyacaklardır. Ancak Suriye’yi yöneten
başat güç olmayacaklardır. Demokratik Suriye’de herhangi bir siyasi güç olmayı
kabul edeceklerdir. Nasıl ki İhvan-ı Müslim’in demokratik Suriye içinde
kendisini herhangi bir güç olarak kabul etmesi gerekiyorsa, aleviler de böyle
bir güç olarak Suriye sistemi içinde yer alabilirler. Hatta yönetim tecrübeleri
ve inançlarının demokratik eğilime yatkın olması, geçmiş dönemlerde iktidar
olmanın avantajlarıyla kazandıkları yetenek ve imkanlarını demokratik Suriye’de
pozitif yönde kullanabilirler. Demokratik bir Suriye’de alevilerin etkin olması
herhangi bir egemenliği, hakim olmayı değil Suriye’nin demokratikleşmesine ve
gelişmesine hizmet eden bir durumu ifade ediyor. Aleviler demokratik sistem
içinde kendi varlığını güvencede görürlerse, yeni Suriye sistemi içinde etkin
pozitif rol oynayabilirler. İhvan-ı Müslim de siyasal islamcılar da hiçbir
baskı görmeden kendi sosyal, kültürel yaşamlarını, ekonomik ve siyasal sistem
içinde yer alma haklarını demokratik sistem içinde kullanacaklardır. Yine
Ermeniler, Süryaniler, Dürziler Suriye’nin demokratik karakterinin derinleşmesi
konusunda rollerini oynayacaklardır. Varlıkları Suriye’nin zenginliği,
güzelliği ve demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesine hizmet edecektir. Bu
çerçevede yeni Suriye’nin Ortadoğu’nun yeni, demokratik ve özgür yaşamında
hiçbir ülkenin olmadığı kadar rolünü oynayacağını söylemek mümkündür.
Kaynak: Serxwebun
http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=105
Libya’daki rejim ise NATO’yla yıkıldı.
Libya’da mevcut yönetimin Mısır ve Tunus’taki gibi yıkılamayacağı görüldüğünden
doğrudan askeri müdahale yapıldı. Libya halk hareketiyle yıkıldı gibi bir
değerlendirme yapılamaz.
Kuşkusuz Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn
ve en son Suriye’de yaşananlar, Ortadoğu’da soğuk savaş ortamında iktidar olan
21. yüzyılda da hala ömrünü sürdürmek isteyen iktidarlara karşı halkın tepkisi
sonucudur. Bu ülkelerde siyasal kriz ortaya çıkmış ve eski iktidarlar kısa
sürede yıkılmıştır. Soğuk savaş döneminden kalan bu iktidarlar artık
uluslararası sistemin ihtiyacını karşılayamadıklarından dış dengelere dayalı
ayakta kalma imkanları ortadan kalkmış, bu nedenle zayıf düşmüşlerdi. Halk
hareketleriyle kısa sürede yıkılmaları bu zayıflıklarının sonucudur. Bu
yıkılışların kısa sürede gerçekleşmesinde dış güçlerin payı da büyüktür.
Kuşkusuz halk hareketleri dış güçlerin etkisiyle ortaya çıkmamıştı. Ancak
Mısır’da, Tunus’ta iktidarlar sarsılınca, özellikle Mısır’daki durum ABD’nin
bölgeye müdahalesi açısından önemli bir fırsat doğurdu. ABD zaten uzun yıllardır
işbirlikçi siyasal islama dayalı bir Ortadoğu düzeni kurmak istiyordu. Bunun
dışında kurulacak hiçbir Ortadoğu düzeninde kendisinin ve işbirlikçilerinin
hakim olamayacağını görmüşlerdi. Bu açıdan bu halk hareketleri ortaya çıkınca
işbirlikçi siyasal islami güçlerin iktidara gelmesi için gereken desteği
verdiler. Bu nedenle Mısır ve Tunus’taki rejimler kısa sürede devrildiler.
Suriye
Arap milliyetçiliğinin
merkezi
haline gelmişti
Mısır’da Mübarek rejiminin
yıkılmasından kısa bir süre sonra Libya’ya müdahale edildi. Bu düzeyde çok
boyutlu bir saldırı karşısında Kaddafi yönetiminin ayakta kalması mümkün
değildi. Mısır ve Libya’daki iktidar değişikliğinden sonra bölgedeki sistemle çelişkisi
olan ülkelerin toplumları da bu gelişmelerden cesaret alarak iktidarları
değiştirme isteği içine girdiler. Libya’dan sonra ilk etkilenen ülke Suriye
oldu. Suriye zaten sistemle belirli düzeyde çelişkileri olan bir ülkeydi.
Muhalif güçler bundan da cesaret alarak Suriye’de harekete geçtiler. Kısa
sürede dış destek de buldular. Özellikle Türkiye ortaya çıkan iç karışıklıktan
kısa bir süre sonra Suriye’deki iktidara karşıt bir pozisyon aldı. Irak’a
uluslararası güçlerin müdahale etmesi sırasında dışında kalmasının Güney
Kürdistan federasyonunu ortaya çıkardığını düşünerek, Suriye’de yeni bir Kürt
statüsünün oluşmasını engellemek istedi. Suriye’de ortaya çıkacak bir Kürt
statüsünün kendisinin Kürt politikasını sarsacağını gördü. Öte yandan Libya’ya
ABD ve Avrupa’nın tutum almasına ilk önce NATO’nun ne işi var diyerek karşı
çıkıp, Libya’ya müdahale konusunda da arkadan geldiğinden Libya’nın
yıkılmasından sonra özellikle Fransa Türkiye’nin Libya üzerindeki siyasi ve
ekonomik etkinliğini sınırlayan bir tutum içinde oldu. Türkiye geçmişte
Irak’ta, son süreçte Libya’da dış güçlerin yanında yer alma konusunda geç
kalmasını kendisini dezavantajlı kıldığını düşünerek, erkenden Suriye
iktidarına karşı en sert tutumu alan ülke oldu.
Ancak Türkiye’nin erken tutum alması
bir yanılgıyı ifade ediyordu. Suriye Libya’dan farklı bir ülkeydi. Uluslararası
sistem Suriye’deki Esad iktidarının yıkılmasını istiyorlardı, ancak Suriye’nin
toplumsal yapısı ve çevresindeki ülkelerin konumu nedeniyle işbirlikçi siyasal
islamın başat olduğu bir Suriye’yi istemiyorlardı. Daha doğrusu ABD ve Fransa
böyle bir Suriye’yi bölgedeki çıkarları açısından uygun görmüyordu. Özellikle
İsrail ve Lübnan’ın varlığı, yine Suriye içindeki farklı etnik ve dinsel
toplulukların bulunması Suriye açısından daha geniş bir yelpazede bir iktidar
bloğunu kendi çıkarlarına görüyorlardı. Öte yandan Araplar da Türkiye ile sıkı
ilişki içinde olan bir iktidardan yana değillerdi. Bu açıdan ABD ve Fransa Arap
Birliği’yle işbirliği içinde geniş yelpazede toplumsal ve siyasal güçlerin
etkin olduğu bir siyasal sistemi kendi çıkarlarına gördüler. Türkiye’nin sıkı
ilişki içinde olduğu güçlerin hakim olduğu bir Suriye’nin ilerde tüm Araplar
için sıkıntılar yaratacağını görmüşlerdir. Arapların da bir tarih bilinci
vardır. Bir Osmanlı travması bulunmaktadır.
Osmanlılar yüzyıllarca Araplar
üzerinde egemenlik kurmuşlar, Arap aşiretleri ve toplumu üzerinde baskıcı bir
imparatorluk olarak varlığını sürdürmüşlerdir. Arap egemenleri ve halkları
biliyor ki Osmanlı’nın Arap coğrafyasına giriş kapısı Ridaniye Savaşı’nın
kaybedilmesinden sonra Suriye olmuştur. Suriye’nin Osmanlı denetimine
girmesiyle birlikte bütün Ortadoğu yüzyıllar boyu Osmanlı’nın egemenliği
altında kalmıştır. Bu açıdan Türkiye’nin Suriye’ye ilgisinin insan hakları, hak-hukuk
olmadığını, Suriye kapısını ele geçirerek bütün Arap dünyası üzerinde siyasi
egemenlik kuracak bir duruma geleceğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle Türkiye’nin
politikalarına kuşkuyla yaklaşmışlardır. Eğer Türkiye’nin desteklediği İhvan-ı
Müslim bu süreçte istenen etkinliğe kavuşamamışsa, bunun nedeni, Arapların
Türkiye politikalarına kuşkulu yaklaşmasıdır. Hatta çelme atmasıdır
diyebiliriz.
Suriye üzerinde mücadele tabii ki
sadece Suriye’yi şekillendirme esasına dayanmıyor. Suriye üzerindeki mücadele tüm
Ortadoğu’nun yeni siyasal düzeninin nasıl olacağını ortaya koyacaktır.
Suriye’nin geçmişten beri böyle bir pozisyonu olduğu açıktır. Emevilerin
kendilerini güçlendirdiği ve bütün Ortadoğu’ya yaydıkları alan Suriye’dir.
Hatta Selahattin Eyubi’nin Haçlı Seferleri’ne karşı direnme sürecinde
Ortadoğu’nun savunma mevzisi de bir nevi Suriye olmuştur. Yine 20. yüzyılda
Ortadoğu siyasetinin şekillenmesinde Suriye’deki Baas rejiminin etkisi
olmuştur. Suriye’deki Baas Arap milliyetçiliği bütün Ortadoğu’yu etkilemiştir.
Başlangıçta Mısır’da köklü dönüşümlere damgasını vuran Cemal Abdulnasır önde
gözükse de yakın zamana kadar Suriye bir nevi Arap milliyetçiliğinin en önemli
merkezi olma konumunu sürdürmüştür.
Tarihsel gerçekler de Suriye’de
şekillenecek siyasi sistemin iç ve dış boyutlarının tüm Ortadoğu’yu etkileyecek
karakterde olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ABD ve Avrupa Suriye’deki
rejimin kendi kontrollerinde bir rejim olmasını istemekte, bunu önemli
görmektedir. Genel olarak Ortadoğu’da işbirlikçi siyasal islama dayalı yeni bir
Ortadoğu öngörmektedirler. Yeni Ortadoğu’yu böyle bir planlama dahilinde
şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak işbirlikçi siyasal islama dayalı bu
yeni Ortadoğu düzeninde Suriye’ye özgün bir yer vermektedirler. İsrail’le sınır
olması, Lübnan’la sınır olması, yine sosyal bileşimi ABD ve Avrupa’yı bunları
dikkate alan bir Suriye yaratmaya sevk etmiştir. Türkiye’de işbirlikçi siyasal
islamı iktidarda tutmaktadırlar. Mevcut AKP iktidarını ve AKP iktidarının bir
parçası olan Fethullah Gülen’i desteklemektedirler. Türkiye’ye Ortadoğu’ya
sıçrama tahtası, taşeronluk rolü verilmiştir. Ancak Avrupa da, ABD de, Araplar
da Türkiye etkisine girecek bir siyasal islamcı gücün Suriye’de başat siyasi
güç olmasını istemiyorlar. Türkiye etkisindeki siyasal islamcı iktidarın
gelecekte kendileri için sorun yaratacağını düşünmektedirler. ABD ve Avrupa
yeni kuracakları Ortadoğu’daki işbirlikçi siyasal islama dayalı düzenleri de
kontrol altında tutmak istemektedirler. İlerde kontrollerinden çıkacak bir siyasal
islamcılığın kendileri için tehlikeli olacağını hesaplamaktadırlar. Suriye’deki
bir siyasal islamcı iktidar Türkiye’yle sıkı bir ittifak içinde olursa, bunun
Türkiye’deki Osmanlı eğilimlerini güçlendireceğini düşünmektedirler.
Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye üzerinde etkili olduğu bir durumu ABD, Avrupa ve
Arap Birliği kendileri için uygun görmemektedirler. Bu açıdan daha geniş
yelpazede bir Suriye oluşturmayı, sadece Lübnan, İsrail ve çevresi açısından
değil, Türkiye’yi de belirli düzeyde dengelemek açısından gerekli
görmektedirler. Son 5-6 aydır ABD’nin, Avrupa’nın politikalarına bakıldığında
Suriye açısından böyle bir projeksiyon olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye’nin
Suriye politikası
çeşitli
güçler tarafından
frenlendi
Dolayısıyla Suriye’deki siyasal sürecin
nasıl gelişeceğine ABD’nin, Avrupa’nın bu yaklaşımı ve Arap dünyasının
Türkiye’ye yönelik kuşkuları önemli etkide bulunacaktır. Şu anda Suriye’de
ihvan-ı Müslim önemli bir muhalif güçtür. Suriye’de İhvan-ı Müslim yanında
Selefiler denen, yine El-Kaide’ye bağlı olduğu söylenen gruplar da
bulunmaktadır. Bunlar daha çok silahlı mücadele yapan güçlerdir. Belki
Selefilerin, El-Kaide’ye bağlı grupların bir kısmı ve İhvan-ı Müslim üzerinde
çeşitli Arap ülkelerinin etkisi bulunmaktadır. Ancak mevcut Arap ülkeleri yeni
Suriye’nin kuruluşunda ABD ve Fransa’yla birlikte hareket ettiklerinden
Selefilerin, El-Kaide’nin ya da İhvan-ı Müslim’in başat olacağı bir iktidar
gücünü kontrollü desteklemektedirler.
Görüldüğü gibi ABD ve Avrupa’nın yeni
Suriye yaklaşımı Arapların politikasını etkilediği gibi iç siyasal çekişmeleri,
çatışmaları da etkilemektedir. Eğer Esad rejimi ayakta kaldıysa, bunun nedeni
hala ABD’nin, Avrupa’nın ve Arap Birliği’nin düşündüğü düzeyde bir iktidar
bloğunun oluşturulamamasıdır. Bu konuda sorunlar bulunmasıdır. Yoksa Esad
rejiminin kendi direnme gücüyle ayakta kaldığından söz edilemez. Kuşkusuz Esad
iktidarının belirli bir direnme, kendini ayakta tutma potansiyeli vardır. Ama
ABD ve Avrupa Libya’daki tutumunun yarısını Suriye’de sergileseydi Suriye’deki
gelişmeler bugün farklı düzeyde olurdu. Esad rejiminin dayanması bu düzeyde söz
konusu olmazdı. Esad rejimi Suriye üzerindeki bu çekişmeyi gördüğü için kendini
ayakta tutma ve direnme kabiliyetini belirli düzeyde ortaya koymuştur. Kuşkusuz
Suriye’nin direnmesinde Rusya’nın ve Çin’in desteğinin de etkisi vardır. Yine
Irak’ın durumu Suriye’ye nefes aldırmaktadır. Bir yönüyle Suriye’nin tümden
kuşatılmasını, boğulmasını engelleyen bir ülke pozisyonundadır. İran’ın Irak
üzerinden Suriye’ye destek verdiği yönündeki değerlendirmeler abartılıdır.
Suriye’nin Irak ve İran’a dayanarak Hizbullah’ın da içinde yer aldığı Akdeniz’e
kadar bir hat oluşturacağı ve bu temelde de direnişini uzun süre sürdüreceğinin
söylenmesi abartılı değerlendirmelerdir.
İran da Suriye’deki rejimin
değişeceğini görmektedir. Ancak gelecekte de belirli düzeyde hem Suriye’deki
belirli çevreler ve Lübnan’daki Hizbullah’la ilişkisini sürdürmek açısından
Suriye’ye belirli bir destek vermektedir. Ancak İran’ın politikasını,
hesaplarını, planlamasını tümüyle Suriye’nin direneceği, ayakta kalacağı
üzerine yaptığını düşünmemek gerekiyor. İran çok pragmatik bir ülkedir. Politik
olarak belirli düzeyde Suriye’ye desteğini sürdürse de, asıl politikasını
Suriye rejiminin değişimi üzerine kuracaktır. Bu nedenle daha çok Irak üzerine
yükleneceği, kendi pozisyonunu Irak’ta güçlü tutmaya çalışacağı açıktır. Çünkü
Irak hem İran’a sınırdır hem de kendisinin Irak’ta etkili olacağı çok güçlü bir
Şii potansiyeli vardır. Buna dayanarak Irak’ta kalıcı siyasal etkisini
olacağını düşünmektedir. Suriye’nin direnişinin biraz daha sürmesini
istemektedir, ancak Suriye rejiminin eninde sonunda düşeceğini bildiğinden,
esas olarak yeni oluşacak Suriye rejiminin kendisine çok fazla düşman olmayan
bir rejim olmasını tercih edecektir. Özellikle Türkiye’nin etkisinde olmayacak
bir Suriye’yi tercih edeceğini belirtmek gerekiyor. Bu açıdan paradoks da olsa
ABD’nin, Fransa’nın ve Arap Birliği’nin düşündüğüne paralel olarak Suriye’de
yeni oluşacak rejimin üzerinde Türkiye’nin etkisi olmasını istemiyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de izlediği politikasının çeşitli güçler
tarafından frenlendiği söylenebilir.
Suriye’deki ateşkes sürecini de bu
değerlendirmeler çerçevesinde ele almak gerekiyor. Annan Planı ABD, Fransa ve
Arap Birliği’nin yeni Suriye’yi oluşturma açısından bir zaman kazanma süreci
olarak görülmelidir. Buna etken olan nedenlerden birisi de ABD ve Fransa
seçimleriydi. Bu nedenle Sarkozy seçimden önce bir hamle yapmaktan çekinmişti.
Obama da seçim öncesi çok keskin bir hamle yapmayı uygun görmemiştir. Ancak
Suriye’deki rejim değişikliğinin zamana yayılması ve Annan Planı’nın devreye
sokulması esas olarak yeni iktidar bloklarını şekillendirmek içindir. Herhalde
ABD, Fransa ve Arap Birliği yeni Suriye rejimini oluştururken, Rusya’yı da,
Çin’i de belirli düzeyde ikna etme ve bu temelde Suriye’de iktidar değişikliği
yapmayı düşünmektedirler. Çin ve Rusya ile ABD, Avrupa ve Arap Birliği arasında
da bir pazarlık yapıldığından söz etmek mümkündür. Çünkü Çin de, Rusya da
sonuna kadar ABD veya Avrupa’nın politikalarına karşı direnemeyeceğini, Suriye
rejimini ayakta tutmalarının zor olduğunu görerek belirli bir uzlaşma içinde
olacaklardır. Ateşkes sürecinin sonunda gelişecek yeni siyasal durum bu çerçevede
olacaktır.
Annan
planı
Suriye’ye
çözüm olmayacak
Ateşkesin savaşan taraflar açısından
bir sonuç vermeyeceği de açıktır. Esad rejimi ateşkesi çok zorlandığı için
yapmıştır. Eğer uluslararası alanda zorlanmasaydı böyle bir ateşkesi kabul
etmezdi. Böyle bir ateşkesin muhaliflere nefes aldıracağını herhalde hesaplamıştır.
Nitekim muhalif güçler ateşkese Annan Planı başarılı olsun diye
yaklaşmamışlardır, kendi konumlarını güçlendirmek için değerlendirmişlerdir.
Dolayısıyla ateşkes baştan altyapısı olan, çözüm eğilimi olan bir projenin
parçası olmadığı için sonuçsuz kalmıştır. Sonuçsuz kalacağı zaten baştan
belliydi. İki taraf da öyle çok istekli olmamışlardı. Türkiye zaten bir an önce
müdahale olmasını istediği için Annan Planı’nın başarısız olması için elinden
gelen her şeyi yaptı. Tüm bunlar Annan Planı’nın iki tarafın uzlaşacağı bir
çözüm için zemin olamayacağını gösteriyor. Ateşkesler, iki tarafın bir uzlaşma
yapması için gerçekleşir; ama ne muhaliflerin ne devletin birbirleriyle
uzlaşacak bir pozisyonu bulunmaktadır. Uzlaşacak pozisyonları bulunmayan tarafların
olduğu bir yerde bir ateşkesin sonuç alması mümkün değildir. Ancak ilgili
tarafların, güçlerin taktik savaşının bir parçası olur. Nitekim böyle
olmaktadır.
Türkiye’nin politikaları açıktır.
Türkiye, Suriye’de kendine yakın bir rejim oluşturup hem Kürtlerin hak
kazanmasını engellemek hem de Suriye kapısından siyasi ve ekonomik olarak
Ortadoğu’ya ulaşmak istemektedir. Türkiye, Suriye’de önemli bir ekonomik sömürü
alanı bulmuştu. Şimdi kriz bu ekonomik imkanları ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’nin askeri müdahalede ısrar etmesinin nedenlerinden biri de budur. Hem
Batı Kürdistan’daki Kürtlerin bu süreçte örgütlenip güç olarak bir statü
kazanmalarını engellemek istiyor hem de bu ekonomik kaybın önüne geçmek
istiyor. Bu nedenle Türkiye, krizin şiddetlenmesi politikası izliyor. Eğer
böyle olursa kendisine daha fazla ihtiyaç duyulacağını düşünmektedir. Türkiye,
kendisine ihtiyaç duyulursa Suriye’de ekonomik ve siyasi olarak etkin olacağını
hesaplamaktadır. Ancak Türkiye’nin düşündüğü gibi erkenden bir askeri müdahaleyle
bir tampon bölge oluşturulması zor görünüyor. Hele Kürdistan’da bir tampon
bölge oluşturması Türkiye’yi bir bataklık içine çeker. Bu nedenle Türkiye daha
çok Hatay, Kilis, Antep sınırları üzerinden bazı koridorlar açmak istiyor.
Zaten bunu şimdi fiili olarak kısmen yapmış bulunmaktadır.
Suriye’deki siyasal rejimin nasıl
sonuçlanacağı konusunda en büyük rolü Suriye içindeki dengeler oynayacaktır.
Suriye’nin diğer ülkelerden farklı, çok kimlikli olduğu açıktır. Etnik ve
dinsel topluluklar tam bir mozaik oluşturmaktadır. Kürtler vardır, Aleviler
vardır, Ermeniler vardır, Süryaniler vardır, Dürziler vardır, İsmaililer
vardır. Bunların nüfusu neredeyse Suriye’nin yarısı kadardır. Öte yandan
kadınlar vardır, gençler vardır, farklı sol gruplar vardır. Tüm bunlar dikkate
alındığında, Suriye’de işbirlikçi islamın başat olacağı bir iktidarın uzun
süreli istikrar sağlaması mümkün değildir. İşbirlikçi siyasal eğilim başat
olduğunda kendini hakim kılmak ister. Bu açıdan yeni şekillenecek Suriye’de
iktidar bloklarının istikrar getirecek bir karakterde olması gerekir.
Suriye’deki bütün bu etnik ve dinsel toplulukların demokratik siyasal haklarını
ve kendi kendilerini yönetme hakkını tanıyacak ve bugüne kadar baskı altında
tutulan islamcı kesimlerin de demokratik sistem içinde yer edinmesini
sağlayacak bir politika Suriye’yi istikrara kavuşturabilir. Ne Kürtlerin,
alevilerin dışlanması ne de siyasal islamcıların dışlanması Suriye’ye istikrar
getirir. Öyle bir siyasal sistem kurulmalı ki, herhangi bir gücün başat olmadığı,
hepsinin demokratik sistem içinde kendisini ifade edebildiği ve kendi haklarını
kullanabildiği bir demokratik ortam olsun. Böylece tüm etnik, dinsel ve siyasal
kimliklerin kendilerini örgütlediği ve özyönetimlerini kurdukları bir sistem
gerçekleşir. Ancak böyle bir sistem gerçekten Suriye’de istikrarı sağlayabilir.
Ortadoğu’daki farklı etnik, dinsel toplulukların mozaiği, özellikle de Suriye
etrafında böyle bir mozaiğin bulunduğu dikkate alınırsa böyle bir Suriye
siyasal sistemi hem içeride istikrar sağlar, hem de çevresinde istikrarın
sağlanmasında önemli bir rol oynar.
Bu açıdan Kürtlerin konumu gerçekten
özel bir konumdur. Eğer Kürtlerin ulusal varlığı, kendi kendini yönetmesi yani
demokratik özerkliği kabul edilirse bu, Suriye’de bütün toplulukların
varlığının ve özerkliklerinin kabul edilmesi anlamına gelir. Zaten Türkiye’de,
İran’da, Suriye’de, Irak’ta geçmişten beri demokratikleşmeye ve toplumların
demokratik istemlerine karşılık verilmemesinin nedeni Kürt kaygısıdır.
Demokratikleşirsek Kürtler faydalanır, Kürtler özerk yönetimine kavuşur
düşüncesiyle Türkiye, Suriye, İran ve Irak geçmişten beri demokratikleşme
adımlarından uzak durmuşlardır. Kürtleri egemenlik altında tutmak için
antidemokratik, otoriter yapılarını korumuşlardır. Bu açıdan bu kaygı ortadan
kalkar, Suriye’de Kürtlerin varlığı ve demokratik özerkliği kabul edilirse, o
zaman Suriye’deki tüm farklı etnik ve dinsel toplulukların demokratik
haklarının tanınmasının önü açılmış olur. Kürtlerin demokrasi mücadelesi sadece
kendi ulusal demokratik haklarını kabul ettirmesi açısından değil, Suriye’nin
demokratikleşmesi açısından da çok önemlidir.
Bugün Suriye’de dinamik demokrasi gücü
Kürtlerdir. Güçlü bir demokratik toplum gerçeğine ulaşmışlardır. Kürtler bu
demokratik güçlerini, etkilerini demokratik özerklik temelinde bir sisteme
kavuştururlarsa, Suriye toplumunun demokratikleşmesine büyük hizmet sunarlar.
Kürtlerin demokratik özerkliğinin tanınması, bütün etnik ve dinsel
toplulukların farklığının özgünlüğünün ve özerkliğinin tanınması anlamına
gelecektir. Bu da Suriye’de demokratikleşmeyi, bölgede hiçbir ülkede olmadığı
kadar geliştirecektir. Dolayısıyla Suriye’nin Ortadoğu’da demokratikleşme
konusunda örnek olacak bir karaktere sahip olduğunu düşünüyoruz. Demokrasinin
en önemli boyutlarından biri, farklılıkların bir arada yaşadığı bir rejim
olmasıdır. Çok zengin etnik ve dinsel topluluk bileşimine sahip olan Suriye, bu
farklılıkları kabul eden, farklılıklar temelinde demokratikleşen bir ülke
haline gelirse, bu sadece Suriye’nin demokratikleşmesi anlamına gelmeyecek,
örnek bir demokratik ülke olarak Ortadoğu’da demokratikleşmenin gelişmesine de
güç verecektir. Biz Suriye’nin bu potansiyele sahip olacağını düşünüyoruz.
Bunun için de Kürtlerin ulusal
demokratik haklarının kabul edilmesi gerekmektedir. Bugün İhvan-ı Müslim’in de
içinde olduğu Ulusal Konsey denen muhalif hareket, Kürt sorununun demokratik
çözümünü ve Kürtlerin doğal demokratik ulusal haklarını kabul etmemekte
direniyor. Bu Suriye’nin demokratikleşmesi değil eski iktidar bloklarının saf
dışı edilip yerine yeni iktidar bloklarının geçirilmesi gibi sadece iktidar
değişikliğine dayanan bir muhalif yaklaşımı ifade etmektedir. Türk devletininki
gibi ‘TRT 6’yı açtım, dil kurslarına izin verdim, dil ve kültür konularında
yumuşamalar gerçekleştirdim ve Kürt sorununu büyük oranda çözdüm!’ yaklaşımıyla
Kürt sorunu çözülemez. Güneybatı’daki Kürt halkının büyük çoğunluğu açıkça
demokratik özerklik istemektedir. Bunu reddetmek mümkün değildir. Eğer
reddediliyorsa bu, muhalefetin demokratik zihniyete sahip olmadığını kanıtlar.
Zaten Suriye’de siyasal krizin aşılamamasının nedeni, muhalefetin demokratik
karakterde olmamasıdır. Eğer demokratik karakterde olsaydı Suriye rejimi ayakta
kalmazdı, dağılırdı, çökerdi. Mevcut Suriye rejimi kendini ayakta tutuyorsa,
bu, muhaliflerin demokratik olmayan karakterinden ileri gelmektedir.
Kürtler
Suriye’de
en
dinamik demokratik güçtür
Mevcut muhalefet Kürtlerin taleplerine
demokratik yaklaşmadığı gibi, Kürtlerin birliğini parçalamaya çalışmaktadır.
Nasıl ki Türkiye Kürtler arasında ayrılık yaparak, Kürtleri zayıf düşürüp
Kürtlerin hak kazanmadığı bir Suriye yaratmak istiyorsa muhalifler de böyle
yaklaşıyor. Bu Suriye’yi demokratikleştirecek bir yaklaşım değildir. Buna
karşılık Suriye’deki Kürtlerin demokratik örgütlenme düzeyi, demokratik toplum
gerçeği, Suriye’deki bu antidemokratik, şovenist yaklaşımları aşacak ve kendi
statüsünü kabul ettirecektir. Bu sadece Kürtlerin kendi ulusal varlığını kabul
ettirme ve demokratik özerk yönetimlerini sağlama olmayacaktır; aynı zamanda
Suriye’nin demokratikleşmesi olacaktır. Suriye’deki Kürtler Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın felsefi, ideolojik ve politik yaklaşımlar içinde olduğundan,
Suriye’deki halkların birliği pekişecektir. Kürtlerle başta Arapların olmak
üzere Suriye’deki halkların birliğinin pekişmesi, bu birliğin demokratik
temelde olması Suriye’yi güçlendirecektir. Kürt sorununun çözümü Suriye’yi
değil, bütün Ortadoğu’yu güçlendiren bir karakterdedir.
Suriye rejiminin karakteri Kürtlerin
haklarının tanınması yahut tanınmamasıyla birlikte açığa çıkacaktır. Kürt
sorununu çözmek istemeyen, Kürt sorununda bir çözüm politikası olmayan muhaliflerin
Suriye’de yönetim adayı olmaları mümkün değildir. Suriye muhalefetinin zayıf
kalmasının bir nedeni de Kürtlere gösterilen yaklaşımdır. Kürtlere karşı tutum,
onların antidemokratik karakterini ortaya koyduğu için, demokrasi isteyen,
Suriye’nin değişmesini isteyen güçlere güven vermemektedirler. Bu da onların
Suriye’de yönetimi ele geçirecek, sahiplenecek bir güce ulaşamamalarına neden
oluyor. Tüm bu gerçekler Kürtlerin pozisyonunun kilit noktada olduğunu
gösteriyor. Çünkü Kürtler en dinamik, en örgütlü güçtürler. Belki yüzde 15-20
arası bir nüfusa sahipler, ama nüfuslarından birkaç katı bir mücadele
dinamiğine, demokratikleşme dinamiğine sahiptirler. Özellikle Kürt toplumundaki
kadının örgütlülük ve bilinç düzeyi, Kürt toplumunu demokratikleştirme karakteri
Kürtleri çok etkili bir demokratik güç haline getirmiştir. Bu açıdan yeni
Suriye rejiminin nasıl şekilleneceği konusunda Kürtlerin konumu Suriye’deki
siyasal rejimin karakterini de belirleyecektir. Demokratikleşmeyen bir
Suriye’de Kürtlerin tatmin edilmesi mümkün değildir. İster mevcut iktidar gücü
olsun, ister onun yerine iktidarı almak isteyen güçler olsun herhangi bir
iktidar gücünün artık Kürtleri ezerek, bastırarak varlığını ve özerk yönetimini
inkar etmesi mümkün değildir. Bunu Suriye’deki iktidar da muhalif güçler de
anlamışlardır.
Kürtler, ancak kendi haklarının
tanınmasının Suriye’yi demokratikleştireceğinin bilincinde olduğundan hiçbir
tarafa angaje olmamışlardır. Kendi taleplerini kabul etmeyen hiçbir gücün
Suriye’yi demokratikleştireceğine inanmadıklarından kendi bağımsız tutumlarını
ve programlarını ortaya koymuşlardır. Kürtlerin programı aynı zamanda
demokratik Suriye programıdır. Bu gerçekler dikkate alındığında Kürtlerin
içinde yer aldığı geniş yelpazedeki demokratik bir ittifakın Suriye’nin
geleceğinde belirleyici rol oynayacağı açıktır. Bu açıdan Ulusal Konsey değil,
geniş yelpazede etnik ve dinsel toplulukların haklarını tanıyan demokratik bir
hareket, demokratik bir blok Suriye’nin yeni yönetimine aday olabilir. Ulusal
Konsey şimdi zorlanmaktadır. ABD ve Avrupa bu zorlanmayı gördüğü için Ulusal
Konseyin daha geniş yelpazede bir siyasal iktidarı düşünmesi gerektiğini telkin
etmektedir. Ulusal Konsey demokratik bir anlayışa kavuşursa o zaman Kürtler,
aleviler, Ermeniler, hıristiyanlar, Dürziler, İsmaililer, emekçiler, kadınlar
hepsinin de içinde yer aldığı bloka İhvan-ı Müslim de liberaller de
katılırlar. Böylelikle çok geniş yelpazede demokratik Suriye sisteminin
şekillenmesinde anlaşabilirler. Yeni Suriye’nin şekillenmesindeki yönetim gücünün
omurgasını toplumun en az yüzde 50’sine tekabül eden farklı etnik ve dinsel
toplulukların, kadınların, emekçilerin, geniş yelpazedeki farklılıkların olduğu
toplumsal kesimler oluşturur. Kürtlerin yer aldığı, tensikin de içinde olacağı
bir blok önümüzdeki dönemde Suriye’yi demokratikleştiren temel aktör olacaktır.
Kuşkusuz tensik mevcut haliyle tek başına iktidar alternatifi olamaz. Geniş
yelpazedeki demokratik ittifakı içine almayan hiçbir güç iktidara alternatif
olamaz. Bu nedenle Türkiye gibi İhvan-ı Müslim’in ağırlıklı olduğu muhalif güce
dayananlar değil, daha geniş yelpazede bir muhalif gücü oluşturanlar ve
Suriye’de geniş yelpazede bir siyasi yönetim oluşturmak isteyenlerin
politikaları başarılı olacaktır.
Önceleri sesi çok fazla çıkan İhvan-ı
Müslim ya da bugün silahlı eylem gücü olan Selefiler, El-Kaide gibi güçler ya
da Hür Suriye ordusu gibi güçlerin merkezinde olduğu bir Suriye oluşmayacaktır.
Kuşkusuz İhvan-ı Müslim gibi siyasal islamcılar da yeni Suriye’de yer
alacaklardır, ama kendilerinin hakim olduğu bir Suriye gerçeği ortaya
çıkmayacaktır. Sadece iç dengeler geniş yelpazedeki demokratik güçlerin kazanma
şansını artırmıyor, aynı zamanda dış güçlerin düşündükleri Suriye politikaları,
yine Suriye’nin etrafındaki ülkeler ve siyasal atmosfer böyle geniş yelpazedeki
demokratik bir hareketin, geniş yelpazede bir demokratik Suriye sisteminin
başarısına imkan veriyor. Böyle bir Suriye’yi öngören, bunu hedefleyen,
programı bu olan güçlerin Suriye’nin geleceğini daha iyi okudukları ve bu
nedenle izledikleri politikanın Suriye’nin şekillenmesinde etkili olacağını
şimdiden söylemek yanlış olmayacaktır.
Suriye’deki mevcut iktidarın yerine
yeni bir Suriye yaratmak isteyenlerin Suriye’nin bu toplumsal yapısını, iç ve
dış siyasal koşullarını dikkate alarak politika üretmeleri gerekmektedir.
Bunları dikkate alarak politika üreten siyasal güçler, topluluklar Suriye’nin
demokratikleşmesinde aktif rol oynayabilirler. Suriye’deki mevcut krizin,
çözümsüzlüğün aşılarak demokratik Suriye’nin ortaya çıkmasında rol
oynayabilirler. Bir daha belirtelim ki; bu Suriye Kürtlerin demokratik
özerkliğini kazandığı, alevilerin, Dürzilerin, ismaililerin, Süryanilerin,
Ermenilerin kendi demokratik ve siyasal haklarını kullandıkları, baskı altına
alınmadıkları, bunların hepsinin haklarının anayasal güvenceye alındığı yeni
bir Suriye olacaktır.
Kaynak: Serxwebun
http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=105
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder